Aşk yaşta değil baştadır!

  • Konbuyu başlatan Admin
  • Başlangıç tarihi
A

Admin

Yönetici
Yönetici
Yemek yiyemiyorsunuz, uyuyamıyorsunuz. Kalbiniz çarpıyor, hatta midenizde tuhaf bir hareketlenme bile var. Adını koyamadınız mı? Muhtemelen aşık oluyorsunuz. Bir danışanım anlattı. Gülümsüyordu, heyecanlıydı ama sonra kırgınlık oturdu yüzüne. Heyecanı anlamak kolaydı… Peki ya kırgınlık? Kırgınlığının nedeni dostlarından, arkadaşlarından, hatta kimi zaman en yakınlarından duyduğu cümlelereydi: "Bu yaştan sonra aşk da neyin nesi?", "Torun torbaya karıştın, nereden çıktı şimdi aşk meşk işleri." "Ne derler şimdi?" İçinizden “Ben böyle demem” diyorsunuz belki… Belki de demezsiniz. Ama bir gün “Aşık oldum” derseniz, bu cümleleri duymanız pekala mümkün. Ve bu size büyük bir haksızlık olur. Çünkü aşk sadece gençliğe ait değil. Beynimiz yaş aldıkça aşk duygusunu daha az hissetmez. Aşk, kalpte hissedilir ama beyinde organize edilir. Peki aşık olmaya başladığımızda beynimizde neler oluyor? Aşk, beynimizde gerçekleşen karmaşık kimyasal reaksiyonların bir sonucudur. Aşık olduğumuzda üç ana beyin bölgesi devreye girer: Ventral Tegmental Alan: Dopamin üretiminin merkezi. Sevdiğimiz kişiyi gördüğümüzde bu alan aktifleşir ve dopamin salgılanır. Bu kimyasal beynimizin ödül sistemini çalıştırır. Nucleus Accumbens:“Haz merkezi” olarak bilinir. Dopamin burada yoğunlaşır ve bu da mutluluk, enerji ve coşkuyu tetikler. Anterior Cingulate Korteks: Bu bölge, takıntılı düşüncelerden sorumludur. Sürekli onu düşünmemizin, gece uykusuz kalmamızın, dikkatimizin dağılmasının nedeni budur.… Bu süreçte bazı önemli kimyasallar da aktifleşir: Dopamin: “Mutluluk molekülü”. Aşık olduğumuzda yüzde100 artar. Bu da kendimizi daha enerjik hissetmemize yol açar. Noradrenalin: Dikkati artırır, bizi uyanık ve tetikte tutar. Aşkın ilk günlerindeki uykusuz gecelerin sorumlusudur. Serotonin: Aşk serotonin seviyelerini yüzde 40’a kadar düşürebilir. Bu düşüş, bizi sürekli o kişiyi düşünmeye iter. Oksitosin: Fiziksel temasla artar, bağ kurar, güven duygusunu geliştirir. Sarılmalar, öpüşmeler, dokunuşlar… Aşkın kimyasıdır bu. Tüm bu süreç bazen bir gülümseme, bazen duyduğumuz bir ses bazen de koku ile başlar. Beynimiz bu ipuçlarını hızla değerlendirir ve geçmişteki anılarla eşleştirir. Eğer gördüklerimiz, duyduklarımız daha önceki kaydettiklerimizle eşleşmişse yani bir özleme, bir boşluğa, bir hayale yanıt vermişse işte o zaman aşk başlar. Aşkın kimyası yaşla birlikte azalmaz, sadece biraz şekil değiştirir. 20’lerde aşk dopamin fırtınası gibidir. Heyecanlı, çalkantılı, bazen kaotik. “Onunla yaşamak güzel” duygusu hakimdir. Üçüncü yaşa gelindiğinde aşk oksitosin sıcaklığı gibidir. Daha sakin, daha güvenli, daha derin. “Onunla yaş almak güzel” duygusu hakimdir. Okuduğunuz gibi yaş almak aşık olmak için bir engel değildir, hatta yaşamı uzattığı, daha az depresyon geçirildiği ve bilişsel fonksiyonların daha iyi korunduğunu gösteren araştırmalar bile var. Bu nöröbilimsel açıklama dostlarımıza, arkadaşlarımıza, çevremize özetle toplumsal önyargılara karşı güçlü bir tez olmadı mı ? Artık sadece “böyle hissediyorum” demeyeceğiz “bilim de bunu destekliyor, aşkın yaşı yok, beynin kapasitesi var" diyebileceğiz. Değil mi? Çünkü beynimiz yaş aldıkça bile aşkın kimyasını üretmeye devam eder. Sadece bu kimya biraz daha olgun, biraz daha sakin, biraz daha bilge olur. Tıpkı bizim gibi…
 
Geri
Üst