A
Admin
Yönetici
Yönetici
İngiliz incelemeci Orlando Figes’in “Karanlıkta Fısıldaşanlar - Stalin Rusyası’nda Özel Yaşam” adlı kitabında hem Simonov ve ‘Bekle Beni’ şiiri, hem de dönem psikolojisi epey uzun biçimde incelenir. Kitabın neredeyse 75 sayfa ayırdığı bu şiir ve şiirin bu kadar sevilme nedeni şaşırtıcıdır. Özetle diyor ki kitap: “… Rus halkı Stalin diktası altında inlemektedir. En küçük muhalefet not edilmekte ve cezalandırılmaktadır. Muhbirlik almış başını gitmiştir. İnsanlar konuşamaz hale gelmiş, en yakınlarıyla bile ya konuşmuyor ya da karanlıkta fısıltıyla konuşmaktadırlar. İşte bu dönemde, en azından duygularını ifade edebilme fırsatını bulabilen insanların duygularına tercüman olan bu şiir, Ruslara, belki de insan olduklarını tekrar hatırlatmıştır… “Bekle Beni” şiiri, insanların birbirine karşı sevgi gibi, aşk gibi, umut etmek, inanmak gibi insani duygular beslemeyi ve bu uğurda mücadele etmeyi hatırlattığı ve bunun sonucunda da askerler cepheden geri döndüklerinde onları bekleyen bir sevgili olduğu düşüncesiyle savaştılar… Stalin rejimi bu insani duyguların canlanmasını, kısa vadede zaten aleyhlerine olan savaş için yararlı buldu ve destekledi. Şiir hızla yayıldı, filme ve tiyatrolara konu edildi… Rejim buna göz yumdu, çünkü savaş sırasında her bir kişiye ihtiyacı vardı ve bu geçici gevşeme Rus halkında savaş sonrasında daha yaşanabilir bir dünya ümidini de artıran bir etki yapıyordu… İşte Simonov’un bu şiiri bunun için böyle inanılmaz bir etki yaptı…” İngiliz araştırmacı Figes, her ne kadar Rus tarihi uzmanı olsa da, yüreğimiz böyle güzel ve etkileyici bir şiirin, bir propaganda aracı olduğuna pek de inanmak istemiyor sanki… Gerçi bu şiirle ilgili Stalin’in “tuhaf ve garip” yaklaşımı Figes’i haklı çıkarsa da, ne bileyim işte… KONSTANTİN SİMONOV KİMDİR? Asıl mesleği makine mühendisliği olan Konstantin Mihayiloviç Simonov Kasım 1915’de St. Petersburg’da doğan ve daha çok savaş romanlarıyla tanınan bir Rus yazardır. Gazetecilik de yapmış olan yazarı, biz daha çok Nazım Hikmet’in Moskova’ya kaçtığında indiği Vnukovsky Havaalanı’nda onu karşılayan kişi olarak biliriz. Ünü dünyaları sarmış şiiri “Bekle Beni”yi ithaf ettiği ve sonradan 1943 yılında evlendiği Valentina Serova’dan önce; Yahudi Yevgeniya Laskina adlı bir kadınla evlendiğini, bu evlilikten bir oğlu olduğunu yazmaz çoğu kaynak… Gorki Edebiyat Enstitüsü’nü bitiren yazar; altı kez Stalin, bir kez Lenin (1974) ve bir kez de Sosyalist Emek Kahramanı ödülü kazandı. Yazarın pek de öne çıkmayan ve propagandist sayılan oyunları da vardır. “ Bir Aşkın Öyküsü”, “Kasabamızın Yoldaşları” gibi… Aynı zamanda Komünist Parti Komiseri olan Simonov’un en ünlü kitapları, Türkçe’ye de çevrilen, “İnsan Asker Doğmaz”, “Savaşsız Yirmi Gün”, “Günler ve Geceler”, “Bir Daha Görüşmeyeceğiz” ve “Yaşayanlar ve Ölüler” isimli