A
Admin
Yönetici
Yönetici
BİR ÜSLUPSUZLUK MESELESİ Gazeteci İbrahim Haskoloğlu, 23.05.2025 tarihinde Instagram hesabında bir video paylaştı. Paylaştığı video, 19.05.2025 tarihli yazımda sözünü ettiğim “yere çöp atan bilinçsiz vatandaş”ın hâlleri ile ilgiliydi. Ne tesadüf, ben eleştirdim; üstüne böyle bir olay yaşandı diyemeyeceğim çünkü artık bu duyarsız tavırlar her an her dakika yaşanıyor, en azından yaşadığım şehirde konuyla ilgili hiçbir çalışma yapılmıyor. Sözünü ettiğim videoyu sıradan bir çöp atma hadisesinden çıkaran şey, Gaziantep Şehitkâmil Belediye Başkanı Umut Yılmaz’ın uyarılarına vatandaşın verdiği cevaplardı. Defalarca izledim, bu noktaya nasıl geldiğimizi düşündüm. Cevapları bulmak pek de zor olmadı. Görsel: Gaziantep Şehitkâmil Belediye Başkanı Umut Yılmaz Gelelim şu videoya… Mutlaka izleyin izlemesine de izlemeyeniniz varsa ben şimdilik özetleyeyim konuyu, sonra izlersiniz. Gaziantep’te Şehitkâmil Belediye Başkanı Umut Yılmaz, şehir içi trafikte yol alırken bir vatandaşın, bindiği aracın penceresinden yola çöp attığını görüyor. Şoföre talimat verip makam aracını durduruyor. Diğer aracın da durmasını sağlıyor. Kendisi araçtan inerek öncelikle durdurduğu aracın şoförüyle selamlaşıp tokalaşıyor. Sonra da aracın arka koltuğunda oturan ve çöpü atan kişinin araçtan inmesini sağlıyor. Yaşını soruyor. Otuzlu yaşlardaki adam, “On beş…” diyor. Pis pis sırıtıyor, kendince dalga geçiyor. Belediye Başkanı, adama yere attığı çöpü göstererek “Niye attın bunu?” diye soruyor. Adamın cevabı sinirleri hoplatan cinsten. Yüzsüzce, “Bunu ben mi attım?” diyor. Belediye Başkanı sabırla şu açıklamayı yapıyor: “Yemek yerken camı açtın, attın.” Başkanın aldığı cevap şu: “Yoo, ben hatırlamıyorum.” Ya sabır! Başkan, “Çöpü almayacak mısın?” diye soruyor. Adam, “Alayım abi.” diye cevap verirken yerden aldığı çöpü arabanın altına fırlatıp “Aha böyle oldu mu?!” diyor. Ne dersin, ne yaparsın buna şimdi? İnsanın ayarlarıyla oynuyor. Grev yapan işçilere saldıran kimilerinin aksine başkan son derece sabırlı. Hadsiz hudutsuzca konuşan kendini bilmez kişi, “Ben de kafadan sakatım, ne olacak şimdi?” diye başkana karşılık veriyor. Ya sabır, ya sabırrrr!.. Belediye Başkanı, adamın çöpü arabanın altından alması için ısrarcı oluyor. Bunu birkaç kez tekrarlamak zorunda kalıyor. Adam, arsızca “Tamam da şimdi bunu tek ben mi attım?” diyor. Sonra sınıfta çöpü basket potası gibi kullanan öğrenci misali çöpü uzaktan çöp konteynırına fırlatıyor. Bu tür tavırlar, bu tarz konuşmalar özellikle son dönemlerde aldı başını gitti. Nezaketini korumaya çalışan insanların tahammül sınırları zorlanıyor. Bu noktaya nasıl gelindi? Okumamak gurur duyulacak bir şey hâline geldi. Okumayan insanlar bunu ifade ederken utanıp sıkılmadı, herhangi bir mahcubiyet duymadan “Ben okumayı sevmem, okumam!” demeyi marifet bildi. Böylece Türk ve dünya edebiyatının ifade zenginliğinden, üslup inceliğinden, zarafetinden beslenemedi, üç beş kelimeyle derdini anlatmak ona yetti. Zira etrafındakiler de öyleydi. Böylece hiçbiri beyniyle dili arasında bir bağlantı olmadığını