SEYYAR DİŞÇİ

  • Konbuyu başlatan Admin
  • Başlangıç tarihi
A

Admin

Yönetici
Yönetici
Daha dün gibi, dönüp bakınca seksen yıl geride kalmış. Doğumumun altıncı günü akşamüstü anamın Devreli dayısı elinde bir iki havuçla bebek görmeye gelmiş. Evde anamdan başka kimse yokmuş. Rakı şişesi hep cebinde gezen Devreli dayı beni kucağına almak istese de anam “daha şimdi uyudu” deyip vermemiş. Devreli dayı “güzel yeğenim; bu oğlan analı babalı büyüsün. İnşallah okuyup yazan büyük bir adam osun. Yarın karşı kapı komşunuz Berber Mahmut’u getireceğim. Geç olmadan bu oğlanı sünnet edecek” demiş. Dayının ardından anam ‘belki de hatırlamaz bile’ diye düşünse de ertesi gün babam evden çıktıktan hemen sonra Devreli dayı ile Berber Mahmut içeri girmiş. Havanın güzel olduğu bir yaz başı günü, Berber Mahmut körüklü deri çantasından aletlerini çıkarmış odanın kapı eşiğinde beni kaşla göz arasında sünnet etmiş. Anamın ağlamasını benim bağırtılı ağlamam bastırmış. Nenem ilk torununun sünnetine tanık olamamış, Devreli dayı bacısından korkusuna kaçar gibi gitmiş evden. Nenem de: “Sarhoş gardaşım Allah razı olsun diyeceğimde; böyle yangından kaçırır gibi olmaz ki... Çocuğun başında baba yok, nene dede yok… Sen hele bir karşıma çık, rakı şişeni başında kırmaz mıyım…” diye öfkesini dışa vururmuş. Çocukluk yıllarımdan çok iyi hatırlarım berberler diş çeker, sünnet yapar, yara pansumanı bile yapardı. Hemen hepsinin temiz bir alet edevat çantası olurdu. Berber Mahmut biraz kilolu olsa da çok temiz bir insandı. Eşinin temizliğini pek beğenmezdi. Dükkanının önünde hasır örgülü kürsüye oturttuğu kadınlı erkekli hastaların dişini çektiğine de birkaç kez tanık olmuştum. Mahallemize yeni yapılan ilkokul Berber Mahmut’un dükkanının sağ alt köşesine düşüyordu. O yeni okulun açıldığı ilk sene nenem beni o okula yazdırdı. Ben elimde tahtadan yapılmış okul çantamla berber dükkanının önünden geçmeye çekinip ürktüğüm için, ta karşı kahvenin oradan dönüp okula giderdim. Yıllar çok hızlı geçiyor hayat akıp gidiyordu. Küçük kardeşim bizim yanımızda kalıyor orta okula gidiyordu. Sık sık fotoğraf albümüne bakıyor hüzünleniyordu. Babamın en fazla olsa olsa beş hadi diyelim altı fotoğrafı vardı. Onlardan da sadece sonuncu olanı renkliydi ve devlet hastanesi koğuşunda çekilmiş bir fotoğraftı. Fotoğrafta babam hasta yatağında ayakları uzanmış, sırtında hastanenin verdiği kırmızı çizgili pijama… Babam öylece oturuyor. Babamın son günleri, ağzı açık hüzünlü bir hali var. Bir iki gün sonra doktor “hastamız için yapılacak bir şey kalmadı, isteseniz evine, yatağına götürün” dedi. Bu çok net ve çok ağır bir mesajdı. Babam evindeki yatağında bir haftayı bile tamamlayamadı. Altı çocuğunu yetim, anamı dul bırakıp bu dünyadan göçüp gitti. En küçük kardeşim üç dört yaşlarındaydı. Babayı hatırlamıyor ve içinde hep bir baba özlemi ile yaşıyor. Bir akşam yemek sonrası, elinde renkli olan o tek fotoğrafla dizimin