romanlarıdır. Simonov 28 Ağustos 1979 günü Moskova’da öldü. Şimdi isterseniz herkesin bildiğini sandığı ama çok insanın da ayrıntısına pek de hâkim olduğuna emin olamadığım 1951’deki Vnukovsky Havaalanı’na inen Nazım’ı karşılayan, Simonov’un o güne ait anılarına bir göz atalım. Hem görüşlerimiz genişlesin, hem de biraz yazının penceresini açıp içeriyi biraz havalandıralım… Galina Kolesnikova’nın “Nazım’la 7 Yıl” adlı anı kitabının 496-501. sayfalarında Simonov’un ağzından o günü dinliyoruz. (Halkevleri yayınları, Nisan 2006, İstanbul) “… ölümü apansız oldu ve arkasında ölümsüz kitaplar bıraktı. Şiirlerini yazdığı Türkçeyi bilenler, onun büyük bir şair olduğunu söylerler. Türkçe bilmeyen ve onun şiirlerini ancak başka dünya dillerindeki çevirilerinden okuyanlar da aynı şeyi söylerler. Uzun boylu, yakışıklı, güçlü, kızıl saçlı, mavi gözlü, şahin yüzlü bir adamdı. Herhangi bir giriş yapmadan, doğruca asıl konuya geçerek konuşmayı severdi. Gülümserken öfkelenmeyi ve öfkeliyken gülümsemeyi bilirdi… Ocağın başına geçip dostları için kendi elleriyle yemek yapmayı severdi, dostlarının da onun için aynı şeyi yapmalarından hoşlanırdı… Birisiyle konuşurken söze genellikle “bak kardeşim” diye başlardı. Bu sözler onun Türk aksanlı Rusçasıyla müthiş bir etki yapardı. … Ben bu sözleri onun ağzından ilk kez, Türkiye’den kaçtıktan sonra uçaktan inip (*Vnukovsky Havaalanı) Moskova toprağına ayak bastığından 15 dakika sonra işittim. Hikmet’i getiren uçak beklediğimiz yere doğru yöneldiğinde hepimiz biraz sonra göreceğimiz adamın nasıl biri olduğunu düşünüyorduk. On beş yıllık hapis hayatı, sonra birkaç kez evde göz hapsinde tutulma, sonra deniz yolculuğuyla umutsuzca bir kaçış… Biraz sonra uçağın kapısından çıkıp merdivenlerden Moskova toprağına inecek olan bu günkü mahpusun görünüşü nasıldı? Merdivenlerden uzun boylu, yakışıklı, kızıl saçlı bir adam bize doğru iniyordu. Ayakları yere hafif ama sağlam basıyordu. Başını hafifçe geriye atmıştı, mavi gözleri merak doluydu. Buraya dinlenmeye, mükâfat almaya, yaralarını iyileştirmeye değil; yaşamaya, çalışmaya, dövüşmeye geldiğini anlamamız için beş dakika yeterli olmuştu. Yalnızca kendisine verilen kucak dolusu çiçekleri tutan parmaklarının uçları yorgunluktan ve heyecanda titriyordu. On dakika sonra, arabada “bak kardeşim” diyen sesini duydum. “Bak kardeşim, eski Union Sineması’nın yanından geçecek miyiz? O binayı görmek istiyorum, Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde okuduğum yıllarda orası bizim yurdumuzdu…” Hikmet’in şiirinde insanın yaşadığı, soluduğu her şey var. Damlalardan oluşuyor ama bir sel halinde gelip akıyor. Ve bu sel nereye akacağını iyi biliyor… Bütün bu şiirleri yazan adamın gözleri mavi, saçları kızıl, yürüyüşü hafifti. Ve ölümünden bir gün önce yirmi yıl sonra yaşam nasıl olacak diye ateşli bir tartışmaya