ALİ YAZAR, VELİ BOZAR!

  • Konbuyu başlatan Admin
  • Başlangıç tarihi
A

Admin

Yönetici
Yönetici
Bu hikâye, görünmeyen bir gücün, samîmiyetin ve gönülden edilen duânın insan hayatında nasıl derin izler bıraktığını anlatır. Bir şoförün câmide ettiği duâ, bir patronun iç dünyasında nasıl bir fırtına koparır? Ve iç dünyadaki bu sarsıntı, dışarıdaki dünyayı nasıl değiştirir? Ezân-ı Muhammedî’nin o eşsiz sadâsı, bir câminin önünden geçerken şoförün kulağına çalınır. İçindeki huzur arayışı o sese yönlendirir. Patronuna döner ve nazikçe: — Beyefendi, izin verirseniz ezan okunmuşken şu camide namazımı kılayım, sonra devam edelim yola!” diye müsaâde ister. Patron, gönülsüz de olsa onaylar. Cemaat namazı kılar çıkar, ancak şoför hâlâ ortalarda yoktur. Meraklanan patron, câmi avlusuna yönelir. Câmiye girmeye çekinir ama başını pencereye yaslar. Gördüğü manzara, onu afallatır: Şoför ellerini açmış hâlâ duâ etmektedir. Camı tıklatır ve: — Herkes çıktı, sen hâlâ ne yapıyorsun içeride? Hadi, çık artık!” diye seslenir. Şoför kısa ama unutulmayacak bir cevap verir: — Bırakmıyor beni, Beyefendi!” der. Patron, gözlerini pencereden alamaz. Zaman âdeta donar, hareket edemez olur. İçerdeki o teslimiyet hâli, dışardaki patronun kalbinde bir kıvılcım yakar. Dayanamaz, abdest alır ve câmiye girer. Şoföre yaklaşır, merakla sorar: — İyi de, içeride kimse yok ki! Kim bırakmıyor seni evlâdım?” diye çıkışır. Şoför yine aynı vakar ve teslimiyetle cevap verir: — Sizi içeri almayan, beni de dışarı bırakmıyor, Beyefendi!” der. “Sizi içeri almayan!” ifâdesi, patronun zihninde şimşekler çaktırır. Şoförün yanına oturur, hayretle karışık bir huzur ifâdesi kaplar yüzünü ve: — İşte, beni de içeri aldı evlâdım!” der. O an, şoförün zihninde Barış Manço’nun şu dizeleri yankılanır: “Gökler ağlıyor dostlar, ben ağlamışım çok mu? Rahmet yağarken dostlar, ben ıslanmışım çok mu? Ali yazar, Veli bozar, küp suyunu çeker azar azar, Üzülmüşüm neye yarar, keskin sirke küpüne zarar…” Yaşlı gözlerle patronuna döner: — Elbette bırakır Efendim… Câmiye girdiğim andan bu âna kadar, sizin dışarıda kalmanıza gönlüm râzı olmadı. Sürekli duâ ettim, Rabbim kabul etti ve sizi içeri aldı. Bu huzurun, sâdece bende kalmasını istemedim, sizinle de paylaşmak istedim.” der. Aklına gerçek dostluğu anlatan şu mısralar gelir: “Konuş, ey musallâ! Sustuğun yeter, Sen sustukça kalbim, taştan da beter. Gafletin adını, koymuşum kader, Zor gelse de gerçek, nefsimden yana, Doğruyu söyleyen, dost gerek bana...” (Cengiz Numanoğlu) Daha sonra Ebû Zer el-Gıfârî’nin sözü yankılanır kulaklarında: “Yalnızlık, kötü arkadaşla bulunmaktan iyidir. İyi arkadaşla berâber olmak da yalnızlıktan iyidir.” Ve Câhit Zarifoğlu’nun şiiriyle tamamlanır hissettikleri: “Ve insan en çok göğe vurgun… Sonra zifiriye, Şiire, Ve hep Allâh’a…” Gerçekten