A
Admin
Yönetici
Yönetici
"Uğurcan Fenerbahçe’ye gidiyor", "Ali Koç fiyatı artırdı", "Trabzonspor’la anlaştılar..." Dedikodu kazanı yine fokur fokur kaynıyor. Oysa Uğurcan Çakır, bu şehrin evladı. Bu formayla büyüdü, bu armayla adam oldu. Avrupa’ya gitmek isterse yolu açık olsun, bizden alkışla gider. Ama bu topraklarda, bu ligde Trabzonspor’dan başka bir formayı giymeyeceğini defalarca söyledi. Sadece o değil, Trabzonspor Başkanı da yıllardır bıkmadan usanmadan yineledi: “Uğurcan Türkiye’de sadece Trabzonspor formasını giyer. “Ama ne yazık ki, bazı insanlar lafla değil, menfaatle anlar. Hafızaları da seçici... Unutmadık! Unutamayız! Milli Takım kalesi için İstanbul medyası Uğurcan’ı değil, Altay’ı yazıyordu. Fenerbahçe yönetimi ve taraftarı, Altay oynasın diye TFF’yi ablukaya aldı. Ve en acısı... Saraçoğlu’nda oynanan maçlarda Uğurcan’ın ailesine, annesine edilen o sinkaflı küfürleri ne çabuk unuttunuz? Şimdi ne değişti? O gün “Yerden yere vurduğunuz” Uğurcan, bugün “elinize düşsün” diye mi kapı aşındırıyorsunuz? Sayın Ali Koç, gerçekten Trabzonspor’un kapısını mı çalıyorsunuz? Gerçekten kaptan Uğurcan’ımı istiyorsunuz? Ve eğer bir gün Uğurcan da bu seslere kulak verir, bu şehirden kopup o formayı giyerse... İşte o zaman ayıp sadece onu isteyenlerde değil, o formayı giyende de olur. Çünkü biz onu sadece bir kaleci olarak sevmedik. O, bizim için bir kaptandı. Sahada direnişti, tribünde gururdu, soyunma odasında omuzdu. Son kez ve yüksek sesle söylüyorum: Kaptan gemiyi terk etmez! BRE BRE BRE! KAPAKSIZ KAYNAMIŞ, ÇALGISIZ OYNAMIŞ! Yaz transfer dönemi geldi mi, ülkece bir telaş sarar dört bir yanı… Futbol medyası, sosyal medya hesapları, YouTube yorumcuları… Herkesin elinde bir liste, hayal gücü sonsuz! Kimisi reyting, kimisi tık, kimisi de takipçi peşinde. Rüyasında gördüğü futbolcuyu sabah “resmi transfer” diye servis eden mi dersiniz, “bir kaynağa göre” cümlesiyle milyonları heyecanlandıran mı? Son dönemin yeni gözdesi ise "Transfer Dedektifleri!" YouTube ekranlarında bir tiyatro sergileniyor adeta. Alarm sesleri, dramatik fon müzikleri, “Bomba patlıyor!”, “Masada son durum!”, “Oyuncu bavulunu topladı!” gibi ezber cümleler. Ama masada ne oyuncu var, ne bavul, ne de imza. Gerçekler Ne Diyor? Başkan Ertuğrul Doğan’ın sponsorluk imza töreninde yaşanan transfer diyaloğu, bu curcunanın özeti gibiydi: Christos Zafeiris? Yok. Mamadou Sangaré? Yok. Timo Werner? Yok. Albert Grønbæk? Yok. Romulo? Beğendiğimiz bir oyuncu, gelişme yok. Gökhan Sazdağı? Yok. Maestro? Yok. Ćaleta-Car? Yok. Ángel Rodado? Yok. Ondrej Duda? Yok. İrfan Can Kahveci? Gündemimiz olmadı. Axel Tuanzebe? Beğendiğimiz bir oyuncu, konuşuyoruz. Koskoca listeden yalnızca iki oyuncu için “beğeniyoruz, konuşuyoruz” ifadesi duyuldu. Diğerlerinin tamamı şehir efsanesi. Tam da bu noktada Anadolu irfanı devreye giriyor: "Bre bre bre! Kapaksız kaynamış, çalgısız oynamış!" Ne güzel özetlemiş eskiler… Ortada gerçek bilgi yoksa, çalınan davul boştur! Habercinin görevi reyting değil, teyit. Taraftarın görevi de her duyduğuna inanmamak. Transfer dönemi bir masal sezonudur. Hayal kurmak güzeldir ama kandırılmamak şartıyla… Unutmayalım: Gerçek haber geç gelir, ama sağlam gelir. Hayal satmak kolaydır. Zor olan, gerçeği bulmaktır. YALIDAN DEĞİL YÜREKTEN! Trabzonspor, lüks semtlerin steril sahalarında değil; Moloz’un yosunlu taşlarında, Faroz’un dalga seslerinde, Yoroz’un rüzgârıyla büyüdü. Bu takımın hamuru, yayla yollarında yoğruldu. Ayağında çivili krampon yerine çamur, yüreğinde ise Bordo-Mavi sevdası vardı. Bugün sahaya çıkanlar sadece futbolcu değil; sabahın köründe balıkçı barınağından geçen, okuldan