A
Admin
Yönetici
Yönetici
Türkiye’de de futbol asla sadece futbol değildir. Yeşil sahaların sınırlarını aşan bu oyun, kimi zaman diplomatik ilişkilerde yumuşak güç aracı olarak, kimi zaman da toplum mühendisliğinin sahnesi olarak kullanılır. Son dönemde gündeme gelen iki çarpıcı örnek, bu savı destekler nitelikte: ABD merkezli yoğurt markasının Fenerbahçe stadına sponsor olması ve Galatasaray’ın tanıtım filminde PKK lideriyle özdeşleşmiş bir tişörtün görünmesi. Bu gelişmeler rastlantı mı, yoksa daha büyük bir kültürel stratejinin parçası mı?
Bilindiği üzere spor sponsorlukları genellikle ticari yatırım kararlarıyla açıklanır. Ancak bu örnekte durum biraz daha karmaşık. Kurucusu Hamdi Ulukaya olan marka, Türkiye'de faaliyet göstermemesine rağmen ülkenin en büyük spor kulüplerinden Fenerbahçe ile sponsorluk anlaşması yaptı. Ulukaya’nın kimliği ve ABD'deki söylemleri, bu sponsorluk ilişkisini yalnızca bir pazarlama stratejisi olarak görmeyi zorlaştırmaktadır. (Ki, Ulukaya’nın imza töreninde söylediği “Türkiyeliler” ifadesi oldukça tartışılmıştı.) Bu noktada Joseph Nye’ın “yumuşak güç” kavramını hatırlamakta fayda var. Nye’a göre yumuşak güç, askeri veya ekonomik zorlamadan ziyade, çekim gücü oluşturan kültürel ve ideolojik araçlarla işler. Bu bağlamda, bir spor sponsorluğu yalnızca marka bilinirliğini değil, belirli sosyal imajları ve kimlikleri normalize etmeyi de hedefleyebilir.
Keza Galatasaray’ın sezon açılış tanıtım videosunda kullanılan krem rengi tişört ise farklı ama benzer biçimde sembolik bir güce sahiptir. Türkiye gibi sembollerle kodlanmış bir kolektif hafızaya sahip toplumlarda, böyle bir detay hemen politik okumalara neden olur. Görselin tesadüf olup olmadığı elbette yapım ekibi tarafından açıklanabilir; fakat görüntünün kamuoyundaki çağrışımları göz ardı edilemez. Medya teorisyeni Roland Barthes’ın belirttiği gibi, her görsel unsur, toplumsal olarak inşa edilmiş bir "mit" taşıyabilir. Bu mit, spor dünyasında bile olsa, politik anlam katmanlarıyla birlikte yorumlanır.
Aslında bu durum yeni değil. Türkiye'nin yakın geçmişindeki politik açılımlarda da medya, bu tür sembollerle aktif biçimde kullanıldı. Özellikle 2000’lerin sonlarında popüler diziler üzerinden yürütülen sembolik söylemler dikkat çekiciydi. Örneğin Kurtlar Vadisi dizisindeki “Muro” karakteri başlangıçta sert ve radikal bir örgüt mensubu olarak çizilirken, çözüm süreci olarak adlandırılan dönemle birlikte esprili, sempatik, hatta "insancıl" bir profile evrilmiştir. Bu dönüşüm, medya kuramcısı George Gerbner’in “ekme/yetiştirme teorisine” ile açıklanabilir. Gerbner’e göre televizyon, toplumsal gerçekliği yeniden inşa eder ve izleyicinin dünyayı algılayış biçimini sistemli olarak etkiler. Muro karakterinin bu dönüşümü, terörist figürünün popüler kültür içinde normalleştirilmesi anlamına gelmiştir. Kısacası, diziler bu dönemin yumuşak gücüne hizmet etmiştir.
Bugün ise benzer bir strateji futbol üzerinden mi yürütülüyor sorusu gündeme geliyor. Zira medya ve spor, kitlelerin en çok maruz kaldığı alanlar arasında yer almakta. Medya tarihçisi Raymond Williams da kültürü sadece bir temsil değil, aynı zamanda bir "pratik" olduğunu vurgular. Dolayısıyla bir tişört ya da sponsorluk anlaşması, salt görsel veya ekonomik bir tercih değil, kültürel bir müdahale olarak da okunabilir.