de bir mü’minin, diğer bir mü’min için gıyâben ettiği duâ en makbul duâlardandır. Çünkü bu duâda menfaat yoktur, beklenti yoktur. Sâdece ihlâs ve samîmiyet vardır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.); “Bir Müslümanın, yanında bulunmayan din kardeşine yapacağı duâ kabul olunur. Bir kimse din kardeşine hayır duâ ettikçe, yanında bulunan görevli bir melek ona, ‘Duân kabul olsun, aynı şeyler sana da verilsin.’ diye duâ eder.” “İki duâ vardır ki, bu duâlar ile Allah arasında perde yoktur. Mazlumun duâsı, kişinin Müslüman kardeşinin gıyâbında yaptığı duâ.” “Birbirleriyle karşılaşıp tokalaşan iki Müslüman yoktur ki, Allah duâlarını kabul etmiş, ellerini bırakmadan onları bağışlamış olmasın.” buyurmaktadır. Kalpten, ihlâsla yapılan her duâ, mutlaka kabul görür. Gıyâben edilen duâlar, kalbin derinliklerinden gelen hayır temennileridir. Ben de sizlere duâ ediyorum; sizler de bizlere duâ edin ki, duâlar birbirimizi bulsun. Rabbim cümlemizin işlerini kolaylaştırsın; helâl ve bereketli rızıklarla sizleri ve sevdiklerinizi rızıklandırsın. Necip Fâzıl’ın yakarışıyla duâmıza eşlik edelim: “Bende sıklet, sende letâfet... Allâh’ım, affet! Lâtiften af bekler kesâfet... Allâh’ım, affet! Etten ve kemikten kıyâfet... Allâh’ım, affet! Şânındır fakire ziyâfet... Allâh’ım, affet! Âcize imdâdın şerâfet... Allâh’ım, affet! Sen mutlaksın, bense izâfet! Allâh’ım, affet! Ey kudret, ey rahmet, ey re’fet! Allâh’ım, affet!” Biz de ekleyelim: “Rabbim, kapıda bekletilenlerden eylemesin…” Hayat, bâzen sâdece kalp gözüyle fark edilebilecek anlamlar barındırır. Şoförün mânevi yolculuğu ve patronun geç fark ettiği hakîkat, hiçbir şeyin tesâdüf olmadığını hatırlatır. Bâzen dışarıda kalan bizler, içimizdeki duâ ile içeriyi de dönüştürürüz. Ama bu, sâdece o yolu yürüyenlerin anlayabileceği bir sırdır. Şirazlı Sâdi’nin dediği gibi: “Sormaz ki bilsin, Sorsa bilirdi. Bilmez ki sorsun. Bilse sorardı.” Âsâr-ı Gönül de der ki: “Hayat, bir insanın iç dünyasında filizlenen değişimi dışarıdan fark etmek kadar müşkül bir iştir. Zîra hakîkat, çoğu zaman görünenden değil, gönülden okunur. Kalp gözüyle bakmayı bilmeyenler, sâdece sûrete takılı kalır; özden habersiz yaşar. Özellikle duâ gibi, ruhu sarıp sarmalayan, gönlü Rabb’ine yönelten ulvî bir eylemde bu derinlik daha da belirgindir. Şoförün sessizce yürüdüğü mânevî yolculuk ve patronun ansızın yakalandığı kalbî uyanış, bizlere yalnızca zâhire değil, bâtına da kulak vermemiz gerektiğini fısıldar. Çünkü asıl yol, görünmeyende gizlidir.” Elbette anlayana, anlamak isteyene… Hâsıl-ı Kelâm! “Ölenler Ölümü Bilmez, Ölüm Kalanların Hikâyesidir. Yol Elif İse, Yön Bellidir... Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar... Söz Meclise, Kıssa Herkese… Söz Uzar, Kesmek Gerektir Vesselâm!” Âsâr-ı Gönül’den selâm ve duâ ile...
 
Geri
Üst