fark edemedi. Bir nesil, konuşmaması için toplum tarafından sürekli bastırılırken sonra gelen nesil, anne babalarının mağduriyetini yaşamamaları için “sözde konuşma özgürlüğü”yle dünyaya geldi. Bu nesle özgürlük adı altında ayarsız ve sınırsızca konuşma hakkı verildi. Anne babalar, “Çocuğum hakkını arayacak, kendini savunacak!” diyerek öğrenciyi uyaran öğretmeni düşman belledi. Kendi ismini vermeden (Buna pusu kültürü deniyor; kalleşçe, sinsice arkadan vurma meselesi) öğretmeni BİMER’e, CİMER’e şikâyet etti ve etmeye devam ediyor. Şikâyet etmek yani ispiyonlamak yetkililerce de teşvik edildi. Olayları yorumlamaktan ve konuşmaktan aciz tipler kendini adam, kamuda çalışanları da kendi malı sanıp şikâyet etti de etti. Bu işgüzarlar şikâyet ettikçe müfettişler görevlendirildi. Asılsız ve anlamsız şikâyetlerin peşine düşmekten görevlilerin asıl sorunlarla uğraşmaya mecali kalmadı. İşini bilip iş yapmadan yapar görünenler keyif çatarken işinin hakkını verenler canından bezdi. “Ulan ben kimlerle muhatap oluyorum, başlarım böyle işe!” deyip fırsatını bulan aldı başını gitti. Bu üslup televizyonlarda yaygınlaştı, gündüz kuşağı adı altında yayımlanan kadın programlarında beyni kullanmaya gerek kalmadan yapılan konuşmalar işitile işitile normalleştirildi. Siyasilerin nezaketten uzak, hakaret dolu sözleri kulaklarımız kadar ruhumuzu da tırmaladı, acıttı.Toplumun önde gelenleri ağzını bozdukça vatandaş yüz buldu, önceden usulca söyledikleri çirkinlikleri bağıra çağıra dile getirmeye başladı. Sosyal medyada okuduğunu anlamayan, cümle kurmaktan aciz kişiler Bahar Eriş, Selçuk Şirin, Sunay Akın gibi ülkenin kaliteli, aydın kişilerinin yazılarının altına saçma sapan yorumlar yazmaya başladı. Bunlara bir cahil cesareti geldi. Yazılanı doğru anlamadıkları için yorumları da saçmalığın zirvesindeydi. Edepli edebinden susarken edepsiz aldı başını yürüdü. Yazdıkça yazdı, resmen kustu; konuştuğunu ve yazdığını zannederken aslında ağız ishali oldu, milletin midesini bulandırdı ama susmak bilmedi. Yargıladı, ahkâm kesti, edepsizce suçladı, hakaret etti ama susmadı. Şehitkâmil Belediye Başkanı Umut Yılmaz’ın yaşadığı bu olay münferit bir mevzu değil. Bunlardan o kadar çok var ki… Eskiden üç beş taneydi, görecekleri tepkiden dolayı çekinir, susarlardı. Şimdi çok tehlikeli bir biçimde ve hiç olmadıkları kadar cesurlar. İşin en kötü yanı da “Hayırdır ne bu hâl, haddini bil!”demesi gerekenlerin tepki veremeyerek ya da “Ne var bunda bu kadar tepki gösterecek!” diyerek bu hadsizleri daha da cesaretlendirmeleri. Bunun tek çözüm yolu var: Eğitim. Ancak günümüzde uygulanan eğitime kastettiğim manada “eğitim” demem çok zor. Uzun soluklu, ciddi bir planlama ve sabır isteyen bir süreç. Bu da başka bir yazının konusu… Şimdi konumuz ağzından çıkanı kulağı duymayan, konuşurken beyniyle dili arasında bir bağlantı olmadığını bilmeyenler… Yaptıklarının ve söylediklerinin ne kadar çirkin olduğunu bilmeyecek hatta bunu savunacak kadar tehlikeliler. Ve her yerdeler. Otobüste, çarşıda, pazarda, hastanede, okulda, adliyede… Allah bizi şerlerinden korusun.