Sendai Çerçevesi ve Türkiye’nin iklim riskleri

  • Konbuyu başlatan Admin
  • Başlangıç tarihi
A

Admin

Yönetici
Yönetici
Sendai Çerçevesi, afetlere müdahale etmekten çok afetlerin oluşmasını önlemeye ve riskleri azaltmaya odaklanır. Yani “Afet olduktan sonra ne yapacağız?” değil, “Afet olmadan önce ne yapmalıyız?” sorusunu merkeze alır. Bu yönüyle klasik kriz yönetimi anlayışından farklıdır ve bütüncül bir risk yönetimi yaklaşımı benimser. İklim değişikliği çağında yaşıyoruz. Artık dünyanın dört bir yanındaki şehirler, insanlar ve ekosistemler daha sık, daha şiddetli ve daha öngörülemez afetlerle karşı karşıya. Türkiye de bu küresel gerçeklikten muaf değil. 2021 yazında Akdeniz ve Ege kıyılarındaki orman yangınları; 2021 Karadeniz sel felaketi; 2022’de Mersin’de yaşanan hortumlar; 2023’te barajları kurutan kuraklıklar… Bunlar yalnızca birer haber başlığı değil; geleceğimizin nasıl şekilleneceğine dair ipuçları taşıyan uyarılardır. CİDDİYE ALIYOR MUYUZ? Geleneksel kriz yönetimi anlayışı bize hep şunu öğretti: “Afet olduysa müdahale et, yaraları sar.” Bu elbette önemli bir refleks. Ama artık yeterli değil. Artık önleyici olmak, riski doğmadan kontrol altına almak zorundayız. Çünkü bu afetler “doğal” olsa da onların felakete dönüşmesini sağlayan şey çoğunlukla bizim insan eliyle yaptığımız yanlışlardır: yanlış şehirleşme, betonlaşmış dere yatakları, ormansızlaştırma, plansız sanayileşme, tarım alanlarının yok edilmesi ve daha niceleri. İşte tam bu noktada, uluslararası toplumun 2015 yılında kabul ettiği ve Türkiye’nin de altına imza attığı bir belge devreye giriyor: Sendai Afet Risklerinin Azaltılması Çerçevesi. Japonya’nın Sendai kentinde kabul edilen bu çerçeve, 2030 yılına kadar ülkelerin afet risklerini azaltmak için atması gereken adımları tanımlıyor. Sendai Çerçevesi, klasik kriz müdahalesi yaklaşımını kökten sorguluyor ve yeni bir risk yönetimi anlayışı öneriyor. Sorusu net: “Afet olduktan sonra ne yapacağımızdan çok, afet olmadan önce ne yapıyoruz?” Sendai Çerçevesi yalnızca bir belge değil, bir düşünme biçimi, bir yönetim modeli öneriyor. Riskleri fiziksel boyutlarıyla değil; toplumsal, ekonomik ve yönetsel boyutlarıyla birlikte ele alıyor. Yani yalnızca bina güçlendirmekle yetinmiyor; sosyal adalet, yoksullukla mücadele, doğayla uyumlu şehircilik, kamuoyunun bilinçlendirilmesi, kapsayıcı karar alma süreçleri gibi çok sayıda konuyu afet öncesi risk azaltımının bir parçası olarak görüyor. Türkiye açısından baktığımızda, bu çerçeve büyük bir fırsat. Ancak fırsatları değerlendirmek için onları yalnızca imzalamak değil, uygulamak gerekiyor. Türkiye, hâlâ büyük ölçüde “afet sonrası müdahale” kültürüyle yönetiliyor. Oysa bilimsel veriler, yaşadığımız afetlerin sayısının, şiddetinin ve etkisinin giderek arttığını ortaya koyuyor. İŞİN DOĞASI Sendai Çerçevesi, afetlere müdahale etmekten çok afetlerin oluşmasını önlemeye ve riskleri azaltmaya odaklanır. Yani “Afet olduktan sonra ne yapacağız?” değil, “Afet olmadan önce ne yapmalıyız?” sorusunu merkeze alır. Bu yönüyle klasik kriz yönetimi anlayışından farklıdır ve bütüncül bir risk yönetimi yaklaşımı benimser. Dünyanın dört bir yanında sel, kuraklık, fırtına, orman yangını ve sıcak hava dalgaları gibi iklim kaynaklı afetlerin sıklığı ve şiddeti artıyor. Türkiye de bu gerçeklikten muaf değil. 