EMÂNETİN ŞÂHİDİ: DALIN DİLİ!

  • Konbuyu başlatan Admin
  • Başlangıç tarihi
A

Admin

Yönetici
Yönetici
Yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen, her konuda birbirine güvenen can-ciğer iki arkadaştan biri hacca gitmeye niyetlenir. Bu mukaddes yolculuk öncesi helâllik alınır, emânetler emin ellere ve sâhibine teslim edilir. Kul hakkının üzerinde kalmamasına özen gösterilir. Parası olanlar da güvenilir bir dostuna emânet bırakır. O dönemde banka bulunmaz. Hacca gidecek adamın bir miktar altını vardır. Çok sevdiği ve güvendiği arkadaşına emânet bırakır. Haccını yapar, sağ salim döner, arkadaşından verdiği emâneti ister. Arkadaşı almadığını söyler ve emâneti vermez. İki arkadaş, biri dâvâlı, öbürü dâvâcı, Kâdı İyas’ın huzuruna çıkarlar. Yargılama başlar. Dâvâcı: — Kâdı Efendi! Ben bu arkadaşa, hacca giderken altınlarımı, korumak üzere emânet olarak verdim. Hac dönüşü bana geri verecekti. Fakat şimdi ben, senden bir şey almadım diye inkâr ederek vermiyor.” der. Kâdı İyas, dâvâ edilen adama döner ve: — Ne dersin arkadaşının söylediklerine?” diye sorar. Adam büyük bir öfke ve hiddetle: — Kâdı Efendi, iftira ediyor! Bana hiçbir şey vermedi!” der. Kâdı: — Yemin eder misin?” der. Dâvâlı hiç düşünmeden pişkince: — Evet!” der. Kâdı dâvâcıya döner ve: — Pekâlâ, şâhidin var mı evlâdım?” der. Dâvâcı: — Hayır Kâdı Efendi, onun namuslu, dürüst biri olduğuna inanmış ve güvenmiştim!” der. Kâdı: — Pekî, bu adama parayı nerede verdin?” der. Dâvâcı: — Kırda, bir ağacın altında verdim Efendim!” der. Kâdı: — Çevrede hiç kimse de mi yoktu evlâdım?” der. Dâvâcı: — Hayır, yoktu!” der. Kâdı: — Öyleyse git, o ağaçtan bir tâne dal kes getir, belki o ağacın dalı sana şâhitlik eder!” der. Dâvâlı o kadar şaşırmıştır ki, ağaç dalının şâhitlik edeceğini düşünmek bile komik gelir ve: — Kâdı Efendi! Ağaç dalı nasıl şâhitlik edecek? Ağaçtan şâhit mi olur?” diye itiraz etse de, dâvâcı Kâdı’nın isteğini yerine getirmek için huzurdan çıkar. Kâdı İyas, yastığına yaslanır. Eline bir kitap alır, okumaya başlar. Bir hayli zaman geçer ama adam dönmez. Dâvâ edilen adam beklemekten usanır, sıkılır, dalar gider ve bir anda dâvâyı bile unutur. Kâdı İyas, kafasında bir hesap yaparken, yavaşça mırıldanır ve: — Nerede kaldı bu adam yâhû, hâlâ gelmedi!” der. Dâvâlı adam o kadar dalgındır ki, söylediklerinin sonunu düşünmeden ağzından kaçırır ve: — Kâdı Efendi, o ağacın bulunduğu yer çok uzak bir yerdir; iki saatten önce dönmesi mümkün değil!” der. Kâdı İyas, sessizce düşünür, birden gözlerinde bir ışıltı belirir ve: — İşte bak, ağaç dalı şâhitlik etti!” der. Dâvâlı adam bir anda neye uğradığını şaşırır. Yaptığı büyük gafı fark eder ama iş işten geçmiştir. Hak yerini bulacaktır. Kendi kazdığı kuyuya kendi düşer. Cengiz Numanoğlu’nun: “Selâmet istiyorsan, isteme kuldan medet; Allah’tan aldığını, Allâh’a emânet et.” dediği gibi Kâdı Efendi de devamla: — Parayı sahibine ver, yoksa seni zindana atarım. Az önce, o ağacın dibinde arkadaşından para aldığını inkâr ediyordun. Söyle bakalım, o ağacın