A
Admin
Yönetici
Yönetici
12 Eylül faşist cuntası öncesi, İTÜ’ye çok yakın olan Şişli Siyasal (daha sonraları Marmara Üniversitesi SBF) öğrencisi olan Halil Yıldız ile mücadele yoldaşıydık. 12 Eylül askeri faşist cuntası döneminde, aynı siyasi davada yargılanan siyasal tutsaklardandık. Metris ve Sağmalcılar cezaevlerinde ‘mahpusdaş’lığın yanı sıra, ‘koğuşdaşlık’ da yaptık. “Kısa Hayatların Uzun Hikayeleri” öykülerinin 215. sayfasında, bir görüşmemizde, “Mahpus Kaça Kaça Biter” roman taslağımı gözden geçirip geçiremeyeceğini sorduğumu yazmış. Görmesi kısmet olmadığı için üzülerek, “hiç olmazsa o dipnotlara itiraz ederdim,” notunu düşmüş. Eserlerin yayımı öncesi kimi arkadaşlarımızdan romana ilişkin düşüncelerini, eleştirilerini almanın yararlı olacağını düşünürüm. Yazılanları kaleme almış olsak da, o esere katkı sunanların çok olmasını isteriz. Yazar Halil Yıldız, Burdur-Bucak Kavacık doğumlu. Isparta Gönen İlköğretmen Okulu’ndan 1976’da mezun olduğu sene İstanbul İTİA Şişli Siyasal Bilimler Yüksek Okulu’na kaydolur. 12 Eylül cuntası sonrası 1980 sonbaharında ‘örgüt üyeliği’ iddiasıyla tutuklanır. Gölcük, Sağmalcılar ve Metris Özel Askeri Tutukevlerinde 1986 baharına kadar siyasi tutsak olarak kalır. 1988 yılında ise beraat eder. Özgürlüğüne kavuştuktan sonra, artık dönem o eski dönem değildir. “O süreçlerden 'yaralı' kurtulanlar omuzlarımızda büyük yüklerle çıktık dışarıya; o yüklerin ağırlığında ezildik çoğumuz. (…) Tutsaklık yıllarının acıları ve hasarlarıyla dönmüştük yeni hayatlarımıza.” Yeni yaşama tutsaklık yıllarının acıları ve hasarlarıyla dönülse de, onların üzerinden atlama becerisi gösterebilmek zorundaydık. Ekonomik anlamda ayakta kalmak önem taşır. Halil Yıldız da, benim gibi pazarlamacılık yapmaya çalışır ve tıpkı benim gibi başaramaz. Açlığı, yoksulluğu yaşayarak ayakta durmak zorundadır. Yaşama tutunur. Yazma çalışmalarını ise, üç yıldan beri ‘Bursaport’ta sürdürüyor. Zaten, “Kısa Hayatların Uzun Hikayeleri” eserinin birçok öyküsünü bu portalda paylaştığından beğeniyle okumuştuk. Beğenilen öykülerinin de içinde yer aldığı ilk eserini, Mart 2025’te yayımladı. Bu eseri niçin yazdığı sorusuna verdiği yanıt dikkat çekici: “Yazamadıklarımı unutmamak için.” 68/78 kuşaklarının mücadelesi edebiyat dünyasında maalesef yeterince ele alınmadı. ‘Yazılmayanlar’ unutulmakla karşı karşıya. 78 kuşağına ilişkin yayınların sayısı son dönemde azımsanmayacak ölçüde artıyor. Umarız ki, bu süreç en sağlıklı biçimde gelişerek kendi döneminin edebiyatını, sanatını da yaratır. Sadece 78 sürecindekiler değil, 68 sürecindekiler de, birkaç yılda gençliklerinden hızla uzaklaşarak büyümeye, yaşlanmaya başlamışlardır. 12 Mart ve 12 Eylül cuntalarını tezgahlayanlar, “sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi aşmıştır” tedirginliği ile ‘toplumu terörize’ etmek amacıyla faşist saldırganlığın önünü açtılar. Saldırganlığın boyutu zirvelere çıkarılsa da, “o güzel insanlar o güzel atlara binip” gitmediler. Mücadelenin gerekliliklerini yerine getirdiler. Fakat, üç/beş yıllık ‘kısa hayatlarımız’da, üç bine yakın arkadaşımızı, yoldaşımızı aramızdan aldılar. Ölümleri, yaralanmaları günlük, ‘rutin’ olaylar haline dönüştürmüşlerdi. “O yıllarda ölenlerin birçoğu satır aralarında bile yer bulmadı. Ben kendi adıma buna itiraz etmek istedim. Yaşananları ve o sürecin isimsiz kahramanları olan gençleri toplumun hafızasında güncelleyerek tarih önüne koymak istedim. İtirazım, serzenişim bunaydı sadece. O insanlar en azından bunu fazlasıyla hak etmişlerdi.” 