A
Admin
Yönetici
Yönetici
DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, partisinin Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) grup toplantısında yaptığı konuşmada Ortadoğu’daki gelişmelere, çözüm sürecine ve barış çağrılarına dikkat çekti. Gazze’de yaşanan insanlık dramı ve 13 Haziran’da başlayan İsrail-İran savaşının bölgeyi derin bir kaosa sürüklediğini belirten Bakırhan, “Ortadoğu kaosun eşiğinde. Bu çatışmaların kimseye faydası yok. Herkesi diyaloga, tarafları müzakere masasına çağırıyoruz” dedi. Bakırhan, barışın güçlenmesi için İmralı’nın yollarının açılması gerektiğini vurgulayarak, “Sayın Öcalan, sadece Kürtler için değil, bu ülkede yaşayan 86 milyon insanın geleceği için tüm kesimlerle görüşebilmelidir” ifadesini kullandı. PKK lideri Abdullah Öcalan’ın “Eşikten atlamak istiyoruz” sözünü hatırlatan Bakırhan, bu eşiğin savaştan barışa, çatışmadan demokratik bütünleşmeye geçiş anlamına geldiğini söyledi. Geçtiğimiz günlerde Diyarbakır’da Kürt partileriyle yapılan görüşmelerin önemine değinen Bakırhan, “Kürt siyaseti birlik içinde, onurlu bir barış istiyor. Bu güçlü irade, sadece Kürt halkına değil, Türkiye’nin tüm emekçilerine umut veriyor” dedi. Türkiye’nin bu tarihi fırtınadan ancak Kürt sorununda demokratik çözüm ve demokratik bir rejim inşasıyla çıkabileceğini vurgulayan Bakırhan, “Çözüm Ankara’nın iradesinde, İstanbul’un desteğinde, Diyarbakır’ın kararlılığındadır” dedi. Bakırhan'ın konuşmasından öne çıkanlar şöyle: "Bundan tam dört yıl önce, 17 Haziran 2021’de İzmir il binamıza planlı ve örgütlü bir saldırı düzenlendi. Bu saldırıda canımız, yoldaşımız Deniz Poyraz’ı kaybettik. Deniz’in yaşamına alçakça kast edenler ve bu saldırının arkasındaki örgütlü yapı ortaya çıkana kadar adalet mücadelemizden asla vazgeçmeyeceğiz. Dört değil, kırk yıl geçse de bu siyasi cinayetin aydınlatılması için mücadelemizi sürdüreceğiz. Bu vesileyle, Deniz yoldaşımızı bir kez daha en içten duygularımla anıyor; onun emeğiyle büyüyen barış mücadelemizi mutlaka başarıya ulaştıracağımızın sözünü veriyorum. Yüz yılda bir yaşanacak tarihi günlerden geçiyoruz. Öyle günler ki, deyim yerindeyse, “yüzyılların hesabı, kitabı birkaç haftada görülebiliyor.” Yeryüzünde belirsizlik ve kaosun hâkim olmadığı neredeyse hiçbir kıta kalmadı. Krizlerden en çok etkilenen Ortadoğu’da ise takvimler hızlandı; yıllar ay gibi, aylar gün gibi geçiyor. Suriye’de henüz istikrar sağlanamamışken, bir anda Gazze’de insanlığın sıfır noktasına tanıklık ettik. Yüreğimiz Gazze’yle atarken, Ortadoğu’nun en keskin fay hattı kırıldı. 13 Haziran’da başlayan İsrail-İran savaşıyla birlikte bölgenin kaderi kökten değişebilir. Uzaktan ve yapay zekâ destekli yürütülen bu savaş, yeni felaketlerin öne çıkacağı bir çatışma olarak devam ediyor. Açıkça ifade etmek gerekirse, bu savaş büyürse devasa jeopolitik kırılmalara tanıklık edeceğiz. Suriye’de yaşanan göç ve ölümlerin çok daha fazlası yaşanabilir, bölge uzun süreli bir kaosa sürüklenebilir. Bakın, Mezopotamya Göç İzleme ve Araştırma Derneği’nden arkadaşlarımız da aramızda. Göç, savaş ve sürgünlerin sonuçlarını en iyi bilenlerden onlar. Aynı zamanda Göç Haftası’ndayız. Kendilerinin de ifade ettiği gibi, ağaç kökünde yeşerir. Savaş ise ağacı kökünden koparmaktır. Ortadoğu, tarihinin en büyük siyasi ve toplumsal depremini yaşayabilir! Tek bir Fars’a, Arap’a, Türk’e, Kürt’e, Yahudi’ye faydası olmayan bu çatışmalar derhal durdurulmalıdır. DEM Parti olarak, bu çatışmaların sorunları derinleştireceğini biliyoruz. Bu sebeple herkesi diyalog kurmaya, tarafları ise müzakere masasına çağırıyoruz. Ne İran ne de İsrail, bu savaşı kendi tarihsel misyonlarının ya da ideolojik meşruiyetlerinin bir testi olarak görmemelidir. Artık ne yüz yıl öncesinin ne de birkaç yıl öncesinin Ortadoğusu’nda