A
Admin
Yönetici
Yönetici
Tarihî mirası, doğal güzellikleri ve kültürel zenginlikleriyle Doğu’nun incisi olmaya adayken, yıllardır süren ilgisizlik ve vizyonsuzluk yüzünden turizm pastasından hak ettiği payı alamayan Elazığ, her geçen gün potansiyelini biraz daha kaybediyor. Harput gibi açık hava müzesi niteliğindeki bir değer bile gerektiği gibi değerlendirilemezken; müzeler kapalı, kültür yolları sessiz, tanıtım çalışmaları yetersiz, yatırım ise sadece sözde kalıyor. Söz verip adım atmayanlar kadar, susup seyredenler de bu çöküşte sorumlu… SÖZ ÇOK, İCRAAT YOK: TURİZMDE KARA TABLO Neredeyse 60-70 yıldır Elazığ’da kültür, coğrafya ve tarih turizmi üzerine nutuk atmayan, topluma bir gaz vermeyen siyasi kalmadı ama turizmimiz hala kör topal idare ediyor. Yarım yüzyılda hiçbir ilerleme kaydedilemediği gibi kan kaybı da süren Elâzığ turizminde sorunun ne olduğunu ve çözümün ne olacağını anlayan da yok. Eline mikrofon ya da kalem alanın, Harput’tan, ecdattan, Palu’dan, Fırat’tan, Keban’dan, Sivrice’den, Hazar’dan, ters lalelerden, mermerden akla gelen bilumum konudan söz ettiği halde bir sektörün bu kadar geri kalmasının nedeni ne olabilir diye bir gün kafa yormadık. ŞANLIURFA NEDEN BAŞARABİLDİ? Bu konuda çevremizde en büyük gelişim gösteren ilin Şanlıurfa olması nedeniyle orada yapılanların ve bizde yapılamayanların ne olduğunu iyi irdelemek gerekir. Kaldı ki Şanlıurfa’da müzecilik, turizm konusu da Elazığ’ın müzecilik ve turizm çalışmalarının tarihleri hemen hemen aynı dönemlerde başlamıştır. Şu an Şanlıurfa’da Türkiye’nin en büyük müzelerinden biri olan Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi’nin yanında bizim müzemizin yıllardır kapalı olması sorunun teşhisinde dikkate alınması gereken bir unsur. Şanlıurfa Müzesi sahip olduğu 74.000 tarihsel yapıt sayısı ile Türkiye’nin 5. büyük müzesidir. Paleolitik dönemden günümüze değin birçok eseri Şanlıurfa Müzesi’nde görmek mümkündür. “12.000 Yıllık Dünyanın En Eski Heykeli: Balıklıgöl Heykeli” de bu müzededir. Şanlıurfa’da bulunan dünyaca ünlü Göbeklitepe ise, M.Ö. 10.000 yani günümüzden 12.000 yıl öncesine tarihlenen Çanak Çömleksiz Neolitik döneme ait bir inanç merkezidir. 80 dönümlük alana sahip olan ören yeri, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca 2005 yılında 1. Derece arkeolojik sit alanı ilan edilmiştir. İnsanoğlu ilk kez, Neolitik Dönemde doğa ile olan ilişkisini kendi lehine çevirerek, avcılık ve toplayıcılık ile tarıma da yönelmiştir. Yine bu dönemde hayvanların evcilleştirilmesi gerçekleşmiş, ilk dini ve sivil mimari örnekleri ortaya çıkmaya başlamıştır. BİZDEKİ MÜZE TARİHÇESİ VE BELİRSİZLİKLER Gelelim bize; Elazığ Arkeoloji ve Etnografya Müzesi adını taşıyan müzenin tarihine bakacak olursak, 30 Nisan 1965 tarihinde, Harput’taki Alacalı Mescit'te “Harput Müzesi” olarak kurulan ve bir süre sonra burası küçük geldiğinden, İstasyon Caddesi'nde Elazığ Belediyesi'ne ait bir binaya taşınan müze, Keban ve Karakaya Baraj projeleri çerçevesinde yapılan yüzey araştırmaları ve kazılarda bulunan on binlerce tarihi kalıntı ve yapıtın sergilemede yetersiz kalışı üzerine 1972’de bugün Fırat Üniversitesi içinde kalan Elazığ Devlet Mimarlık ve Mühendislik Akademisi Kampüsü 12.700 m² lik bir alan içeren bir bina müze için tahsis edilmiş ve müze deposu ile idari binaların yapılmasından sonra, 28 Temmuz 1982 yılında müze ziyarete açılmıştır. O döneme kadar birçok kez bakım ve tadilat gören müze en son 2011 yılı Haziran ayında ziyarete açılmışsa da 2017 yılından bu yana kapalı kalmış ve şu an bile açık olup olmadığı konusunda tartışmalara konu olmuştur. URFA KAZIYOR, KORUYOR, TANITIYOR Şanlıurfa günümüzde, Türkiye’nin en çok kazı yapılan ilidir. Bu bağlamda kent merkezi ve iki ilçe merkezi kentsel sit alanı ilan edilmiştir. Yani Şanlıurfa yasayla “Açık Hava Müzesi”ne dönüştürülmüş ve bu özelliklerinden dolayı Kültür ve Turizm Bakanlığı Haleplibahçe’de biri arkeoloji diğeri mozaik müzesi olmak üzere iki adet daha müze yapılmasına karar vermiştir. Yeni Şanlıurfa Müzesi ve mozaikler için yapılan Haleplibahçe Mozaik Müzesi 24 Mayıs 2015 tarihinde hizmete girmiştir. BİZDE BETON SEVDASI TARİHİN ÖNÜNDE Elazığ’a gelirsek; yakın geçmişte siyasiler, yerel gazeteler