Türkiye'deki sorunların nedeni Cumhuriyet mi?

  • Konbuyu başlatan Admin
  • Başlangıç tarihi
A

Admin

Yönetici
Yönetici
Türkiye'deki sorunların nedeni doğrudan Cumhuriyet yönetimi değildir. Bu tür bir iddia, tarihsel, siyasal ve sosyolojik açıdan oldukça indirgemeci olur. Türkiye’deki sorunların nedenleri yönetenlerin sınıfsal tercihi ve iç ve dış siyasetteki yönelimleri de, uygulamaları da kendi sınıfsal çıkarları doğrultusunda olmasıdır. Bunu en başta söylemezsek, sonunda söyleyeceklerimiz tereddüt ettiğimiz şeklinde yorumlanabilir. Cumhuriyetin kuruluşundaki merkezi ekonomik modelin Liberalizmin olacağı 1923 yılında gerçekleştirilen İzmir İktisat Kongresi'nde belirleniyor. Kongreye çiftçi, tüccar, sanayici ve işçi gruplarından seçilen 1135 delege katılmıştır. Bu delegeler, Türkiye'nin ekonomik sorunlarını tartışmış ve "Misak-ı İktisadî" adı verilen ekonomik ilkeleri kabul etmişlerdir. Bu ilkeler arasında özel teşebbüsün teşviki, tarımın geliştirilmesi, sanayileşmenin hızlandırılması ve devletçilik ilkelerinin benimsenmesi gibi konular yer almıştır. Cumhuriyet devrimi büyük bir değişimi yaşamın her alanında hayata geçirirken sınıfsal tercihinden hiçbir dönem geri adım atmamıştır. Kuruluşundan itibaren hayata geçirilmek istenen politikaların uygulanmasında yaşanan aksaklıklar, Komünistlere, Kürtlere, Alevilere, diğer azınlıklara karşı geliştirilen otoriter devlet refleksi bugün hala devam ediyor. İşçi sınıfının örgütlenmesine karşı alınan tedbirler sınıf temelli parti, sendika, dernek kurulmasındaki engeller yıllar içerisinde verilen mücadeleler sonucunda çok ileri seviyelere gelse de bugün hala işçilerin örgütlenmesi önündeki engel geçmişle kıyasladığın da yasaklamalar ile yasal düzenlemelerle devam ediyor. Burada murat edilen, sermaye sınıfının azami kârıdır. Devleti yöneten sınıf ile Cumhuriyetin birlikte değerlendirilmesi ise oldukça yanlıştır. Hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, denetim mekanizmaları gibi Cumhuriyetin amaçladığı temel ilkeler zamanla yeterince uygulanamamış ya da çeşitli dönemlerde zayıflatılmıştır. Bürokrasi ve devlet kurumları, liyakatten uzak atamalar ve siyasi müdahaleler nedeniyle verimli çalışmamıştır. Nitelikli ve eşitlikçi bir eğitim sistemi kurulamadığı için toplumsal kalkınma sürdürülebilir olmamıştır. Gelir dağılımı adaletsizliği, yüksek enflasyon, işsizlik gibi ekonomik sorunlar uzun yıllardır yapısal olarak devam etmektedir. Siyasal kutuplaşma, kimlik temelli siyaset ve toplumsal uzlaşma eksikliği, çözüm üretme yerine çatışma ortamını beslemiştir. Halkın yönetime katılımı çoğu zaman seçimle sınırlı kalmış, katılımcı demokrasi yeterince gelişememiştir. Bu yaşananlar yöneten sınıfın kendi çıkarlarını gözeterek izledikleri siyasetin çıktısı olarak değerlendirilebilir. Türkiye zaman zaman askeri darbeler, muhtıralar ve otoriter yönetim pratikleriyle karşılaşmıştır. Bu durum halkın siyasi katılımını ve demokratik kültürün gelişmesini engellemiştir. Medya özgürlüğü, ifade özgürlüğü gibi demokratik haklar sıkça