2021 yazında Akdeniz ve Ege kıyılarında yaşanan orman yangınları, aynı yıl Karadeniz bölgesinde görülen yıkıcı seller, 2023’te yaşanan aşırı sıcak dalgaları ve baraj seviyelerini tehdit eden kuraklıklar hepimizin hafızasında oldukça taze. Ancak bu afetleri yalnızca “kader” veya “doğal süreçler” olarak görmek büyük bir yanılgı. Artık biliyoruz ki afetler doğaldır ama felaketler insan kaynaklıdır. Ayrıca iklim değişikliği de hızlanmakta olduğuna göre gözlerimizi biraz daha açmamız oldukça faydalı olacaktır. İşte tam da bu noktada, çok az kişinin bildiği ancak Türkiye’nin de bir parçası olduğu önemli bir küresel yol haritası devreye giriyor: Sendai Afet Risklerinin Azaltılması Çerçevesi. Bu çerçeve, 2015 yılında Japonya’nın Sendai kentinde 187 ülkenin mutabakatıyla kabul edildi ve 2030 yılına kadar dünyada afetlerin etkilerini azaltmayı amaçlıyor. Ancak bu belgenin gücü yalnızca uluslararası bir sözleşme olması değil, aynı zamanda risklerin yönetimi konusundaki bakış açımızı kökten değiştirmesidir. Sendai Çerçevesi, afetlere müdahale etmekten çok afetlerin oluşmasını önlemeye ve riskleri azaltmaya odaklanır. Yani “Afet olduktan sonra ne yapacağız?” değil, “Afet olmadan önce ne yapmalıyız?” sorusunu merkeze alır. Bu yönüyle klasik kriz yönetimi anlayışından farklıdır ve bütüncül bir risk yönetimi yaklaşımı benimser. Bu çerçeve dört temel öncelik üzerine kuruludur: Afet riskini anlamak, Afet risklerini yönetmek için kurumları güçlendirmek, Afet riskini azaltacak yatırımlar yapmak, Afet sonrası toparlanmayı daha iyi bir yapı kurmak için değerlendirmek. 1. öncelik: Afet riskinin anlaşılması Bu, “veriye dayalı yönetim” demek. Hangi bölgelerde ne tür riskler olduğunu bilmeden, doğru bir planlama yapılamaz. Türkiye’de bugün birçok belediyede sel, yangın, heyelan, kuraklık gibi afetlere ilişkin güncel risk haritaları, etki analizleri ve kırılganlık verileri eksiktir. Olan veriler ise çoğu zaman raflarda kalır. Oysa Sendai Çerçevesi bu verilerin sadece toplanmasını değil, kamusal karar alma süreçlerine ve halkın bilinçlendirilmesine entegre edilmesini şart koşar. Afet riskini anlamak, sadece jeoloji mühendislerinin işi değildir; sosyal hizmet uzmanından imar dairesine, eğitim planlamacısından muhtarlara kadar herkesin sorumluluğudur. 2. öncelik: Afet riskinin yönetişimle güçlü hale gtirilmesi Afet riski yönetimi, kurumlar arası eş güdüm gerektirir. Türkiye’de çok sayıda kurum afetle ilgili yetkilidir, ancak bu kurumların sorumlulukları bazen çakışır, bazen boşlukta kalır. Merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasında ciddi bir kapasite farkı vardır. İlçelerde çalışan teknik personel sayısı ve niteliği yetersizdir. Sendai Çerçevesi, bu boşluğu şeffaf, kapsayıcı ve yerel temelli yönetişim yapılarıyla doldurmayı önerir. Sadece merkezi planlar değil, mahalle bazında afet risk planları yapılmalı, halk bu planların hazırlanmasına katılmalıdır. 3. öncelik: Afet riskini azaltacak yatırımların teşvik edilmesi Yalnızca afet olduktan sonra harcama yapmak artık sürdürülebilir değil. Sendai, risk azaltma odaklı yatırımların teşvik edilmesini, örneğin yeni yapılan binaların afetlere dayanıklı tasarlanmasını, doğa tabanlı çözümlerle sel riskinin azaltılmasını, yangınlara dirençli yeşil alanların oluşturulmasını öncelikli görür. Türkiye’de TOKİ gibi büyük yapı üreticileri dahi çoğu zaman afet risklerini ikincil olarak değerlendiriyor. Oysa afet öncesi yapılan her 1 TL’lik yatırım, afet sonrası 4–7 TL tasarruf anlamına geliyor. 