A
Admin
Yönetici
Yönetici
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Koruma Tedbirleri” başlıklı Dördüncü Kısmında düzenlenen tutuklama ile adli kontrol; Kanundaki yerlerinden de anlaşılacağı üzere birer koruma tedbiri olup, bunlarla ulaşılmaya çalışılan amaç, muhakemenin olabilecek en kısa sürede sonuçlandırabilmek, maddi hakikate ulaşılabilmesi için delilleri toplamak ve muhakeme sonucu verilecek kararın infazını sağlayabilmektir. Tutuklama ve adli kontrol; İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.5 ile Anayasa m.19’da güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlanması anlamına geldiğinden, bunların Kanunda düzenlenen şartlarının varlığı halinde, ölçülü şekilde tatbik edilmeleri gerekmektedir. Bu nedenle; aynı zamanda makul sürede yargılanma hakkının da bir gereği olarak, tutuklulukta ve adli kontrolde geçebilecek azami süreler, CMK m.102 ile m.110/A’da düzenlenmiştir. Ancak bu sürelerin hangi aşamaları, ne kadar kapsadığı hakkında tartışma bulunmaktadır. I. Tutuklulukta Geçecek Süre “Tutuklulukta geçecek süre” başlıklı CMK m.102/1-2’ye göre; “(1) Ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işlerde tutukluluk süresi en çok bir yıldır. Ancak bu süre, zorunlu hallerde gerekçeleri gösterilerek altı ay daha uzatılabilir. (2) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlarda beş yılı geçemez”. Dolayısıyla; kovuşturma aşamasında tutuklulukta geçebilecek azami süreler, sanığa isnat edilen suçun niteliğine göre belirlenmekte ve ancak zorunlu hallerde, Cumhuriyet savcısının, şüpheli veya sanık ile müdafiinin görüşleri alındıktan sonra, gerekçeli olarak verilebilecek uzatma kararlarıyla, yine Kanunda belirtilen sürelerle sınırlı olarak uzatılabilmektedir. Zorunlu hallerin ne olabileceği ile ilgili hükümde düzenlemeye yer verilmemiş olmakla birlikte; tutuklama şartlarının devam etmesinin zorunlu hal kapsamında kabul edilemeyeceği, çünkü zaten CMK m.108 uyarınca düzenli olarak yapılan tutukluluk incelemelerinde şartların devam edip etmediğinin incelendiği, zorunlu halin ise kurala istisna getirecek bir durum teşkil etmesi gerektiği, ancak kovuşturmanın kapsamı nedeniyle delillerin toplanmasının ve değerlendirilmesinin CMK m.102’de kural olarak belirtilen sürelerde mümkün olmadığı hallerde zorunlu halin varlığından bahsedilebileceği kabul edilmektedir[1]. Ayrıca zorunlu hal istisna olduğuna göre, uzatma kararında gösterilen gerekçelerin de somut ve keyfi olmayacak nitelikte olması gerektiği açıktır. Belirtmeliyiz ki; her ne kadar tutuklulukta ve adli kontrolde geçecek azami sürelerin Kanunla belirlenmesindeki amaç, İHAS m.5’e, Anayasa m.36’ya ve m.141’e göre makul sürede yargılanma hakkı ile tedbirin cezalandırma boyutuna varmaması ise de, CMK m.102/2’de geçen “uzatma süresi toplam üç yılı (…) geçemez” ibaresi, 2+1 yıl uzatma olacak şekilde değil, 2+3 yıl, yani tutukluluk süresi toplam 5 yıl olabilecek şekilde kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı aleyhine yorumlanmaktadır. Tutuklulukta uzatma süresini ana süreden uzun sayan bu görüşün bir mantığı ve haklılığı olmadığı gibi, aleyhe görüş Kanunun lafzına da uygun düşmemektedir. Ancak uygulamada aleyhe yorumun yerleşik hale geldiği, hem uzatma süresinin ağır cezalık işlerde 3 yıl kabul edildiği ve hem de istinaf ve temyiz kanun yollarında geçen sürelerin azami tutukluluktan sayılmadığı görülmektedir. CMK m.102/1-2’nin hangi aşamaları kapsadığı konusunda