kaçıp deniz kenarında top oynayan, Trabzon’un gerçek çocukları. Trabzonspor, kütükle değil, karakterle, ruhla Trabzonlu. Ve unutulmasın: Bu takım yalıdan çıkmadı, yürekten geldi! SİKAN’DAN VAZGEÇMEYİN! Trabzonspor’un ara transfer döneminde 6 milyon Euro gibi ciddi bir bedelle Dinamo Kiev’den kadrosuna kattığı Sikan, tartışma konusu olmaya başladı. Teknik Direktör Fatih Tekke'nin “Verdiğim taktikleri uygulamakta zorlanıyor” yönünde bazı duyumlar aldık. Üstelik oyuncuya Kopenhag’ın da ilgi duyduğu iddiaları ortalıkta dolaşıyor. Buradan açık çağrım Fatih Hoca’ya: Sikan genç, dinamik ve potansiyeli yüksek bir oyuncu. Alışma sürecini tamamladığında çok daha etkili olacaktır. Bugün vazgeçmek, yarının yıldızından olmak demek. Bu kadar yatırım yapılan bir oyuncuya zaman tanımak, kulübün uzun vadeli başarısı için elzemdir. Sikan’ın doğru sistem ve sabırla Trabzonspor’a önemli katkılar yapacağına inanıyorum. Bu genç yeteneği kaybetmek değil, parlatmak gerekir. Kalmalı… Hem de güçlü bir şekilde! İKİ GÜZEL İNSAN: AFACAN YILMAZ VE ANTHOM MUZAFFER Trabzon sokaklarında büyüyen her çocuğun bir hikâyesi vardır. Kimi deniz kokusunu anlatır, kimi Faroz, Moloz, Çömlekçi, Arafilboyu, Boztepe yokuşlarını... Ama bazı isimler vardır ki sadece hatıralarda değil, gönüllerde yaşar. İşte onlardan ikisi: Afacan Yılmaz ve Anthom Muzaffer. 1987’lerin sonuydu. Yenimahalle’deki video kaset dükkânının önünden geçmeyen yoktu. İçeri bir uğrayanın, çayını içmeden çıktığı da pek görülmezdi. Rahmetli Afacan Yılmaz, Trabzon’un her mahallesine, her kahvehanesine uğramış gibiydi. Samimiydi, delikanlıydı. Ama en çok da hayalleri büyüktü. Sadece video kaseti satmaz, hayatın içinden sahneleri de yüreğinde taşırdı. Bir gün o hayallerinden biri gerçek oldu. “Gel Muzaffer, seninle film çekelim,” dedi. Başrolde, tabii ki rahmetli Anthom Muzaffer vardı. Ona teklif götürüldüğünde, “Olur ama bir şartla,” dedi Muzaffer. “Beni Yeşilçam’a götürme sözü ver.” Afacan da Trabzon’un delikanlı sözü verdi mi tutardı. Bir de Muzaffer’in kız arkadaşına tişört almayı ihmal etmedi. Senaryo hazırlandı: Seferoğulları ile Tellioğulları... Trabzon’un içinden, mahallelerin arasından, dostlukların ve düşmanlıkların kıyısından geçen bir hikâye... Filmin başlangıcı Beşiri’deki yıkama-yağlamanın orada geçti. Muzaffer, İstanbul’dan döner, işsizdir. Tamirhanede ona bir iş bulunur, yatacak yer ayarlanır. Derken marangoz atölyesi, Otel Özgür, Boztepe, Yıldızlı kumsalı... Her karede Trabzon’un yüreği vardı. Ama filmin ruhunu, o gerçek gibi çekilmiş çatışma sahnesi verdi. Tellioğulları, Muzaffer’in peşine düşmüştü. Atölyeyi bastılar. Bir dost, soluğu Afacan Yılmaz’ın dükkânında aldı: “Afacan abi, Tellioğulları, Muzaffer’i vuracak!” İşte o an filmin değil, neredeyse gerçek bir dramın perdesi açıldı. Çekim yapılıyor muydu, yoksa mahalle gerçekten ayağa mı kalkmıştı, kimse ayırt edemedi. Kurgu ile gerçeğin birbirine karıştığı o sahnede silahlar patladı, Tellioğulları dağıldı, polis sirenleri sete sirayet etti. Filmdeki kahramanlar bir süre sonra tekrar gerçek hayata döndü. Çekimler tamamlandı. Muzaffer, “Sözünde dur,” dedi. Afacan da tuttu sözünü. Film yapımcısını aradı, Muzaffer’i görüştürdü. Kasetin üzerine gururla yazıldı: Başrolde Anthom Muzaffer. Satışlar patladı. Ama önemli olan satış değil, o dostluktu. O anıydı. O sözde duruştu. Bugün bu iki güzel insan artık aramızda değil. Ama onların izleri, Trabzon’un taşında, toprağında, denizinin tuzunda duruyor. Biri mahallenin Afacanıydı, diğeri gönüllerin Muzafferi... Her ikisi de, bu şehrin unutulmaz yüzleri olarak kaldı. Ruhları şad olsun: Afacan Yılmaz ve Anthom Muzaffer.