yaşıyoruz. Olmaz denilen her şey oluyor; yıkılmaz denilen rejimler saatler içinde çöküyor! Ortadoğu’da kaosun ritmi yükselirken, Türkiye’de barış ve çözümün ritmini birlikte daha da yükseltelim. Kaosun gürültüsünün, barış ve çözüm iradesini bastırmasına izin vermeyelim. Ateş çemberi ülkemizi sarmışken, maceracı senaryolara yaslanmak değil; Türkiye halklarının iç barışını sağlamak en güvenli yoldur. Daha fazla demokrasi, adalet ve özgürlük tek parolamızdır! Bölge ve Türkiye; silahlarla ya da masa başı küresel planlamalarla değil, demokratik, eşit ve ortak yaşamla huzura kavuşabilir. Hürmüz Boğazı'nda yükselen gerilim, İzmir’in ekonomisini, Diyarbakır’ın huzurunu etkiliyorsa, artık durup düşünme zamanıdır. Türkiye bu fırtınadan nasıl kurtulabilir? Reçete çok nettir: Kürt sorununda demokratik çözüm ve demokratik bir Türkiye’nin inşası. Sayın Öcalan’ın PKK Kongresi’ne sunduğu perspektif, bu coğrafyada yaşayan tüm halkların güvenliğini sağlayabilir. Ne demişti: “İsrail-Filistin çatışmasının, mezhep çatışmalarının, ulus-devlet çelişkilerinin panzehiri Demokratik Konfederalizm’dir.” Bu model, Ortadoğu’nun çok katmanlı sorunlarına barışçıl ve demokratik çözümler getirebilir. Bu yaklaşım, etnik ve dini farklılıkların bir arada barış içinde yaşamasını sağlayarak, topraklarımıza yüzlerce yıldır uğramayan huzuru ve istikrarı getirebilir. Çözüm; herkesin sınırsız, sömürüsüz, adil bir yaşam sürdüğü Demokratik Ortadoğu Birliği’ndedir. Çözüm; hukukun adil, demokrasinin güçlü olduğu Demokratik Türkiye Cumhuriyeti’ndedir. Çözüm; kimliklerin eşit ve özgür şekilde bir arada yaşadığı demokratik ulus fikrindedir. Barış ve Demokratik Toplum Süreci’ni başlatan nedenler bugün çok daha belirgin şekilde ortadadır. 22 Ekim ve 27 Şubat tarihlerinde ortaya konulan stratejik aklın ne kadar isabetli olduğu bir kez daha görülmüştür. Ortadoğu’da büyük bir fırtına kopmuşken, bu kritik zamanda barış süreciyle ilgili adımlar gecikmeden atılmalıdır. Sayın Bahçeli’nin vurguladığı “Türkiye Yüzyılı’na mühür vuracak kutlu hedefler” için izlenmesi gereken yol bellidir. Bir an bile vakit kaybetmeden, Barış Süreci’nin başarısı için gerekli adımlar atılmalıdır. Güncel siyaset hesaplarıyla büyük jeopolitik tehlikeler savuşturulamaz. Seçime, ankete ya da küçük hesaplara takılan bir siyaset anlayışı, Ortadoğu’nun çalkantılı sularında ülkeyi rotasız bırakır. Kürt sorunu ve demokratikleşmeyi hâlâ sadece bir güvenlik meselesi olarak görmek, bu yüzyılın en büyük hatası olur. Sayın Öcalan, güvenlikçi akıl tarafından kurulan “Kürt Kapanı”nı 27 Şubat Asrın Çağrısı ile kırmıştır. Ortadoğu kaos içindeyken, artık Kürt’e kapan kuran anlayıştan vazgeçilmelidir. Sayın Öcalan’ın da dediği gibi: “Eşikten atlamak istiyoruz.” Bu eşik nedir? Savaştan barışa, çatışmadan demokratik bütünleşmeye geçiştir. Ortadoğu yanarken, yüz yıldır süregelen “kaybet-kaybet” formülünü, “kazan-kazan” formülüne çevirebiliriz. Bu formül, demokratik bir rejim kurmak ve Kürtlerle gerçek bir uzlaşmaya dayanmaktadır. Bu formülle yalnızca Kürtler değil; işçiler, emekçiler, yoksulluktan yorulan emekliler, umutsuzluğa itilen gençler de kazanacaktır. Ekmeğin bol, aşın sıcak olduğu dönem ancak barışla mümkün olur. Örneğin, hayat pahalılığı altında ezilen milyonlara ara zam yapmamanın gerekçeleri ortadan kalkar. Çocuklar aç uyumasın, emekliler çalışmak zorunda kalmasın, kimse kimseye düşman demesin, bu topraklara zeval gelmesin diye barış istiyoruz. Bu doğrultuda, barışı güçlendirmek için yakında parti heyetimizle İmralı’ya bir ziyaret gerçekleştireceğiz. Barışın büyümesi ve güçlenmesi için İmralı’nın yolları tam anlamıyla açılmalıdır. Sayın Öcalan, dilediği kişi ve kesimlerle, siyasi parti temsilcileriyle, akademisyenlerle ve Ortadoğu’daki ilgili aktörlerle görüşebilmelidir. Emin olun, İmralı’nın yollarının açılmasını yalnızca Kürtler için değil, bu ülkede yaşayan 86 milyon insanın geleceği için istiyoruz. Sayın Öcalan, “Süreci hukuki ve siyasi zemine çekebilirim” demişti; kısa sürede gereğini yaptı ve süreci bu zemine taşıdı. Şimdi iktidarı da aynı cesareti ve iradeyi göstererek Türkiye’ye büyük bir iyilik yapmaya davet ediyoruz. Unutmayalım, çözüm de barış da Ankara’nın iradesinde, İstanbul’un desteğinde, Diyarbakır’ın kararlılığındadır. 