Hayatın kaynak kodları

  • Konbuyu başlatan Admin
  • Başlangıç tarihi
A

Admin

Yönetici
Yönetici
Sanki evren, gözle görülmeyen ama her an, her yerde çalışan devasa bir işletim sistemine sahip. Çoğumuz, bu sistemin son kullanıcılarıyız; önümüze konan arayüzdeki butonlara basıyor, sonuçlarına bazen sevinip bazen de hayıflanarak ömrümüzü tüketiyoruz. Hayatı, bir dizi tesadüfün ve kör talihin yönettiği kaotik bir macera sanıyoruz. Oysa küçük bir azınlık, arayüzün arkasına geçip sistemin temel kodlarını, varoluşun o gizli ve şaşmaz matematiğini okumanın sırrına ermiştir. Onlar için hayat bir tesadüf değil, kuralları olan bir oyundur ve bu kuralları bilmek, onlara neredeyse doğaüstü bir güç bahşeder.

Bu işletim sisteminin adı, bize göre "Sünnetullah", çağımızın dilinde ise "evrensel yasalar"dır. İnansanız da inanmasanız da, farkında olsanız da olmasanız da, bu kodlar her an çalışır; başarıyı, başarısızlığı, ilişkileri ve serveti gizlice dokur. Gelin, bu kâinat yazılımının en temel komut satırlarından bazılarını birlikte deşifre etmeye çalışalım.

Bu sistemin en şaşırtıcı ve belki de en rahatsız edici prensibi, orantısızlık üzerine kurulu olmasıdır. Pareto Prensibi bize, sonuçların yüzde sekseninin, sebeplerin yüzde yirmisinden geldiğini fısıldar. Bir şirketteki cironun aslan payını müşterilerin küçük bir kısmı yapar, bir insanın mutluluğunun büyük bir kısmını ise hayatındaki birkaç temel aktivite veya ilişki inşa eder. Bu ilkeyi daha da keskinleştiren Price Yasası ise, herhangi bir organizasyondaki işin yarısını, toplam çalışan sayısının karekökü kadar insanın yaptığını söyler. Yüz kişilik bir şirkette on kişi, bin kişilik bir orduda ise yaklaşık otuz iki kişi, zaferin veya hezimetin yarısının sorumlusudur. Bu, avantajın sürekli olarak avantajı doğurduğu, başarının kartopu gibi kendine benzer yeni başarıları çektiği "Matta Etkisi" ile birleştiğinde, evrenin adil değil, tutarlı bir matematik üzerine kurulu olduğu gerçeğiyle yüzleşiriz. Hayat, herkese eşit davranmaz; ancak sistemin kendi içindeki yasalarına mutlak bir sadakatle işler. Çoğumuz, bu yüzde yirmilik verimli alana odaklanmak yerine, enerjimizi yüzde seksenlik çorak topraklarda heba ederiz.

Zamanın ve enerjinin yönetimi ise bu işletim sistemindeki en hassas ayarlardan biridir. Parkinson Yasası, bir işin, ona ayrılan zaman kadar uzayacağını söyleyerek bize acı bir gerçeği hatırlatır; kendimize tanıdığımız her fazladan dakika, verimlilikten çalınan ve mükemmeliyetçilik zehrine katılan birer damladır. Bu yüzden en keskin zihinler, kendilerine her zaman ihtiyaç duyduklarından daha az zaman verirler. Çünkü bilirler ki, suni bir aciliyet hissi, zihni en önemli olana odaklanmaya ve gereksiz teferruatı acımasızca budamaya mecbur bırakır. Ne var ki, insan plan yaparken daima iyimserdir. Hofstadter Yasası, bu iyimserliğin bir yanılsama olduğunu, her işin, bu yasayı hesaba katsanız bile, beklediğinizden daha uzun süreceğini söyler. Bu, evrenin bize "Sen plan yaparsın ama son sözü ben söylerim" deme şeklidir belki de. Bu yüzden bilge insan, planlarını mükemmellik üzerine değil, daima bir belirsizlik payı bırakarak yapar.

Fakat bu sistemin en can alıcı kodları, insan davranışlarını yönetenlerdir. Çünkü insan, mantıklı bir varlık olmaktan çok, sosyal bir varlıktır. Belirsizlik anında ne yapacağımızı bilmek için etrafımızdakilerin ne yaptığına bakarız (Sosyal Kanıt). Bize yapılan bir iyiliğin altında ezilir, karşılığını verme zorunluluğu hissederiz (Karşılıklılık). En önemlisi de, bir kez kendimizi bir kimlikle tanımladığımızda, o kimliğe uygun davranmak için içimizde karşı konulmaz bir arzu duyarız (Adanmışlık ve Tutarlılık). "Kilo vermek istiyorum" diyen birinin iradesi pamuk ipliğine bağlıyken, "Ben sağlıklı yaşayan bir insanım" diyen birinin adımları yere daha sağlam basar. Değişim, hedefleri değiştirmekle değil, kimliği dönüştürmekle başlar. Çevreniz, kim olduğunuzu belirleyen bir ayna değil, kim olacağınızı şekillendiren bir kalıptır.

Ve son olarak, tüm bu yasaları bir arada tutan nihai prensip: Entropi, yani her şeyin daimi bakıma muhtaç olduğu hakikati. İkinci Termodinamik Yasası, evrendeki her sistemin, dışarıdan sürekli bir enerji yatırımı yapılmadığı takdirde, düzensizliğe ve çürümeye mahkûm olduğunu hükmeder. Bir zamanlar tutkuyla kurulan ilişkiler, özen gösterilmezse sessizce solar. Emekle kazanılan beceriler, tekrar edilmezse paslanır. İnşa edilen her yapı, her kurum, her medeniyet, sürekli bir bakım ve onarım enerjisi gerektirir. Çoğumuz yeni şeyler inşa etmenin heyecanına kapılırken, elimizde olanı korumanın o sessiz ve sabırlı bilgeliğini gözden kaçırırız.

Hayat, önümüze konulmuş basit bir menüden ibaret değil. O, derinlerinde sonsuz olasılıklar barındıran, katman katman açılmayı bekleyen karmaşık bir yazılım. Ve önümüzde iki seçenek duruyor: Hayatımızın sonuna kadar bu işletim sisteminin bize sunduğu standart ayarlarla, dayatılan arayüzle mi yaşayacağız; yoksa bir an durup o derindeki kod satırlarına inecek cesareti göstererek, kendi sistemimizin efendisi mi olacağız?
 
Geri
Üst