buraya uzak olduğunu nereden biliyorsun?” der. Adama söyleyecek söz, çıkar bir yol, kaçış ve kurtuluş ümidi kalmamıştır. Pişmanlıklar içinde bağışlanmayı diler. Bir daha böyle bir şey yapmamak üzere söz verir, tövbe eder. Adam gelince parayı sâhibine teslim eder ve çıkıp giderler. Necip Fâzıl, insanlara şu önemli dersi verir: “Ey genç adam, bu düstur sana emânet olsun: Ötelerden habersiz nizâma lânet olsun!” Emânetin ne kadar değerli olduğunu vurgulayan bir âyet-i kerîme vardır: “Şüphesiz ki Allah, size emânetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adâletle hükmetmenizi emrediyor.” (Nisa;58) Bu emir, hem sıradan bireylere hem yöneticilere yöneliktir; adâlet ve emânet herkesin sorumluluğudur. Makam da emânettir, komşuluk da... İlmin kendisi, sözün özü, verilen söz, alınan nefes... Hepsi birer emânettir. Hepsi korunmayı, sâhibine hakkıyla ulaşmayı ve ne maksatla verilmişse ona uygun olarak kullanılmayı bekler. Emânet herkese karşı gözetilir, herkesten alınan emânet sâhibine geri verilir. Nitekim Efendimiz’in (s.a.v.) bu konuda söylediği gibi: “Sana emânet verenin emânetini öde, sana hıyânet edene (senin emânetini inkâr edene) sen hıyânet etme (sana emânet ettiği şeyi ona geri ver)” Aldığı emâneti ödemek isteyen kişiye Allah, ödeme kolaylığı verir. Allâh’ın Elçisi: “Kim insanların mallarını alır da sonra ödemek isterse Allah ona borcunu ödeme kolaylığı verir. Kim de yok etmek niyetiyle alırsa Allah o kimseyi yok eder.” buyurmaktadır. Bugün, dağlara emânet edilemeyip de bize tevdî edilen o ağır yükü hissetmeye, emânet bilincini yeniden kuşanmaya muhtacız. Göğsümüze emânet edilen îmanın, kalbimize emânet edilen ihsânın, aklımıza emânet edilen idrâkin gereğini yapmalıyız. Zamana ve insana dâir güvensizlik söylemlerine aldanmadan, cesâretimizi kaybetmeden; “emân toplumunun oluşumunda payı bulunan emin insanlar” olmak için çaba sarf etmeliyiz. Her insan, sonunda, yaptığı ya da yapmadığı işler nedeniyle sorgulanacaktır. Bunun karşılığında mükâfat veya cezayla karşılaşacaktır. Çünkü Allah û Teâlâ’nın: “İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sâdece ‘Îman ettik.’ demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?” (29/2) âyetinde bildirdiği üzere Müslümanlık, yalnızca bir unvan değil, bu unvanın gereğini yerine getirme sorumluluğudur. Îman, sadece dilde değil, hayatta da şâhitlik ister. (diyanet.gov.tr) Âsâr-ı Gönül de der ki: “Emânet, sadece bir yük değil, kalpte taşınan bir sorumluluktur. Duruşun, kalbinin derinliklerinden çıkar ve her adımda seninle olur. Ve evet… Bir ağaç dalı da şâhitlik eder. Yeter ki yüreğimiz, adâletin sesine kulak versin. Necip Fâzıl: “Bir anlık emânetle ne türlü övünelim, Gel, rahmet kapısında ağlaşıp dövünelim!” Elbette anlayana, anlamak isteyene… Hâsıl-ı Kelâm! “Ölenler Ölümü Bilmez, Ölüm Kalanların Hikâyesidir. Yol Elif İse, Yön Bellidir... Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar... Söz Meclise, Kıssa Herkese… Söz Uzar, Kesmek Gerektir Vesselâm!” Âsâr-ı Gönül’den selâm ve duâ ile...
 
Geri
Üst