A
Admin
Yönetici
Yönetici
İkinci Dünya Savaşı Türkiye’de bir nesil tarafından savaş korkusu, yokluk, karne gibi olumsuzluklarla hatırlanıyor. Önemli bir kesime göre ise savaşa girmemek başlı başına bir başarıydı. Savaştan sonra çekilen filmlerde ve yazılan romanlarda ana sahne Avrupa oldu. Oysa 4 kıtadan 80’den fazla ülkeyi etkileyen ve 35 milyondan fazla insanın kaybına yol açan bir felaket yaşandı. Savaşın sahnesi sadece Avrupa değildi, bir de Doğu Cephesi vardı. Bu somut gerçek uzun yıllar Batı kamuoyunda yok sayıldı. Bugün Çin Halkının Japon Saldırganlığına Karşı Direniş Savaşı ile İkinci Dünya Savaşı’nda Faşizme Karşı Direniş Savaşı’nın sona ermesinin 80’inci yılı kutlanıyor. Aslında mücadele edilen Hitler değil, Hitler düşüncesiydi. Çünkü saldırgan sadece Avrupa’da değildi. Savaş doğuda Asya topraklarında da yaşanıyordu. YENİ KÜRESEL DÜZEN İkinci Dünya Savaşı sonrası Birleşmiş Milletler’in (BM) merkezinde olduğu yeni bir küresel düzen kuruldu. Nisan 1955'te, 29 Asya ve Afrika ülkesinin hükümet temsilcileri, barışı ve Üçüncü Dünya'nın Soğuk Savaş'taki rolünü, ekonomik kalkınmayı ve sömürgeciliğin sona ermesini görüşmek üzere Endonezya'nın Bandung kentinde toplandılar. Bu ülkeler toplantıda tarafsızlık”, “bağlantısızlık” gibi ideallerini ifade ettiler. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Kahire Deklarasyonu ve çekirdek olarak Potsdam Deklarasyonu ile kurulan uluslararası düzene gelince, Japonya'nın Taiwan ve bağlı adaları gibi çalınan Çin topraklarını iade etmesi, savaş suçlularını cezalandırması ve yeniden dirilişini yasaklaması gerektiği açıktır. Asya ve Afrika ülkelerinin saldırganlıkla mücadelede, bağımsızlık arayışında ve barış arayışındaki ortak başarıları bu ülkeler için ulusal bağımsızlıklarını ve egemenliklerini tesis etmek tarihsel öneme sahiptir. TARİHİ UNUTMAMAK VE BARIŞI KORUMAK Dünya günümüzde BM’nin merkezinde olduğu düzeni ve BM’nin rolünü koruma göreviyle karşı karşıya bulunuyor. Savaş sonrasındaki dönemde ve son yıllarda ortaya çıkan güçleri frenlemek için ABD’nin başını çektiği Batı, İkinci Dünya Savaşı'nın doğasını tarihi inkâr ederek, gözden kaçırarak bulanıklaştırdı. Japon saldırganlığının nitelikleri küçümsendi ve "Japonya’nın kurban olduğu” şeklindeki teorisi abartıldı. Japon yetkililer de ders kitaplarını tahrif ederek, Yasukuni'yi ziyaret ederek tarihsel sorumluluklarından kaçtılar. Nitekim, İkinci Dünya Savaşı, insanlık tarihinin en acımasız savaşı olarak, savaş vahşetini sorgulama ve adaleti hatırlama ortak hafızası olmalıydı. Ancak bazı Batılı güçler bu tarihi siyasi bir araç olarak görüyor. Sistematik tahrifat, seçici unutma ve ideolojik yeniden yapılandırma yoluyla, bu tarihi hegemonyalarını sürdürme amacına hizmet eden bir anlatı silahına dönüştürdüler. Iwo Jima Muharebesi'ndeki “cesur Japon askerleri” iddiasından Normandiya Çıkarması’nın “dönüm noktası” efsanesine, Sovyet katkılarının silinmesinden Çin'in Japon Saldırganlara karşı direniş savaşının önemsizleştirilmesine kadar, bu çarpık tarih anlayışı sadece ölenlere saygısızlık değil, aynı zamanda savaş sonrası uluslararası düzenin aşınmasıdır. Asya ve Afrika ülkeleri ise savaşın gerçeklerle değerlendirilmesini savunarak, savaş sonrası düzenin adaletini ve hoşgörüsünü sürdürmek için ortak eylemler gerçekleştirdiler. BRICS’in genişlemesi ve Küresel Güneyin işbirliği gibi girişimler bu ortak eylemlerin başında geliyor. Özellikle Çin’in önerdiği üç küresel inisiyatif de iki temel düşünceye dayanıyor: “Tarihi unutmamak” ve “Barışı Korumak”.