4. öncelik: Müdahale, iyileştirme ve daha iyiye hazırlık Sendai, afet sonrası toparlanmayı yalnızca fiziksel onarım değil, sosyal iyileşme olarak da görür. Bu süreç, aynı zamanda “gelecekte aynı hataları yapmamak için öğrenme” süreci olmalıdır. Türkiye’de ise afet sonrası süreç genellikle siyasi kriz ve imaj yönetimi odağında yürütülür. Oysa her afet sonrası, yerel yönetimler için bir öz değerlendirme fırsatıdır. Ne işe yaradı? Ne eksikti? Kim dışlandı? Sonuç olarak Türkiye, Sendai’nin dört önceliğinin her birinde bazı adımlar atmış olsa da bu adımlar yeterli değil, yatay değil ve çoğu zaman kurumsallaşmamış durumda. Sendai Çerçevesi bir belge değil, bir bakış açısıdır. Eğer bu yaklaşımı içselleştirebilirsek, mikroplastikten depreme, selden orman yangınına kadar pek çok konuda “bekleyen değil, hazırlıklı” bir toplum olabiliriz. Sendai, risklerin sadece fiziksel değil; sosyal, ekonomik ve yönetsel boyutlara sahip olduğunu kabul eder. Yani yalnızca bina güçlendirmek yetmez; toplumun bilinçlenmesi, kurumların dayanıklı hale gelmesi, yoksullukla mücadele, doğayla uyumlu planlama gibi çok sayıda unsur birlikte ele alınmalıdır. Geleneksel olarak afet dendiğinde aklımıza deprem gelir. Türkiye gibi bir deprem ülkesi için de böyle düşünmekte kesinlikle haklıyız. Ancak Sendai Çerçevesi’nin altını çizdiği gibi, afet riski yalnızca sismik değil, iklim kaynaklı tehditleri de kapsar. Özellikle de iklim değişikliğinin etkisiyle aşırı hava olaylarının artık çok daha sık ve etkili hale geldiği günümüzde bu konuya dikkatimizi vermeliyiz. Türkiye’de iklim kaynaklı afetlerde ciddi bir artış yaşanıyor. Meteoroloji Genel Müdürlüğü’ne göre 2023 yılında, ülkede toplam 1300’den fazla meteorolojik afet kaydedildi -bu sayı 20 yıl öncesine göre neredeyse üç katına çıktı. Bu afetlerin büyük bölümü sel, dolu, hortum, fırtına ve aşırı sıcaklar gibi olaylardan oluşuyor. Yaşanan afetlerin etkisi sadece fiziksel yıkımla sınırlı değil; gıda güvenliğini tehdit ediyor, içme suyu kaynaklarını azaltıyor, tarımsal üretimi zayıflatıyor, turizm sektörünü etkiliyor ve kamu kaynakları üzerinde büyük yük oluşturuyor. Kısacası iklim kaynaklı afetler yalnızca çevresel değil, sosyal ve ekonomik bir kriz alanı haline geliyor. Üstüne iklim kaynaklı afetlerin görülme sıklığı ve görüldükleri alan da depremle kıyaslandığında çok daha geniş. Deprem için bir yeniden yapılanma seferberliğine girişildiği bu ortamda benzerinin ve hatta daha geniş kapsamlısının iklim riskleri için de ele alınması faydalı olacaktır. Türkiye, Sendai Çerçevesi’ni imzalayan ülkelerden biri. Bu çerçevenin ilkelerini hayata geçirmekle yükümlü. Ancak uygulamada ciddi eksiklikler var. Afet yönetimi hâlâ büyük ölçüde müdahale ve iyileştirme odaklı yürütülüyor. Risk azaltma ve önleme stratejileri ise ya kağıt üzerinde kalıyor ya da hayata geçirilmesi gecikiyor. Unutmayalım: İklim krizi kapımızda değil, artık evin içinde. Ve biz hâlâ yangın başladıktan sonra itfaiyeyi aramayı yeterli sanıyoruz. Oysa gerçek çözüm yangını çıkmadan önlemekte. Kaynak : Prof. M. Levent KURNAZ Boğaziçi Üniv. İklim Değişikliği ve Politikaları Uyg. ve Araş. Merk
 
Geri
Üst