ise esasen hükmün lafzı yoruma açık değildir. Hüküm; ağır ceza mahkemesinin görevine giren ve girmeyen işler diyerek açık bir ayırıma gitmiş olup, işin niteliğine göre kovuşturma aşamasının bütününü, bir başka ifadeyle ilk derece, istinaf ve temyiz aşamalarının tümünü kapsayacak şekilde bir düzenleme içermektedir. Buna göre; “kanunilik” ilkesi gereği, belirtilen sürelerin tüm kovuşturma aşamasını kapsaması gerekmektedir. Ancak uygulamada durumun farklı olduğu, hükümde belirtilen sürelerin sadece ilk derece yargılamasını kapsadığının kabul edildiği, bu ayırıma ise “hükmen tutukluluk” veya “hüküm özlü tutukluluk” gibi kavramlar oluşturularak gidildiği görülmektedir. Azami sürelerde yorum uygulamaya dayanak olan Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 12.04.2011 tarihli, 2011/1-51 E. ve 2011/42 K. sayılı kararında; “Ancak anılan maddede belirtilen tutukluluk sürelerinin hesabında yerel mahkeme tarafından hüküm verilinceye kadar geçen süre dikkate alınmalı, buna karşın yerel mahkeme tarafından hükmün verilmesinden sonra tutuklu sanığın hükmen tutuklu hale gelmesi nedeniyle temyizde geçen süre hesaba katılmamalıdır; çünkü hakkında mahkumiyet hükmü kurulmakla sanığın atılı suçu işlediği yerel mahkeme tarafından sabit görülmekte ve bu aşamadan sonra tutukluluğun dayanağı mahkumiyet hükmü olmaktadır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de İHAS’ın 5. maddesinin uygulanmasına ilişkin verdiği kararlarında, tutuklulukla ilgili makul sürenin hesabında ilk derece mahkemesinin mahkumiyet hükmünden sonra geçen süreyi dikkate almamaktadır.” ifadelerine yer verilerek, hükmen tutuklulukta geçen sürenin tutukluluk süresinin hesaplanmasında dikkate alınamayacağı belirtilmiştir. Görüldüğü üzere; YCGK, CMK m.102’de gösterilen sürenin sadece ilk derece yargılamasını kapsadığını kabul ederken, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin uygulamasına dayanmıştır; zira İHAM tutuklulukta geçen sürenin İHAS m.5/3 bakımından makul olup olmadığını değerlendirirken, “suç isnadına bağlı tutukluluk” ile “mahkumiyet kararına bağlı tutukluluk” halleri arasında bir ayırım yapmakta ve mahkumiyete bağlı tutuklulukta geçen süreyi dikkate almamaktadır. İHAM; ilk kez Wemhoff/Almanya kararında bu yönde bir ayırıma giderek, ilk derece mahkemesi tarafından verilen bir mahkumiyet kararının ardından devam eden tutukluluğun İHAS m.5/3 değil, m.5/1-a kapsamına girdiğini, dolayısıyla tutukluluk süresinin değerlendirilmesinde hesaba katılmayacağını ifade etmiştir (B. No: 2122764, 25/06/1968, § 9). Bu yaklaşım İHAM içtihadında süreklilik kazanmış olup, Yargıtay tarafından da benimsenmiştir. Nitekim Anayasa Mahkemesi de tutukluluk süresinin makul olmadığı yönündeki şikayetleri (uzun tutukluluk şikayetleri) incelerken, İHAM ve Yargıtay kararlarına atıfla isnada bağlı tutukluluk ile hükme bağlı tutukluluk ayrımını devam ettirmiş ve kanun yolu incelemesinde geçen süreyi “tutuklulukta geçen süre” olarak değerlendirmemiştir (Örn., Ramazan Aras, B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 67)[2]. Oysa; YCGK’nın 1968 yılına ait Wemhoff/Almanya kararını, yine 1968 yılında yürürlükte olan Alman Ceza Yargılaması Kanunu ve uygulamasını dikkate alarak verdiği bu kararı, Türk Ceza Yargılaması Hukuku açısından emsal görmek isabetli değildir. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda, tutuklulukta geçecek sürenin yerel mahkeme tarafından hüküm kurulması aşamasına bağlı tutulmadığı ve bu konuda ayrık bir düzenlemeye gidilmediği görülmektedir. 