A
Admin
Yönetici
Yönetici
Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreği biterken ekonomideki makro ölçek bizi nereye götürecek? Sabah kahvenizi yudumlayıp keyifli bir futbol yazısı okumaya hazırlanırken bu cümle ile karşılaştığınız için sakın yanlışlıkla ekonomi köşesini mi okuyorum diye tedirgin olmayınız efendim. Spor sayfasındasınız ve elbette futboldan uzakta değilsiniz. Futbol da ekonomiden uzak değil zaten. Kulüp yönetimlerinin, küçük yerleşim birimlerinde belli kaygılarla yörenin mali ve siyasi nüfuzu yüksek kişilerine emanet edilmiş olması, büyük yerleşim birimlerinde ise yüksek akçelere sarmalanmış dev çarkın döndürülebilmesi adına bankaların da dahil olduğu daha karmaşık bir yapının devreye girmesi, futbolu olduğundan ya da olması gerekenden çok daha farklı yerlere taşımış durumda. Hele ki her derde deva diye satılan şampiyonluk adlı ilaca kavuşabilmek için ipin ucunun fena halde kaçtığı da malumunuz. Gerçekten de günümüz şartlarında bizim gibi saftiriklerin yüreklerine sinmiş “aidiyet, aşk, sporcu ruhu “ sözcükleri, eski Yeşilçam filmlerindeki “pembe panjurlu evimiz olacak sevgilim ” repliğinden farksız hale gelmiş durumda. Bu bağlamda, bugünbir futbol kulübünün hedefleri doğrultusunda, yapacağı harcamalar şöyle dursun, ayakta kalabilmek için yapması gerekenlere yetişmesi mümkün değil. Oyuncu satarak sürdürülebilirliği sağlamak belli bir yere kadar çözüm gibi görünse bile bu konuda devamlı yenilenen bir alt yapı şart. İyi de yukarıda olmayan parayı aşağıya nasıl harcayacaksınız da oyuncu yetiştireceksiniz? Çözüm anlamında, köklü kulüplerle isimlerini birleştiren şirketlerin bu işi spordan çok kendi menfaatlerini önceleyerek yapıp yapmadıkları tartışılır. Sorsanız elbette spora hizmet denecektir lâkin bu türden takımlarda geçmiş örneklerdeki “takımın sembolü, emektar kaptan “gibi kaç adam gösterebilirsiniz? Günlük başarılar için kapının birinden giren diğerinden aynı hızla çıkıyor ki şöyle ezbere bir on bir sayabilmek bu kuşağın işi değil. İşte tam bu noktada adına “proje takım” denilen yeni bir anlayışın, sayıları giderek artan örnekleri ile futbol dünyasının ana renklerinden biri olma yolunda epeyce yol kat etmiş olduğunu görmekteyiz. ÖNCE ALT YAPI Proje takımında önce çok güçlü bir alt yapıya sahip olunması planlanır ancak alt yapıda yetişme biraz zaman alacağından ötürü geçiş sürecinde dünyanın dört yanındaki başarıya aç yetenekler taranarak sunulacak en iyi olanaklarla kulüpte istihdam edilmesi sağlanır. Yarışmacı takım bünyesindeki bu yıldızların belli bir süreç sonrası yüksek bedelle satılması ve paranın yeniden alt yapıya dönüşü başarının sürekliliği için elzemdir. Bu bakış açısında şampiyonluk yahut diğer başarılar için aciliyet yoktur. Takip eden zaman diliminde de alt yapı, yarışmacı takıma yavaş yavaş entegre edilir ve nihayet öncelikle mücadeleyi esas alan, taraftarla bütünleşmiş, oynadıkları oyunla onların gönlünü kazanmış bir takım ortaya çıkar. Forma ve benzeri yan sanayi ürünleri ile bilet ve reklam gelirleri takımla taraftar arasındaki bütünleşmeye katkı koyarken, kulübün gelirini de önemli ölçüde artırır. Salzburg ve Leipzig bu alanda en ünlü örnekler ki son dönemde her ikisi de Avrupa da yarı final oynadılar. Hele Ajax başlı başına bir yazı konusu ama şimdilik sadece ismini zikretmekle yetineceğim. Bizdeki tabloda, muhteşem geçmişinin ardından düştüğü çile tarlasında yıllarca acı biçerek dolaşmış Göztepe’nin Sayın Başkan Mehmet Sepil ve yabancı yatırımcı Sport Republic ‘in yönetimi devralmasıyla kısa zamanda gelinen nokta ortada. Üç yıl öncesine dek düşmemek yahut Play Off‘a kalmak için “o onu yenecek, biz bunu yenersek öbürü de iki farkla mağlup olursa” diye elinde kalem kağıt yüksek matematik doktorası yapan vefakar taraftar şimdilerde Avrupa’da kaçıncı tura ilerleriz modunda çünkü artık ciddi biçimde üzerine titrenen akademi sürecinde bir alt yapısı var. Stadı var. Sportif başarı için gereken parayı kendi içinde üreten bir mekanizmaya sahip ve sürekli güncellenen projeleri var. Kulübe para verip faizi ile geri alan, üçe alınan yabancıya verilmiş parayı on gösterip aradaki parayı cebine atan, futbol üzerinden kara para aklayan kimliklerden uzak, aklı başında ekip tarafından yönetiliyor. Dahası takım sahada yarışırken, dünyanın dört yanını dolaşmakta olan scout ekipleri başarıya aç, yetenekli, düşük maliyetli gençlerin peşinde. Göztepe’den önce bu yola Türk gençlerine endeksli farklı bir dizaynla çıkmış Altınordu, Sayın Başkan Seyit Mehmet Özkan’ın “İyi vatandaş iyi birey iyi futbolcu “ felsefesi ile doğruyu yapan bir başka proje takımı. Genç takım düzeyindeolağanüstü başarılar kazanıp ülkemize kaliteli futbolcu yetiştirmiş başta İzmirspor olmak üzere Altay’ı, Karşıyaka’yı, Bucaspor’u unuttum sanmayın. Ancak bunlar geçmişin yönetsel yanlışları yüzünden alt yapı ile A takım arası dengeyi istenen ölçüde kuramadıkları için sıkıntıdalar. Proje takımları hedefe giden yolun akılcı planlanması halinde futboldaki gelişmenin tesadüfi olmadığını ispatlamışlardır. Bu itibarla,“sabırla koruk helva olur” özdeyişinin ışığında yola çıkması gereken kulüplerimiz duygularını artık taraftarın tutkulu desteklerine bırakmalı ve başarının sadece üç puan veya şampiyonluk anlamına gelmediğini iyi özümsemeliler. Kazanmak güzel, stadı keyifli şarkılarla terk etmek daha güzel ama hepsinden çok daha güzel olan bir şey var ki o da kuşaktan kuşağa başı dik, onurla yaşayan bir takım bırakmak. İzmir artık her biri yüzyılı devirmiş takımlarıyla doğruyu bulup “büyük” kime denir göstermek zorundadır efendim. Yoksa yüzyıl daha İstanbul takımlarının peşinden koşmanın hanginize kaç kuruş faydası var?