dibine oturup: “Bak abi babamın ağzı tam açık, ama ağzında hiç diş görünmüyor. Babamın takma dişleri yok muydu?” Bu soru beni derinden etkiledi. Evet babamızın takma dişi de yoktu. Yemeğini neredeyse çiğnemeden yutar, onun için hep sulu yemek ister, küçük küçük ufaladığı ekmeği yemeğine katar, yemeği ağzında bir iki çevirip çiğnemeden yutardı. Bizim babama takma diş yaptıracak gücümüz yoktu. O yıllarda sanki bir modaymış gibi ‘gerekliliği önemsenmeden, hep takma diş muhabbeti olurdu. Hemen yakın komşu kasabadaki içmeler çevresinde seyyar dişçiler ‘bir iki saat, bilemedin bir gün içinde alt üst çene takma dişi tamamlayıp, ağzınız koyuyor’ diye ballandıra ballandıra konuşulurdu. Kardeşim takılmış, çizik plak gibi aynı soruyu farklı ses tonlarıyla tekrarlayıp duruyordu. “Babama neden takma diş takımı yapılmadı?” Bilmezdi ki o günde, ailecek yaşam koşullarımız çok ağır olmuştur. O yıllarda yakın komşu kasaba Kırıkhan çevresinde seyyar dişçilerin ünü ortalığı sarmış ‘birkaç saat içinde alt, üst takma diş yapıldığını’ sağır kulaklar bile duymuştu. Yakın yöre insanlar hafit yatacak, yiyecek dengini düzüp oralara ulaşıyor, uzak yöre insanları da bir yolunu bulup oralara varıyordu. Açık alana kurulan derme çatma bu yaşam düzeninde kurulan ocaklarda yemekler yapılıyor, günde birkaç içme gözelerine inilip çıkılıyor, en çok da seyyar dişçilere dert anlatılıyordu. Her toplu hemşehri veya mahalleli kümelenmesine birkaç seyyar dişçi hizmet vermek için yarışıyor, bazı gençler ise dişlerine altın gümüş kaplama yaptırmak istiyordu. Asıl ilginç olan ise takma dişe ihtiyacı olmayan orta yaş kadın erkek bireyler bile günün modasına heves edip takma diş yaptırmak istiyordu. Ünleri tüm Anadolu’ya ve hatta komşu ülkelere yayılmış olan seyyar dişçiler; işlerinde gerçekten de çok hızlı ve ustaydı. Balmumuna benzer hamuru hastanın ağzına yerleştirip çene kalıbını alır, birkaç saat içinde de kalıba uygun yaptıkları takma dişi hastanın ağzına koyuyorlardı. Kardeşimin hüzünlü tepkisi “Babama neden takma diş takımı yapılmadı?” beynimi kemiriyordu. O günlerde buna olanağımız olsa elbette yapılırdı. Ancak bugünün olanakları dünün acıları için çare olmuyor ki... Sünnet olayından başlayıp nerelere geldik. O yıllarda doktor da çok az. Koca kente doktor sayısı iki elin parmağını geçmez. Gaziler Caddesinde yeni yapılan iş hanının caddeye bakan tarafında; namı adının önüne geçmiş Deli Doktorun muayenehanesi vardı. Deli Doktor muayeneye gelen hastanın daha şikayetini, rahatsızlığını anlatmasına fırsat vermeden hastaya: “Hele bir ağzını aç, önce dişlerini göreyim” der, hastanın ağzında çürük diş varsa “muayeneye gerek yok. Sen git önce dişlerini yaptır, ondan sonra şikayetin devam ederse o zaman gelirsin” dermiş. Deli Doktorumuza rahmetler olsun. Ta o yıllarda insanoğlu için ağız ve diş sağlığının önemini ve neredeyse birçok hastalığın kaynağı olduğunu vurgulamaya çalışmış.
 
Geri
Üst