27 Şubat’ta Sayın Öcalan tarafından yapılan Asrın Çağrısı’ndan bu yana, toplumun farklı kesimleriyle hemen her gün bir araya gelmeye devam ediyoruz. On binlerce DEM Partili, her gün evlere, sokaklara, fabrikalara, tarlalara barış ve demokratik toplum çağrısını ulaştırıyor. Merkez Yürütme Kurulumuzda aldığımız kararla, 2025 yaz aylarında binlerce merkezde, evde ve mahallede barışı ve demokratik toplumu anlatacağız. DEM Parti olarak barışın sesi nerede yankılanıyorsa, biz de orada olacağız. Sizler de takip ediyorsunuz; geçtiğimiz hafta barış ve demokratik toplumu inşa etmek amacıyla Alevi federasyonlarının başkanları ve temsilcileriyle bir araya geldik. Barış, demokrasi ve hukukla birlikte en çok Alevi canlarımız kazanacaktır. Alevi inancının esasları bizler için birlikte yaşamın ruhu, toplumsal barışın ise mayasıdır. Aleviliğin hakikatiyle barışın yolunu döşemek, bizler için tarihsel bir sorumluluktur. Sayın Öcalan’ın da ifade ettiği gibi, “direnişin ve adaletin sesi olan” Alevilerin sesi yükseldikçe barışa yürüyecek, Hakk’ın yolu mutlaka hâkim kılınacaktır. Bu hafta sonu Diyarbakır’da Kürt partileriyle de çok verimli görüşmeler gerçekleştirdik. Bu buluşmalar tarihi önemdedir. Kürt partileri, çözümden yana olduklarını açıkça ifade ettiler; barış konusunda ortak irade güçlü bir şekilde ortaya konuldu. En önemlisi, Kürt halkının değerlerinin hepimizin ortak değerleri olduğu teyit edildi. Bu değerlerle onurlu bir barış inşa etme kararlılığımız ortak şekilde vurgulandı. Diyarbakır’dan yükselen ses net ve açıktır: Kürt siyaseti birlik içinde onurlu bir barış istiyor! Bu birliktelik, barış sürecinin ne kadar güçlü bir zemine oturduğunu açıkça göstermektedir. Kürt partileri arasındaki bu uzlaşı, yalnızca Kürt halkı için değil, tüm Türkiye halklarına ve emekçilerine umut vermektedir. Diyarbakır’daki buluşma, barış iradesinin ne kadar kararlı olduğunun ilanıdır. 27 Şubat Asrın Çağrısı ve 12 Mayıs’ta PKK’nin kongre açıklaması, Türkiye’de herkes için büyük umutlar yarattı. Kürt halkının hakları ve demokratikleşmenin önündeki “şiddet ve silah bahanesi” artık hükümsüz hale gelmiştir. Bugün herkes bir an önce demokrasi, barış ve eşitlik gelsin istiyor. Kapılar aralandı, umutlar yeşerdi. Ancak bazı kesimler sürecin akamete uğraması için “bitiyorlar, teslim oldular” gibi söylemlerle aslında çözümsüzlüğe hizmet ediyor. Bu dili kullananlar, 86 milyon insanın geleceğine ipotek koymaya çalışıyor; Türkiye’nin geleceğini hamasete kurban ediyor. Süreci, bir televizyon programı havasına sokmaya kimsenin ne hakkı ne de şansı var. Buna Türkiye halkları da izin vermez. “Anadolu’dan Görünüm” sonuç verseydi, bu sorun bu kadar büyüyerek bugüne gelmezdi. Altını çizerek söylüyoruz: Bu anlayış, elli yıldır başkalarının cenazesinde kavrulan helvanın tadına bir türlü doyamamıştır. Birilerinin onurunu ezme girişimi, başkalarının gururuna dönüşürse bu müzakere ruhuna aykırıdır. Bu sürece, Kürtlerin onurunu ve Türklerin gururunu koruma hassasiyetiyle yaklaşmak gerekir. Kürdün halayına, diline, ekmeğine ırkçılık yapanlarla “teslim oldular, nefes alamıyorlar” diyenler aynı zihniyetin iki yüzüdür. Bu, barış karşıtlığıdır. Bu, kişisel rant ve çıkarlar uğruna 86 milyonu yüz yıl daha kör bir şiddetin içine sürükleme girişimidir. Ama biz, bunlara inat halayla, horonla, zeybekle barışı kuracağız!"