60’lı yıllardan bu yana devlet terörüyle aramızdan ayrılanların sayısı on binlerle ifade edilebilir boyuta ulaştı. Azımsanmayacak düzeyde kayıp verdik. Çeşitli sanat alanlarında onlara yer verildi. Geçmiş süreçleri omuzlayanları tarihin hafızasına kaydetmek geride kalan yoldaşlarının omuzuna yüklenmiş, yerine getirilmesinden kaçınılmayacak bir görevdir. Onları şiirlerin, öykülerin, romanların, müziklerin, tiyatronun, sinemanın… ele aldığı, andığı ‘isimsiz kahramanlar’ olarak geleceğe aktarmalıyız. Halil Yıldız, eserinde bu ‘itirazına, serzenişine’ uygun davranarak kimilerinin öykülerini dile getirmiş. Onların anılarını günümüze taşımış. “Kısacık hayatlarından uzun hikâyeler bırakarak bu dünyadan göçüp giden dostlarımızı andım bu yazılarda.” Bu topluma o dönemleri yaşayanlar, tanık olanlar aktarabilir. Nitekim, Halil Yıldız, birçoğunu tanıdığımız arkadaşlarımıza ilişkin öyküleri, dersler vererek öyle anlatmış ki, duygulanmamak mümkün değil. Ahmet Zengin, Refah Modan, Bülent Akın, Şevki Ömeroğlu, Adnan Genç ‘78 sürecinde birlikte mücadele ettiğimiz yoldaşlarımızdı. Eşinin vefatında, “Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın,” diyen Refah Modan ile aylar boyunca aynı koğuşta kalmıştık. Derin birikimi, entelektüel, teorik düzeyi yüksek Refah, eşinin vefatından sonra ciddi sıkıntılar yaşamış. Yaşamına intihar ederek son vermesi, kendisini tanıyanları derinden sarstı. Bu tür acılar hepimizin yüreğini dağladı. Refah Modan’ın ölümünden sarsıntı yaşayan Halil Yıldız, ölüm ilanına şunu yazdırır: “Kör kuyularda merdiven olamadık.” Evet, kimi yoldaşlarımızın içine düşürüldüğü kör kuyularda onlara merdiven olamadık. Ancak bu, salt bizim bireysel eksikliğimiz olarak ele alınamaz. Mücadele yaşamında her şeyini ortaya koyarak ‘ölüm hoş geldi, safa geldi’ diyenler, çeşitli sebeplerle örgütsel yaşamlarından koptuktan sonra, birileri onları ‘hain’ sıfatıyla andılar. Her şeylerini feda etmekten kaçınmayanların mücadele yaşamından niçin uzaklaştıkları hakkında bilimsel tarzda düşünmek yerine, tüm eleştiriyi ayrılanların küçük burjuva kişiliği üzerine oturttular. Mücadele arenasındaki herkesi dört dörtlük militan yerine koymak isteyen örgütlerin üst yönetimlerinin kolaycılığıydı. “Birbirimize, birbirimizin hayatına, duygularına, hikayesine dokunabildiğimiz kadar insanız” gerçeğinin üzerinden atlayıp geçtiler. Süreçten niçin uzaklaşıldığını anlama, sorunları algılama ‘ustalığına’ ulaşamadılar. Bunun sonucunda, ülke genelinde on binlerce yetişmiş eleman, gerektiği biçimde değerlendirilemedi, boşluğa düştü. Halil Yıldız, ‘derin’ idealler uğruna bir dönemi paylaştığı arkadaşlarıyla paylaştığı dostluklarını, o güzelim günleri anmış. Artık aramızda olamayanlara içten selamlarını iletmiş. Sadece edebiyat alanında değil, tüm sanat dallarında geçmişimizi ve bugünleri yazarak geleceğin yaratılması mücadelesine hizmet ederken, şu düşüncesinin altına imza atmalıyız: “Yaşayanlara, tanık olanlara, eli kalem tutanlara çok iş düşüyor.” Eli kalem tutan Halil Yıldız’a, aramızdan ayrılanları tarihe aktarma görevini yerine getirdiği için teşekkür borçluyuz. “Yazacaklarım ben öldükten sonra yayımlansın” kolaycılığına kaçmak, “mezar taşlarını yazmak” zorunda kaldığımız yoldaşlarımıza yapılacak haksızlıklardan biri olur. Sözün özü şu: Geçmiş süreci yaşayıp tanık olan ve eli kalem tutan yeni Halil Yıldızlara ihtiyaç var. [*] “Kısa Hayatların Uzun Hikayeleri” öyküleri, Babek Yayınları, 1.Baskı Mart 2025