kısıtlanmıştır. Yaşanan bu gelişmelerden en fazla etkilenen Solcular-Sosyalistler olmuşlardır. Özellikle 12 Eylül darbesinden sonra uygulanan fiziksel şiddet ile Cumhuriyetin birlikte anılması sağlanmış Sol'un kendi ülkesiyle kurduğu bağ zayıflatılmıştır. Yaşanan bu süreç ideolojik olarak da bir dönüm noktası olmuş Liberalizm Solun içerisine nüfus etmeye başlamıştır. Tarihsel kökleri olan Kürt sorunu Türkiye’de silahlı mücadeleye evrilmiş solun büyük bir kısmı kendisini bu sorunun çözümünde bir özne olarak değil destekleyicisi olarak eklemlenmeyi tercih etmiştir. Sorunun ortaya çıkmasında en büyük sorumlu Cumhuriyet olarak tariflenmiş Sol da bu duruma bir itiraz geliştirmemiştir.. Devleti yöneten sınıf ile Cumhuriyet yine birbirine karıştırılmış yaşatılan acıların, katliamların sorumluluğu yönetici sınıf olan sermayeye değil de yönetim biçimine çıkarılmıştır. Kürt sorunu birde tabi sadece Türkiye ile sınırlı olmayan bölgesel bir mesele olması nedeniyle emperyalizmin Ortadoğu'ya müdahalesi ile özellikle son 25 yılda yaşanan gelişmeler Sol açısından durumu daha içler acısı bir hale getirmiştir. Yine son 23 yılın iktidar partisi olan AKP’de siyasi islamcıların Cumhuriyet ile hesaplaşmasında özel misyonu olan bu parti sermaye sınıfının da bir itirazının olmadığı tersine desteklediği bu süreçte büyük bir yol almış tarihin en önemli özelleştirmeleri bu dönemde yaşanmış, tarikatların devlet içerisindeki örgütlenmesi sivilleşme diye yutturulmuş, geleneksel sermayeye yeni sermaye grupları eklemlenmiş devlet içerisindeki Kemalist kadrolar tasfiye edilmiştir. Liberallerle, Kürt siyasi hareketi ile çözüm masasına oturduğu bir dönem de olmuş, tersine düşman ilan ettikleri bir dönemde yaşanmıştır. Eskinin Kemalistleri ile aynı masayı paylaşırken milliyetçileri de yanına çektiği şimdiki zaman da aynı masaya Kürt siyasi hareketi de oturtulmuştur. Cumhuriyet karşıtlığın da ortaklaşan AKP ile aynı masaya oturan siyasi hareketler olurken darbenin en büyüğü Cumhuriyetin geliştirip büyüttüğü sermaye sınıfından gelmiştir. Yıkılan cumhuriyetin üzerinde bugün tepinilirken Türkiye süregelen bir ekonomik krizin içerisinde, işçiler için ise durum alım gücünün giderek azaldığı ücretlerin asgari de ortaklaştığı, iş güvencesinin olmadığı, temel ihtiyaçların karşılanmasında zorlukların yaşandığı mutlak yoksulluğun hakim olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Cumhuriyetin Yanlış Uygulanması ile Cumhuriyetin Kendisini Ayırmak Gerekir Cumhuriyet; halk egemenliğine dayanan, hukuk devleti ve eşit yurttaşlık temeline sahip bir yönetim biçimidir. Sorun, bu ilkelere uygun olarak yönetilmemekten kaynaklanır. Cumhuriyet, kendi içinde sorun üretmez; ancak uygulayanlar doğru ilke ve yöntemleri takip etmezse sorunlar ortaya çıkar. Özetle: Cumhuriyet, Türkiye’nin çağdaşlaşma ve halk egemenliğine dayalı bir yönetim arayışının sonucudur. Sorunlar, bu sistemin uygulanma biçiminden, yönetici sınıfından kaynaklanmaktadır. Yani sorun Cumhuriyetin kendisi değil, onu nasıl yaşadığımızdır.
 
Geri
Üst