5271 sayılı Kanunda konu ile ilgili yegane ayırım, ağır ceza mahkemelerinin görev alanına girip girmeme hususundadır. Kaldı ki, mülga 1412 sayılı Kanun hükümlerini dikkate alan 30.06.2009 tarihli Fırat/Türkiye kararında İHAM, tutukluluk süresini tespit ederken temyiz aşamasında geçen süreyi de dikkate almıştır[3]. Ayrıca İHAM, Yılmaz Aydemir/Türkiye (B. No: 61808/19, 23/05/2023) kararında; “Mahkeme, CMK’nın ilgili hükümlerinin lafzından Türk hukukunun tutukluluğa karşı yapılan itirazlar bağlamında usuli güvencelerin uygulanabilirliği açısından mahkumiyet öncesi ve sonrası aşamalar arasında ayrım yapmadığını kaydetmektedir.” şeklindeki tespitiyle, Türk Hukuku’nda tutukluluk yönünden hüküm öncesi ve sonrası şeklinde bir ayırımın bulunmadığını açıkça belirtmiştir. Karar; Cumhuriyet savcısının görüşünün tebliğ edilmemesi ile ilgili olup, net olarak tutukluluk sürelerinin her aşamada hesaplanması gerektiğini söylememekle birlikte, sanıklık sıfatının ve kovuşturma aşamasının devam ettiği, yani olağan kanun yollarının henüz tüketilmediği tüm aşamalarda geçen sürelerin, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 102. maddesinde gösterilen azami tutukluluk sürelerinden düşülmesi gerektiğine işaret eder niteliktedir. Ayrıca; tıpkı hüküm öncesi tutuklulukta olduğu gibi, hüküm sonrası tutuklananlar da artık İHAS m.5/4 hükmünün ihlali iddiasıyla AYM’ye ve İHAM’a başvurabilecek olup, İHAM incelemesini şekli olarak (m. 5/1-a kapsamında) değil, esas yönünden m.5/4 hükmüne istinaden yapmalıdır. Kanaatimizce; soruşturma aşamasında geçerli olan azami tutukluluk süresi CMK m.102/4’de gösterildiğine göre, CMK m.102/1 ve 2’de yapılan ayırımın, kovuşturma aşamasına ilişkin olduğuna dair şüphe bulunmamasına rağmen, suçsuzluk/ masumiyet karinesi ile “sanık” sıfatı yok sayılarak, hükümde gösterilen azami sürelerin sadece ilk derece yargılamasını kapsadığını kabul etmek ve buna gerekçe olarak İHAM’ın uygulamasını göstermek, “kanunilik” ilkesine açıkça aykırı olup, “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı Anayasa m.13’ü de ihlal etmektedir. Çünkü temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması konusunda iç hukukumuz İHAS’tan daha yüksek bir standart öngörmüştür ve uygulama ile bu sınır, Kanunun lafzına aykırı şekilde genişletilmiştir[4]. CMK m.102’nin tutuklulukta geçecek süre ile ilgili ileri bir düzenlemeye yer verdiği, temyizde geçecek sürenin hesaba katılmayacağına dair herhangi bir açıklık içermediği, “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı Anayasa m.13 uyarınca somut ve dayanaklı kanuni düzenleme olmaksızın, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sınırlama getirilebilmesi de mümkün olmadığı, Anayasa m.90/5’in iç hukuk hükümleri bakımından aleyhe uygulanamayacağı, bu noktada kişi hak ve hürriyetleri aleyhine bir çatışmanın olmadığı, İHAS m.5’de tutukluluk süresini genişletip yerel mahkemenin hüküm aşaması ile sınırlandıran bir açıklık olmadığı gibi, iç hukukta net bir lehe düzenlemenin olduğu tartışmasızdır[5]. