A
Admin
Yönetici
Yönetici
Savaş hayatın düşmanıdır. Onun bin emekle, özene bezene var ettiği güzellikleri bir çırpıda, hoyratça yok eder. Işığı kısar, karanlığı onun başına bela eder. Eskilerin, savaşları güneş tutulmasıyla ilişkilendirmesinin başlıca nedenlerinden biri belki de budur. Güneş tutulması ile akıl tutulması arasında doğrudan bir bağ vardır ve her ikisi de karanlığı çağırır. Çünkü gerçekten de güç, haydutluğa dönüşünce hareket asaletini yitirir. Bireysel kötülük kavgaya, toplumsal kötülük savaşa yol açar. Bir başka ifadeyle bireysel güç zehirlenmesi kavgayla, toplumsal güç zehirlenmesi ise savaşla sonuçlanır. Aslında her ikisi de kötülüğün iyiliği susturduğu, iyiliğin kötülüğe, iyilerin kötülere kaybettiği yerde ortaya çıkar. Bu yer değiştirmelerin en dramatik olanı ise hayatın teminatı olan merhametin, hayatın düşmanı olan zulme yer vermek zorunda kalmasıdır. Ateş suyu yenince geriye kül kalır; biçimler tekdüzeleşir, renkler solar, müzik susar. Savaş hayatın düşmanıdır ve sonuçlar başlangıçlardan öç alır. Doğası gereği kötülük iyilikten hızlı hareket ettiği için hızlı olanlar yavaş olanlara galebe çalar ve bütün yapıp etmeler, bütün birikimler, hatta güzellikler kaşla göz arasında silinip gider. Dünyadaki kötülüklerin yegane sebebi güç zehirlenmesidir. Güç, toplaşa toplaşa öyle bir yere gelir ki artık kendini tutamaz, kendi içinde basınç yaratır ve bir yerde, bir şekilde patlar. O patlamanın etkisiyle yerli yerinde duran ne varsa havaya uçar, bağlamından uzaklaşır, düzenin yerini kaos, aklın yerini delilik alır. Bu bir bakıma da aklın zekaya, yüreğin kalbe, sağduyunun öfkeye, inişin çıkışa, yükselişin düşüşe, insanlığın hayvanlığa mağlubiyetidir. Bir savaş, o yüzden, bütün bağlamları ve göstergeleriyle mağlubiyetin ta kendisidir. İnsanlar savaşırsa hayat yenilir. Kökenindeki ilk hecenin ilhamıyla hayat hep var etme gayreti güder. Zamana yayılmış emek, dünyayı güzelleştirir, ona zarafet katar. Hayatın grameri iyi insanlar maharetiyle varlığı çoğaltır, derinleştirir, süsler, dünyayı bin renkli, bin kokulu bahçeye dönüştürür. O bahçeyi savaşlar yıkar, o renkleri katliamlar soluklaştırır, o kokuları yıkımlar kokuşturur. Düşünün ki dünya insan yokken de dönüyordu. Çiçekler ve ağaçlar insan yokken de açıyor, büyüyordu. Hayvanlar, insanlar yokken de nefes alıp veriyordu. Ama aynı garantiyi insandan sonrası için vermek mümkün mü? Hayat, bu sebepten dirilişe, başlangıca ve gelişmeye, kötü insanların nefes kokusu olan savaş ise sonuca, çöküşe ve ölüme işaret eder. Gerisinde yok etme ve talan içgüdüsü taşıdığından, ne adına olursa olsun, hiçbir savaş insanlığın menfaatine değildir. Çaldıklarıyla zengin olmuş, o zenginlikten hayır görmüş kaç hırsız var? Arsızlığıyla nam salmış, o arsızlığı efendiliğe dönüştürmüş kaç haydut var? Yazık ki dünyayı haydutlar yönetiyor. Doğanın gramerine haydutluk müdahale edince efendilik yere kapaklanıyor. Efendilerin binlerce yıldır biriktirdiği değerler haydutların tek bir müdahalesiyle yere kapaklanıyor. Efendilik ölmez belki ama efendiler ölüyor. Filistin’den sonra İran’ı da cehenneme dönüştürmeye çalışan Amerikan ve İsrail uçakları Şam’dan, Halep’ten, Bağdat’tan sonra Tahran’ı, Isfahan’ı, Meşhed’i, Şiraz’ı bombalıyor. Çocukluğumuzun, gençliğimizin rüya şehirleri kaşla göz arasında yok ediliyor. O bombalar sadece Binbir Gece Masalları’nın, Tutiname’nin, Şehname’nin, Bostan ve Gülistan’ın, Mesnevi’nin şehirlerine veya o şairlerin mezarlarına düşmüyor fakat aynı zamanda o şehirleri mamur eden, o şehirleri şiire dönüştüren, o şiirleri insanlık şiiri yapan muhayyilelerin de üstüne düşüyor, onları da yok ediyor. Hayatlar savaşlar tarafından esir alındığı için kötülük ve çirkinlik artık dünyanın kaderi… Çiçeklerin ateşle imtihanı bu, hafif yellerin kasırganın altında kaldığı, suyun sel hali… Şiir yerini trajediye, masal yerini korku filmine bıraktı. Bir oyun sahnesi olan dünya kötülerin oyuncağı artık. Bedenen iri, ruhen küçük adamlar dünyayı tekmeleyip duruyor. Melekler göğe çekildi, şeytanlar dünyayı ateşe veriyor. Bizeyse safını belli etmek kalıyor. Bir tarafta Netanyahu ve Trump’ın ablak suratından yayılan nükleer öfke, öte tarafta Hamaney’in yüzünde tecessüm eden Şiraz’ın gül bahçeleri… Şehname kowboy filmini, Rüstem Billy the Kid’i yenecek mi bilmiyorum ama şahsen ben mazlumlarla ağıt yakmayı, haydutlarla zafer şarkıları söylemeye tercih ediyorum. Tenin şarkısı, metalin tınısını er ya da geç yenecek, buna inanıyorum.