ve televizyonlar günlerce UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne gireceğimizi muştulayıp dururlarken sözlerimizle yaptıklarımızın çelişmesine ve tarihsel ve kültürel miraslarımıza verdiğimiz zararlara bakıp da bunları dile getirmemiz ve beklenti içinde olmamız tam anlamıyla akıllara zarar... Siz, bin yıllık tarihiyle Harput Ulu Cami sonraki dönemlerde yapılanlara da esin kaynağı olmuş XII. yüzyılın bu eşsiz mimari örneği çevresiyle birlikte gözümüz gibi korunması gereken bir miras iken, siz buranın çevresine Diyanet Başkanlığı adına betonarme yapı yaparsanız, iş makinaları Ulucami çevresinde mekik dokurlarsa, “Harput’a neden turist gelmiyor?” sorusunu sorma hakkını kendinizde bulamazsınız. Biliyorsunuz yıllar önce Yavuz Sultan Selim Koleji adı altında bir yapı yapılarak Harput’un bağrına hançer sokulmasından hemen sonra bu kez de Çin ya da Japon mimarisini andıran ve Harput’un geleneksel mimari yapısıyla hiçbir benzerlik bulunmayan, tarihsel ve kültürel dokusuna ters Harput Valilik Konağı, üstelik de Harput Kalesi’nin karşısında ona meydan okur gibi getirilip oturtulmuş, ardından da bu tuhaf yapı lokantaya dönüştürülmüş, şimdilerde de belediye tarafından kullanır olmuştur. KAZI YOK, TANITIM YOK, MİHMANDAR YOK Şanlıurfa günümüzde Türkiye’de en büyük kazı merkeziyken Elazığ’da Harput dışında hiçbir yerde kazı çalışması bulunmuyor. En son Hersenk köyünde bulunan mozaiklerle ilgili neler yapıldığını bilemiyoruz. Harput’ta şu an Harput Kalesi’nde sürdürülen kazı ve restorasyon çalışmalarını sürdüren Prof. Dr. İsmail AYTAÇ’ın ödenek sıkıntılarıyla ve olanaksızlıklarla geçen yıllara karşın iyi niyetle ve bilim adına çalışmalarıyla ortaya çıkan yüzlerce yıllık yapıtlar, mahalleler, su sarnıcı, depo ve zindan vb. zenginlikler burada büyük bir potansiyel olduğunun da kanıtı. Şanlıurfa’da insanlar adım atacak yer bulamazken, buraya ayda yılda bir gelen turist kafilelerine buraları anlatacak mihmandar bulmak bile kolay değil. Örneğin yazın en sıcak günlerinde bile, yörede serinliğiyle bilinen "Buzluk Mağarası"nı neden yalnızca Elazığlılar biliyor da başka kimsenin haberi bile yok… Camiler, kiliseler, çeşmeler, konaklar sahipsiz, toplum ve yönetenler duyarsız… GEÇMİŞİ SAHİPLENMEDEN TURİZM OLMAZ Biz Elazığlılar, tarihsel ve kültürel zenginliklerini turizme açmak, dünyaya tanıtmak istiyorsak; öncelikle geçmişin tutucu kafasından uzak kaçacak ve salt Müslüman ve Türk tarihine ait olanın değil, bu topraklardaki tüm inanç, kimlik, dil, etnisite farklılıklarını kendi zenginliğimiz olarak görecek bir bilince erişmeliyiz. Gerçi bizde kültüre bakış, kültür anlayışı o denli yozlaşmış ki, camilerimizi, türbelerimizi, çeşmelerimizi, evlerimizi kısaca Türk-İslam sanat ve mimarisinin en önemli miraslarını bile yeterince koruyamıyor, sahiplenemiyoruz. Görülüyor ki sorun bizim üretememe, düşünememe, geliştirememe, öngörememe eksikliğimizden kaynaklanıyor. Biz ilgisiziz, duyarsızız, yönetenlerde, seçilenlerde de bu bilinci göremediğimiz halde oy veriyor, yazgımıza razı oluyoruz. TARİHSEL BELLEĞİN YİTİMİ, YOL BOZUKLUĞUNDAN DAHA AĞIR Bu 60 yıl içerisinde ne genel yönetimler ne de yerel yönetimler kent mimarisini, kent kültürünü, kent tarihini koruyamadılar. Çoğunun iş bilmezliklerinden; köprü, üst geçit, tarım topraklarını imara açma hevesleri nedeniyle kent trafiğiyle, yapılaşmasıyla felce uğradı. Gelenler; sokakları, caddeleri geniş tutamadılar, imar projelerini ranta teslim ettiler, yüksek yapılaşmayı önleyemediler, eski evlere, konaklara, sokaklara hatta sokak adlarına bile sahip çıkamadılar. Ortada ne Nailbey kaldı ne İstasyon Caddesi ne tiyatro binası ne un fabrikası da denilen merkezdeki kilise ne Beşkardeşler ne Öğretmenevi ne eski Belediye Binası… Örneğin, kültür birimlerinin, kültür yöneticilerinin eş dost, dernek, vakıf yöneticilerinden değil, liyakatli, becerikli, Elâzığ-Harput kültürünü bilen, evrensel değerlere inanmış, yabancı dili olan, tüm değerlere saygılı insanlardan seçilmesi zorunluluktur. Unutmamalı ki kanalizasyonlar, bozuk yollar, düzensiz trafik, deprem yıkıntılarının tozu toprağı bir gün çözülür, geçici şeyler unutulur gider ama tarihi belleğimizin yitiminin ve tarihimizi unutmanın çözümü yoktur.