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda tutukluluk süresi ile ilgili olarak değişikliğe gidilip, kanun yolu aşamasında geçen tutukluluk süresinin CMK m.102 kapsamında kabul edilmeyeceğine ilişkin bir düzenlemeye açıkça yer verilmeksizin, “hükmen tutukluluk” müessesesinin varlığından bahisle tatbikine yeniden başlanacak veya devam edilecek bir tutuklama uygulaması, Ceza Muhakemesi Kanunu sistematiğine ve en önemlisi kişi hak ve hürriyetlerinin özüne dokunulmaksızın sınırlanmasının ancak Anayasada gösterilen sebeplere bağlı olarak kanunla sınırlanabileceği amir hükmünü öngören Anayasa m.13’e aykırı olacağından, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkını açıkça ihlal eder. Çünkü yürürlükteki mevzuat, tutukluluk süresinin işlemeyeceği bir “hükmen tutukluluk” müessesesine yer vermemiştir[6]. Yılmaz Aydemir/Türkiye kararı da mahkumiyet öncesi tutukluluk ile mahkumiyet sonrası tutukluluk arasında ayırım yapılmadığına yer vererek bu görüşümüzü desteklemiş, CMK m.102/1-2’de gösterilen azami tutukluluk sürelerinin sadece ilk derece yargılamasını kapsamaması gerektiğine dolaylı olarak işaret etmiştir. Sonuç olarak; Ceza muhakememizde; İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi 7. Ek Protokol’ün “Cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkı” başlıklı iki dereceli yargılama sisteminin benimsendiği, bunların da ilk derece ve istinaf yargılamaları olduğu görülmektedir. Temyiz mercii olan Yargıtay ise, bir içtihat mahkemesi olarak hukukilik denetimi yapmaktadır. Bu nedenle; CMK m.2/1-f’ye ve m.102’ye kısmen aykırı olmakla birlikte, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun en azından istinaf kanun yolunda geçen tutukluluk süresini hesaba katan yeni bir karar vermesi isabetli olacaktır. Hakim; tutuklulukta geçen sürenin hesabında CMK m.2/1-f’yi ve m.102’yi dikkate almak zorundadır, çünkü “Mahkemelerin bağımsızlığı” başlıklı Anayasa m.138/1’e göre Anayasa ve kanunlara uygun olarak karar vermek zorundadır. Tutuklulukta geçen sürenin hesabında ve azami sürelerde CMK m.2/1-f ve m.102 hükümleri açık olup, sürelerin hesabında ve azami tutukluluk sürelerinde bu hükümlerin gereği yerine getirilmelidir. “Hukuk devleti” ilkesi, Anayasa ve kanunlara uygun kararlar verilmesini güvence altına almıştır. Tutuklama tedbirinin kronik sorunlarına yukarıda değindik, buna göre; İstinaf kanun yolunda geçen sürelerin yanında, temyizde geçen tutukluluk süreleri de tutukluluğun azami süresi olarak hesaba katılmalıdır, fakat bu aşamada Yargıtay’ın bu yönde radikal bir karar değişikliğine gitmeyeceğini, temyizde geçen tutukluluk süresinin hesaba katılması gerektiğine dair açık yasa hükmü veya en azından bir AYM veya İHAM kararı arayacağını düşünmekteyiz. Olağan kanun yolları süreçlerinde geçen tutukluluk süresinin azami tutukluluk süresinden mahsup edilmeyeceğine dair bir yasal engel olmadığı gibi, düzenlemelerin aksi yönde ve kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı lehine olduğunu tekraren belirtmek isteriz. Umarız Yargıtay; yasa değişikliği veya AYM’nin veya İHAM’ın tutuklulukta geçen sürelerle ilgili ihlal kararları vermesini beklemeden, CMK m.2/1-f’ye ve m.102’ye, “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı Anayasa m.13’e uygun olarak, olağan kanun yollarında geçen süreleri tutukluluktan sayar ve yine umarız ağır cezalık işlerde temel süre ile uzayan süreyi 2+3 yıl değil, sanık aleyhine yorum yapmaktan vazgeçip, Kanun hükmünün lafzına uygun olarak 2+1 yıl olarak kabul eden kararlara imza atar. Temel hak ve hürriyetler lehine yorum düşüncemiz; son çare olan tutuklama tedbiri yerine, aynı yasal şartlara sahip olan şüpheli veya sanık hakkında “ölçülülük” ve “evleviyet” ilkeleri gözetilerek, suçun ve cezanın ağırlığı, yaşlılık, hastalık ve