girmişti. Ve sabah gazetelerine elini uzatırken öldü…” Simonov hiç kuşkusuz, Nazım’ın inanmış adam yanına hayranlığından söz ediyordu. Onun şiirinden, umutsuz Rus halkı nasıl direnme azmi elde ettiyse ve onu tarihe bir anıt gibi çaktıysa, o da tanıdığı için her zaman gurur duyduğu Nazım’a benzer duygular besliyordu. Altı ay sonra, 20 Ocak 1952’de, Moskova’nın ünlü Tchaikovsky Konser Salonu’nda bir kez daha yan yana görürüz Nazım ve Simonov’u… Bu kez Nazım’ın 50. yaş gününü kutlamak için toplanmışlardır. Rus Yazarlar Birliği Başkan Yardımcısı kimliğiyle Simonov bir açılış konuşması yapar: “Sevgili dostumuz, kardeşimiz Nazım Hikmet! Bugün sizi kalben selamlıyoruz. Sizin kahraman elinizi sıkıyoruz ve size halk yolunda gönüllü hizmet, mücadele, parlak ve yaratıcı edebiyat dolu nice yıllar diliyoruz.” Nazım uzun bir teşekkürden sonra, heyecanlı sesiyle yanıt verir: “Yoldaşlar… Bana karşı gösterdiğiniz sevgiyi, sadece kendim için değil, önce halkım, sonra bizim Komünist Partisi ve işçi sınıfı adına kabul ediyorum. Sovyet Halkı olmasaydı Türk Halkı, 1. Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’den emperyalistleri kovamazdı. Memleketimi, halkımı sevdiğiniz için size teşekkür ediyorum. Biz bu kardeş yardımınızı hiçbir zaman unutmadık, unutmayacağız…” (“Nazım”, Can Dündar, İmge Yay. Ankara, Ekim 2005, 5. Baskı, sf; 46-47) Üzerinizdeki savaş baskısı biraz dağıldıysa aferin bana… Hadi tekrar “Bekle Beni” şiirinin hikâyesine dönelim. Konstantin Simonov’un aklını başından alan kadın, dönemin ünlü sinema oyuncusu, güzeller güzeli Valentina Serova’dır. İlk karşılaşmaları 1940 yılında Moskova yakınlarındaki Kolomenskoye Tren İstasyonu’nda olur. Simonov’un ağzıyla konuşursak; “İşlemeli gök mavisi bir elbise giymiş olan Valentina, uçuşan sarı saçları, yaramazca havalanan eteği ve boynundaki beyaz inci gerdanlığıyla” çok güzel bir kadındır ve ona âşık olmamak imkânsızdır. Simonov, Serova için, “Senin yüzün benim kaderim” diyordu ve bu kadere ulaşmak için hep savaştan sonraki güzel günleri düşleyerek ayakta kalmayı başarmıştı. Sadece “Bekle Beni” şiirini yazmamıştır elbette Serova için… “Seninle ve Sensiz”, “Kızma Yazarsam”, şiirleri de Serova için yazılmış ama hiç biri “Bekle Beni” kadar popüler olmamıştır. Uzatmayalım, 1943 yılında Simonov ve Serova evlenirler. Tek sorun, şu kahrolası savaşın bitmemiş olmasıdır yalnızca. O da fazla sürmez, 30 Nisan’da (1945) Kızıl Ordu’nun askeri, Abdülhâkim İsmailov, Hitler’in Berlin’deki karargâhının üzerine çekiç oraklı bayrağı çekerek savaşın bittiğini bildirir bütün dünyaya. Simonov memleketine, Serova’nın derin denizler gibi güzel gözlerine döner. Çok heyecanlıdır. Ama daha gelir gelmez bir şeylerin yolunda gitmediğini fark eder. Oysaki tarihe çakılan bu büyük aşkın şiiri Pravda’da bile yayınlanmamış mıydı? (14 Ocak 1942, sf,3) Sonra Warner Bross