Bu noktada kamuoyunun duyarlılığı, eleştirel medya okuryazarlığının ne denli önemli olduğunu gösteriyor. Zira mesele sadece Galatasaray’ın tanıtım filminde kullanılan kıyafet ya da Fenerbahçe stadına verilen isim değil. Asıl mesele, hangi sembollerin hangi anlamlarla ve ne tür politik bağlamlarda dolaşıma sokulduğudur. Medya, kültür ve futbol bir araya geldiğinde, her şey sembole dönüşebilir — ve her sembol, bir hikâye anlatır. Hikâyeler görsellerle nasıl mı eşleşir? Ona da haftaya devam edelim.
Bilindiği üzere spor sponsorlukları genellikle ticari yatırım kararlarıyla açıklanır. Ancak bu örnekte durum biraz daha karmaşık. Kurucusu Hamdi Ulukaya olan marka, Türkiye'de faaliyet göstermemesine rağmen ülkenin en büyük spor kulüplerinden Fenerbahçe ile sponsorluk anlaşması yaptı. Ulukaya’nın kimliği ve ABD'deki söylemleri, bu sponsorluk ilişkisini yalnızca bir pazarlama stratejisi olarak görmeyi zorlaştırmaktadır. (Ki, Ulukaya’nın imza töreninde söylediği “Türkiyeliler” ifadesi oldukça tartışılmıştı.) Bu noktada Joseph Nye’ın “yumuşak güç” kavramını hatırlamakta fayda var. Nye’a göre yumuşak güç, askeri veya ekonomik zorlamadan ziyade, çekim gücü oluşturan kültürel ve ideolojik araçlarla işler. Bu bağlamda, bir spor sponsorluğu yalnızca marka bilinirliğini değil, belirli sosyal imajları ve kimlikleri normalize etmeyi de hedefleyebilir.
Keza Galatasaray’ın sezon açılış tanıtım videosunda kullanılan krem rengi tişört ise farklı ama benzer biçimde sembolik bir güce sahiptir. Türkiye gibi sembollerle kodlanmış bir kolektif hafızaya sahip toplumlarda, böyle bir detay hemen politik okumalara neden olur. Görselin tesadüf olup olmadığı elbette yapım ekibi tarafından açıklanabilir; fakat görüntünün kamuoyundaki çağrışımları göz ardı edilemez. Medya teorisyeni Roland Barthes’ın belirttiği gibi, her görsel unsur, toplumsal olarak inşa edilmiş bir "mit" taşıyabilir. Bu mit, spor dünyasında bile olsa, politik anlam katmanlarıyla birlikte yorumlanır.
Aslında bu durum yeni değil. Türkiye'nin yakın geçmişindeki politik açılımlarda da medya, bu tür sembollerle aktif biçimde kullanıldı. Özellikle 2000’lerin sonlarında popüler diziler üzerinden yürütülen sembolik söylemler dikkat çekiciydi. Örneğin Kurtlar Vadisi dizisindeki “Muro” karakteri başlangıçta sert ve radikal bir örgüt mensubu olarak çizilirken, çözüm süreci olarak adlandırılan dönemle birlikte esprili, sempatik, hatta "insancıl" bir profile evrilmiştir. Bu dönüşüm, medya kuramcısı George Gerbner’in “ekme/yetiştirme teorisine” ile açıklanabilir. Gerbner’e göre televizyon, toplumsal gerçekliği yeniden inşa eder ve izleyicinin dünyayı algılayış biçimini sistemli olarak etkiler. Muro karakterinin bu dönüşümü, terörist figürünün popüler kültür içinde normalleştirilmesi anlamına gelmiştir. Kısacası, diziler bu dönemin yumuşak gücüne hizmet etmiştir.
Bugün ise benzer bir strateji futbol üzerinden mi yürütülüyor sorusu gündeme geliyor. Zira medya ve spor, kitlelerin en çok maruz kaldığı alanlar arasında yer almakta. Medya tarihçisi Raymond Williams da kültürü sadece bir temsil değil, aynı zamanda bir "pratik" olduğunu vurgular. Dolayısıyla bir tişört ya da sponsorluk anlaşması, salt görsel veya ekonomik bir tercih değil, kültürel bir müdahale olarak da okunabilir.
Bu noktada kamuoyunun duyarlılığı, eleştirel medya okuryazarlığının ne denli önemli olduğunu gösteriyor. Zira mesele sadece Galatasaray’ın tanıtım filminde kullanılan kıyafet ya da Fenerbahçe stadına verilen isim değil. Asıl mesele, hangi sembollerin hangi anlamlarla ve ne tür politik bağlamlarda dolaşıma sokulduğudur. Medya, kültür ve futbol bir araya geldiğinde, her şey sembole dönüşebilir — ve her sembol, bir hikâye anlatır. Hikâyeler görsellerle nasıl mı eşleşir? Ona da haftaya devam edelim.