uzun tutukluluk hallerinde tatbiki gereken adli kontrol tedbiri için de geçerlidir. Yeri gelmişken; Sözde bir ceza muhakemesi tedbiri olan, ancak kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını tümü ile ortadan kaldırdığı, suçsuzluk/masumiyet karinesi altında yargılanan şüphelinin veya sanığın, bırakalım tutukevinde veya açık ceza infaz kurumunda kalmasını, kapalı ceza infaz kurumunda kalmasına yol açana tutuklama tedbiri ile ilgili yasa değişikliğine ihtiyaç bulunduğu görülmektedir. Uygulamada şüpheli veya sanık bakımından aranan, iddiaya konu suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delil ön şartı somutlaştırılmadan ve yine kaçma şüphesi veya delil karartma ihtimali ilk tutuklama, tutuklama tedbirinin devamı veya uzatılması kararlarında deyim yerinde ise peynir ekmek gibi uygulanan, somut hukuki ve fiili dayanaklar, CMK m.100’ün ve m.101’in tüm emredici hükümlerine rağmen aranmayan tutuklama tedbiri tümden kaldırılamayacağına ve kanun koyucu ne yazarsa yazsın keyfi uygulanmaya devam edeceğine göre, bundan da kimseye sorumluluk yüklenmediği dikkate alındığında, adaletten kaçma veya delil karartma sebepleri için sayılan katalog suçlar yerine, bizce belli niteliğe ve ceza ağırlığına sahip suçlar yönünden aranan şartların oluştuğu tutuklama tedbirinin uygulanabileceği, bunun dışında kalan suçlarda en fazla adli kontrol tedbirinin uygulanabileceğine dair yasal değişikliğe gidilmelidir. II. Adli Kontrol Altında Geçecek Süre Adli kontrol altında geçecek süreler ile ilgili CMK m.102’ye benzer bir düzenleme, 14.07.2021 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 7331 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 17. maddesi ile 5271 sayılı CMK’ya eklenmiştir. CMK m.110/A/1-2’ye göre; “(1) Ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işlerde adli kontrol süresi en çok iki yıldır. Ancak bu süre, zorunlu hallerde gerekçesi gösterilerek bir yıl daha uzatılabilir. (2) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, adli kontrol süresi en çok üç yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı, Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ile Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlarda dört yılı geçemez”. Tutuklama ve adli kontrolün şartlarının aynı ve aralarındaki farkın sadece ölçülülük hususunda olduğu dikkate alınarak, adli kontrol altında geçecek azami sürelerinin bu nedenle tutukluluğa göre daha uzun gösterildiği anlaşılmaktadır. Ancak burada tartışma; CMK m.102’dekinin aksine, soruşturma aşamasına ilişkin azami sürelerin ayrıca gösterilmemesinden ve sadece ağır ceza mahkemesinin görevine giren ve girmeyen işler ayırımına yer verilmesinden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla, CMK m.110/A’nın soruşturma aşamasında tatbik edilen adli kontrol tedbirleri bakımından azami süre öngörüp öngörmediği tartışmalıdır. Birinci görüşe göre; gösterilen süreler, hem soruşturma aşamasını ve hem de kovuşturma aşamasını bir bütün olarak kapsamakta olup, adli kontrol tedbirinin hangi aşamada tatbik edildiği ile ilgili bir sınırlamaya gidilmediği anlaşılmaktadır. Böylece; kural olarak gösterilen 2 ve 3 yıllık sürelerin, soruşturma ve kovuşturma aşamaları için bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekecektir. Bu görüşteki sorun; tutuklama tedbirine göre daha hafif nitelikte bir tedbir olan adli kontrol tedbirinin azami sürelerinin, daha ağır bir tedbir olan tutuklamaya göre