bu hikâyeyi filme çekmiş ve Serova kendini oynamamış mıydı? (1943) Senaryosunu Konstantin Simonov ve Alexander Stolper’in yazdığı film şiirle aynı adı taşıyordu. (Wait For Me) … Sonra efsane üzerine efsane… Yine aynı yıl İbrahim Shlenskim tarafından İbraniceye çevrilen şiir Süleyman Deutscher tarafından bestelenmemiş miydi? Durur ve tüm dikkatiyle Serova’nın gözlerinin içine bakar Simonov. Artık aşk duyduğu kadın Rus sinemasının yıldızlarından biridir. Görmediği süre onu meslekte yükseltmiş, belki de şımartmıştır. Üzerine her yerden duyduğu, güzeller güzeli Serova’nın yakışıklı Rus aktörleriyle ayyuka çıkan dedikoduları yüreğini kemirir Simonov’un… Kulağında hüzünlü şiirinin bazı sözleri çınlar. “Bırak beklemekten usanmış dostlarım / Öldüğümü sansınlar benim / İçme anılar gibi acı / İçme sakın o şaraptan.” Gerçek bir âşık gibi, aşkının incindiğini görmektense, gelen ve gelecek tüm acıları üstlenerek… 1957 yılında… aniden… Serova’yı terk eder Simonov. Karlı bir Moskova sabahıdır ve Simonov bir daha asla geriye dönmeyecektir. Sadece nereye giderse gitsin, kafasının içinde bir dize hep onunla dolaşır, ta ki 12 Aralık 1975 günü Valentina Serova ölene kadar... “Sağ kalışımın sırrını sadece senle ben bileceğiz / Bütün sır, senin beklemeyi bilmende…” VALENTİNA SEROVA KİMDİR? 23 Aralık 1917’de Kharkiv’de doğan ve asıl adı Valentina Polivikova olan Rus sinema oyuncusudur. 1938 yılında evlendiği ilk eşi Anatoli Serov adlı Sovyet Hava Kuvvetleri’nde test pilotu olan kocası, 1939’da bir test uçuşunda ölünce dul kalır. 1940 yılında şair ve gazeteci Simonov’la tanışır. 1943 yılında evlenseler bile adı bir orgeneralle aşk dedikodularına karıştığından (Orgeneral Rokossovski) evlilikleri fazla sürmez. Alkol bağımlısı bir düşkün olarak 12 Aralık 1975 günü Moskova’da ölür. Simonov, büyük aşkı Serova’nın cenazesine katılmaz. Ancak ertesi sabah Serova’nın karla kaplı mezarının üzerinde, bir saksı içinde, dondurucu soğuğa inat, yaprakları cam gibi ışıldayan mavi hareli, sarı yapraklı bir hercai menekşe çiçeği bulunur. Çiçeğin kiremit kırmızısı gövdesine, beyaz bir kağıt yapıştırılmıştır. Kâğıtta imzasız kısacık bir not vardır: “Zhdy Menya” (Bekle Beni) Daha sonraki günlerde bu çiçeği kimin bıraktığı ve o küçük notu kendisinin yazıp yazmadığı defalarca sorulur Konstantin Simonov’a… Simonov hiç konuşmaz, hiçbir zaman… Sadece yüzünde acı bir gülümsemeyle susar. 28 Ağustos 1979 günü ölene kadar hep… susar… Büyük bir sır, Simonov’la birlikte toprağa gömülür. “Tek bir haber bile çıkmasa uzaklardan / Saçma da olsa bekleyişin / Yalnız sen olsan bile bekleyen beni / Bekle beni / Bırak beklemekten usanmış dostlarım / Öldüğümü sansınlar benim / İçme anılar gibi acı / İçme sakın o şaraptan / Yağmurlar içinde bekle beni / Karlar tozarken bekle / Ortalık ağarırken bekle / Kimseler beklemezken / Sen bekle beni"