Kaderin yazı(lım)ında insan

  • Konbuyu başlatan Admin
  • Başlangıç tarihi
A

Admin

Yönetici
Yönetici
Sosyolojinin ortaya çıkışının erken zamanlarında yükselen teori ve tartışmalar, o gün için bir felsefi zemin oluşturma ve toplumsal inşa açısından bir gereklilik ifade etmekteydi. Aslında bu teori ve tartışmaların bugün yaşadığımız sorunlar bağlamında da hala anlamlı olduğunu belirtmeliyiz.

Öncelikle psikolojizm ve sosyolojizm denilen, toplumu ve toplumsal olayları açıklarken “birey”in mi yoksa toplumun mu merkeze alınacağı meselesi bu tartışmalardan birisidir. Elbette “birey”in katkıları olmazsa, toplumsal değişim ve gelişmelerden bahsetmek mümkün olmaz. Öte yandan Durkheim’in ısrarla vurguladığı gibi bireyi toplum oluşturmaktadır. Ona göre toplum bireyse yansımalarını bulmaktadır. Bu biraz da Durkheim’in dinin yerine kuvvetli bir referans olarak “toplum”u yerleştirme gayretinden ya da mecburiyetinden kaynaklanmaktadır.

Aslında sosyal çürüme bağlamında tartışılması gereken mesele insan (fert) ile devlet ve toplum arasında kurulan ilişki biçimidir. Öncelikle gerçek bir varlıktan bahsedeceksek bu herhalde “insan” olsa gerektir. Dolayısıyla toplum, devlet vb. tüm diğer kavramlar insandan türeyen bir varoluşa tekabül ederler. Buradan yola çıkıldığında, insan esastır ve insana dair diğer varoluşlar bir hedefi gerçekleştirmek üzere vardırlar.

Bu bağlamda meseleyi daha iyi anlatmak için Şeyh Edebali’nin felsefi temel olabilecek sözüzü hatırlatalım; “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” Buna dayalı olarak şöyle bir sonuç cümlesi kurabiliriz: “insan sebep devlet sonuçtur.” İnsan devlet ilişkisi söz konusu olduğunda pratikte de kendisini muhafaza eden iki yaklaşımdan bahsedilebilir. Birincisi, “insan devlet içindir” şeklinde özetlenebilecek olan ve devleti insana önceleyen yaklaşımdır. İkincisi de, devlet insan içindir” biçiminde formülleştirilen ve insanı diğer organizasyonlara önceleyen yaklaşımdır.

Aynı yaklaşım ve ilişki biçimleri insan ve toplum arasındaki ilişkide de kurulabilir. Özellikle insan-toplum ilişkisi söz konusu olduğunda, insanın toplumsal hayatın farklı katmanlarında yaşayan bir varlık olarak toplumsallığın oluşumundan sorumluluğu daha öncelikli dile getirilmelidir. Zira aile, okul, topluluk, mahalle, işyeri vb. farklı toplumsal ilişki ve katmanlar insanların onları kurma ve yönlendirme biçimleri çerçevesinde hareket ederler.

Elbette insan-toplum ya da insan-devlet arasındaki ilişkide, toplum ve devletin bir güç olarak insanın üzerine dönmesi söz konusudur. Bunun bir noktaya kadar olması gayet doğaldır. Fakat tarihsel süreç boyunca da gözlemleneceği üzere, bir noktadan sonra toplum ve devletin insanın üzerinde tamamen belirleyici bir totalite kazanması insanın toplum ve devletin çerçevesini yeniden düzenleme ve katkı sunma imkanını sona erdirebilir. Bu durumda yatay düzlemde insan-insan arasındaki ilişkiler kadar insan ve kurumlar ve toplum arasındaki ilişki düzenekleri de sağlıklı olmaktan çıkmaktadır.

Toplumda birçok insan devletin insanı ahlaklı kılabileceğini ve hatta insanın bütün dini, manevi gelişiminin devlete bağlı olduğunu düşünmektedir. En ufak bir sorun olduğunda, devletin yasa çıkararak ve güç kullanarak meseleyi halletmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Elbette devletin çerçeve çizme anlamında bir fonksiyonu vardır. Fakat bu zihniyet, insanı tamamen belirlenmiş bir figür olarak düşünmektedir.

Bugün toplumda toplumsal çürüme sorunu giderek yoğun biçimde tartışılmaktadır. Bunu halledebilmenin yolu; insanın ve toplumsal bütün katmanların burada sorumluluk almalarıdır. Toplumsal çürüme ilerlediği durumda, negatif sonuçlarının tüm topluma yayıldığı yani topluma döndüğü bir nitelik taşımaktadır. Dolayısıyla insan kendi kaderini sahiplenmelidir.
 
Geri
Üst