daha kısa olabilecek olmasıdır. İkinci görüşe göre ise; CMK m.102/1-2 ile CMK m.110/A/1-2’nin lafızları ve düzenleniş şekilleri benzer olduğundan, adli kontrol altında geçecek azami sürelerin sadece kovuşturma aşaması yönünden düzenlendiğini ve soruşturma aşaması bakımından herhangi bir sınırın çizilmediğini belirtmektedir. Ancak bu görüş, konutu terk etmeme gibi kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını zedeleyen adli kontrol tedbirlerinin soruşturma aşamasında herhangi bir azami süre olmadan uygulanmasını mümkün kılabilecek olması sebebiyle sakıncalıdır. Belirtmeliyiz ki; yasalarda boşluk veya hatalı veya eksik hükümler olabilir ki, böyle durumlarda temel hak ve hürriyetler aleyhine yorum yapılmaması esası ile hareket edilmeli, fakat yasada boşluğa, hataya veya eksikliğe açıkça işaret eden bir durum olmadığında, “evleviyet” ve “aleyhe yorum yasağı” ilkelerinden hareketle de kanun koyucunun yerine geçilmemelidir. CMK m.110/A incelendiğinde; m.102’den farklı olarak soruşturma ve kovuşturma evrelerinde ayırıma gitmediği, her iki yargılama evresini de kapsayacak bir düzenlemeye yer verdiği görülmektedir. Soruşturma ve kovuşturma evrelerinde ayırıma gidilmeksizin, temel hak ve hürriyetleri bir tedbir olarak kısıtlayan adli kontrolün mağduriyete yol açabileceği düşünülebilir, fakat bunu gidermenin yolu Kanunun açık hükmünü ihlal etmek değildir. İhtiyaç varsa, CMK m.110/A’da da m.102’de olduğu gibi ayrı ve makul süreler öngören değişikliğe gidilebilir. Bu nedenle kanaatimizce; CMK m.102/4’de “soruşturma evresi” ibaresine açıkça yer verilmesi sebebiyle CMK m.102/1-2’nin kovuşturma aşamasını kapsadığı kabul edildiğinden ve CMK m.110/A’da soruşturma ve kovuşturma evresi ayırımına yer verilmediğinden, ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren işlerin herhangi bir aşama yönünden değil, her iki aşamayı da kapsayacak şekilde azami süre gösterdiğini kabul eden birinci görüş daha isabetlidir. Ayrıca bu görüş, temel hak ve hürriyetlerin sınırlanmasının dar yorumlanması kuralına da daha uygundur. Son olarak; CMK m.102/1-2 ile CMK m.110/A-1-2’nin düzenleniş şekilleri aynı olduğundan, uygulamada adli kontrol tedbiri altında geçebilecek azami sürenin hesabında da sadece ilk derece yargılamasının sonunun esas alınacağı anlaşılmaktadır. Yukarıda açıklamalarımızı tekrarla, azami sürelerin kovuşturma aşaması bitene, yani hüküm kesinleşene kadar devam etmesinin, hem masumiyet/suçsuzluk karinesine ve hem de “kanunilik” ilkesine daha uygun olduğunu ifade etmek isteriz. Prof. Dr. Ersan Şen Av. Doğa Ceylan (Bu makale, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi makalenin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan makalenin bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.) ------------ [1] Metin Feyzioğlu, Güneş Okuyucu Ergün, Türk Hukukunda Tutuklulukta Azami Süre, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 59 (1) 2010, s.48. [2] Ersan Şen, Erkan Duymaz, Adli Kontrol ve Tutukluluk Sürelerinin Hesaplanmasında Kanun Yolunda Geçen Sürenin Dikkate Alınmaması Sorunu, 22.09.2023, , erişim tarihi: 12.06.2025. [3] Ersan Şen, Yargıtay Aşamasında Geçen Tutukluluk Süresi, 11.09.2013, , erişim tarihi: 14.06.2025. [4] Ersan Şen, Erkan Duymaz, Adli Kontrol ve Tutukluluk Sürelerinin Hesaplanmasında Kanun Yolunda Geçen Sürenin Dikkate Alınmaması Sorunu, 22.09.2023, , erişim tarihi: 12.06.2025. [5] Ersan Şen, a.g.e. [6] Ersan Şen, a.g.e.