A
Admin
Yönetici
Yönetici
Siyaset, çoğu zaman bir ideal mücadelesi gibi sunulur. Davalar, ilkeler, halkın hizmetkârı olmak… Ne güzel kavramlar değil mi? Ama gerçeklerle yüzleştiğinizde, karşınıza çoğu zaman ilkesizliğin, ikbal hırsının ve menfaatin izleriyle dolu çirkin bir tablo çıkar. AK Parti’nin Şubat ayında gerçekleştirdiği Merkez Karar ve Yönetim Kurulu toplantısından sonra yaşanan gelişmeler, bu tablonun yakın dönemli ve net bir örneği. İzmir Milletvekili Eyyüp Kadir İnan, MKYK Asil Listesi’ne girdi, ardından da partinin yeni Genel Sekreteri oldu. Bu önemli görev elbette siyasi kariyeri açısından ciddi bir sıçrama. Ne var ki, bu atama bir başka gerçeği de gün yüzüne çıkardı: Siyasette samimiyet çoğu zaman sadece bir vitrindir. Bir dönem AK Parti’nin vitrin ismi olan, genel başkan yardımcılığına kadar yükselen Hamza Dağ, bu toplantının ardından MYK dışında kaldı. İşte o an, siyasetin en bildik döngüsü devreye girdi. Dün Hamza Dağ’ın peşinden ayrılmayan, onunla poz vermek için yarışan, “Hamza Bey şöyle, Hamza Bey böyle” diyen çıkar odaklılar, bugün Eyyüp Kadir İnan’ın etrafında fır döner hale geldi. Ne değişti? Ne zaman bu kadar “samimi” bir dönüşüm yaşandı? Yanıt basit: Menfaatin rüzgârı yön değiştirdi. Siyasetin çirkin yüzü işte tam da burada ortaya çıkıyor. Kimin, neye inandığı değil; kimin, kimden ne koparabileceği önemli. Mevki kovalayanlar için kişiler değil, pozisyonlar değerli. Kimin genel başkan yardımcısı olduğu, kimin listede yer aldığı, hangi görevde kimin oturduğu, aslında çıkar ilişkilerinin kılavuzunu belirliyor. Bugün Eyyüp Kadir İnan’ın çevresinde pervane olanların çoğu, yarın bir başkası yükseldiğinde aynı dansı onun etrafında yapacak. Bu bir döngü. Ve bu döngü, siyasetin kirli tarafını açıkça gözler önüne seriyor. Elbette ilkeli, davasına sadık, halk için çalışan siyasetçiler de var. Ancak ne yazık ki onların sesi, çıkar çığlıklarının arasında kayboluyor. Siyasette asıl ihtiyaç duyulan şey, kişilere değil, ilkelere bağlılık. Ama bu anlayış ne zaman hâkim olur, ya da olur mu, işte orası meçhul... HEP BİR BAHANE İzmir’de CHP’li belediyelerin kronik başarısızlığı ve sürekli bahane arayışı üzerine bir değerlendirme… İzmir'de her seçim döneminde aynı vaatler tekrarlanır: "Sorunları biliyoruz, çözüme hazırız!" Ancak sandıklar kapandıktan sonra koltuklara oturanlar, bir anda bambaşka bir söylem geliştirir: “Bu borçla ne yapılabilir ki?”, “Geçmişten gelen yük çok fazla”, “Merkez hükümet engel oluyor”… Yani klasik tabirle: Hep bir bahane! Karşıyaka Belediye Başkanı Yıldız Ünsal’ın son açıklamaları bu anlayışın ne denli kronikleştiğini bir kez daha gözler önüne serdi. Ünsal açık açık şunu dedi: “Ben görevi aldığımda sigorta ve vergi borcu 2 milyar 200 milyondu. Bugün ise 3 milyar 632 milyon lira. Biz her ay yüzde 4,5 faiz ödüyoruz. Bu borcu 15 yıl başkanlık yapsam bile ödeyemem.” Bu bir itiraf mıdır, yoksa başka bir bahane midir, karar kamuoyunun. Ancak şu soruyu sormadan geçemeyiz: Peki bu tablo göreve talip olurken bilinmiyor muydu? Borçlar yeni mi çıktı? Belediyelerin mali durumu bilinmeden mi aday olundu? Elbette hayır. Ama iş icraata gelince, vaatler unutuluyor, görevler erteleniyor, ardından klasik söylem devreye giriyor: “Çok zor bir tablo devraldık!” Vatandaşın gözünde bu artık bayat bir hikâyeye dönüştü. Zira sorunları bilerek göreve gelenlerin ilk görevi çözüm üretmek değil midir? Eğer belediyecilik sadece mazeret üretmekten ibaretse, o koltuklar neden bu kadar isteniyor? Karşıyaka, Bornova, Buca, Konak… İzmir’in dört bir yanında benzer sorunlar yaşanıyor. Yol yok, altyapı çökük, çöp toplanmıyor, hizmetler aksıyor ama belediye başkanlarının dili hep aynı: "Önceki dönemden kalan borçlar..." Peki siz ne yaptınız? Borç üzerine borç bindirmekten başka? Bir belediye başkanı göreve gelirken sadece koltuğu değil, sorumluluğu da devralır. Mazeret üretmek değil, çözüm üretmek zorundadır. Çünkü halk çözüm isteyen bir irade ortaya koymuştur. Her dönemde aynı nakaratı duymak, yurttaş için artık bir hayal kırıklığına dönüşmüştür. CHP’li belediyelerin artık bu refleksi terk etmesi gerekiyor. Çünkü bu şehir daha fazla zaman ve kaynak kaybına tahammül edemez. Bahanelerle dolu bir beş yıl daha İzmir’i geriye götürmekten başka bir işe yaramayacaktır. Unutulmamalı ki; iktidar olmak demek, sorumluluk almak demektir. Ve sorumluluk, önce öz eleştiriyle, sonra icraatla başlar.