KATEGORİLERE SIKIŞTIRILAN “MAHKÛM ÖMÜR”

  • Konbuyu başlatan Admin
  • Başlangıç tarihi
A

Admin

Yönetici
Yönetici
“Kaçak Ânın Büyüsü”⁽*⁾ Yazar Metin Turan’ın son eseri “Kaçak Ânın Büyüsü” Mart 2025’de Favori Yayınları tarafından yayımlandı. Metin Turan isimli iki yazar bulunduğundan, ismini andığımız bu eseri yazan Metin Turan, siyasi tutsak olarak 24 yıldır cezaevindedir. Bilindiği gibi, 19 Aralık 2000 tarihinde, F tipi hücre sistemi ve tecrit uygulamasına direnmek üzere, süresiz açlık grevi ve ölüm orucu eylemlerini başlatan siyasi tutsaklara karşı, “Hayata Dönüş” adı verilen bir katliam operasyonu gerçekleştirildi. 20 cezaevinde aynı anda başlatılan katliamda, 30 tutuklunun yanı sıra iki askeri de öldürdüler, yüzlerce tutsağı yaraladılar. Bülent Ecevit hükümetinin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün de altında imzası bulunan bu operasyona “Hayata Dönüş” adının verilmesi içler acısı bir durumdur. Metin Turan, bu operasyonda uğradığı şiddetin sonucunda iki gözünü yitirmekle karşı karşıya kaldı. Şu anda sağ gözü körleşmiş durumda. Samsun Bafra Cezaevi’ndeki koğuşunda, ışık alabilmek için masasını pencereye bitiştirmek zorunda. ‘Kağıtlara öper gibi yaklaşarak’ sol gözü ile yazıp okuyabiliyor. İstanbul Adli Tıp tarafından da onanan, bu şartlarda ‘içeride’ kalamayacağına dair ‘sağlık raporu’ verildiği halde, diğer yüzlerce “hasta mahkûm” gibi tahliye edilmek istenmiyor. Metin Turan, 1967 Samsun doğumlu. ODTÜ-İktisat Bölümü’nü onur öğrencisi olarak bitirecek düzeyde başarılıdır. Grup müziği, halk dansları, halk bilim araştırmaları gibi yan uğraşları olan yazar, Grup Yorum’dan kısa süre sonra Ankara’da oluşturulan Grup Ekin’in kurucu ve solistlerindendir. ODTÜ-İktisat’ta yüksek lisansa başlasa da, yargılandığı siyasi davada müebbet cezası alır. Cezaevinde tutsak iken, 2019’da Anadolu Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun olur. Öğrenim yaşamı döneminde yoğun sosyal aktiviteler içerisindeki yazarımız, ‘içeride’ iken yazarlık serüvenine adım atmıştır. Pek çok öyküsü dergilerde yayınlanır. Yazım yaşamına ilişkin değerlendirmeler, röportajlar günlük gazete ve dergilerde yer almaktadır. “Öbürkü” öyküsüyle “2019-Ümit Kaftancıoğlu Öykü Yarışması”nda birincilik; Nilüfer Belediyesi’nce düzenlenen “2021-Gülten Akın’a Mektup Ödüllü Yarışma” ile “2022-Sait Faik Öykü Yarışması”nda ve “2023-Tomris Uyar Öykü Yarışması”nda üç yıl üst üste üç Mansiyon kazandı. 2024 yılında düzenlenen “4.Oğuz Atay Öykü Ödülü”ne “Kıymık Gibi” öyküsüyle katıldı ve etkinlik sırasında hazırlanan kitapta yer aldı. 11 adet çocuk kitabı yayımlanan yazarın “Her İnsan Bir Zamandır” (2019), “Parçalanmayı Bekleyen” (2022), “Kaçak Ânın Büyüsü” (2025) isimli üç romanı yanı sıra, Siyah Gökkuşağı, Ama Bir Gün Bir Şey olur, Başka Türlüsü, Hepsi Yalnızlıktan isimli dört öykü kitabı yayımlanmıştır. Neredeyse çeyrek asırlık bir süreci içeride geçiren yazarımızın eserlerindeki ağırlık noktası, ‘kıstırılmış insanların’ hikayeleridir. ‘İçeride’ siyasi tutsaklığın kıstırılmışlığı içerisinde yaşayan Metin Turan, aslında ‘dışarıdakilerin’ de kıstırıldığını anlatmaktadır. “Kaçak Ânın Büyüsü” eserini “Münasebetsizler’e” adamış. Apollinaire’in “zamanın fareleri” dediği günlerden birine bir dolu kaçak ânı sığdırabilme ‘münasebetsizliği’ yapan emekli öğretmen Nafi Candeğer’in hikayesini ele almış. “Hiyerarşiyi reddederiz. Her türlü hiyerarşiyi. Dünyanın pisliğini olduğu gibi kabullenir, buna rağmen nasıl hayatta kaldığımıza dair hikayeleri paylaşırız. Münasebetsiz biz, kopuğuz.” (John Berger- “Hoşbeş” deneme kitabı) Yedi yıl önce eşi Nevra’yı yitiren Nafi Bey yalnız kalır. Evli oğlu Oktay babasına bakmak üzere evlerine taşır. Ancak, Nafi Bey’i küçük kız torununun yaşadığı küçük odaya sıkıştırırlar. Nafi Bey’e göre oğlu ve gelininin derdi kendisine bakmak değil, kaldığı evi sattırarak kendilerine ev almaktır. Oğlunun evine taşındığı andan itibaren geçmişteki tüm özgürlükleri elinden alınır. “Hayatın sürgünü haline getirilerek bir eve, evin bir odasına, sevdiğim bir ifadeyle “takma diş – yakın gözlüğü – baston” üçgeninin dehşetli hapishanesine kapatılmak” istenen ‘yetmiş dört buçuk yaşındaki’ emekli öğretmen Nafi Bey “münasebetsizlikler” yapar ve köpeği Mercimek ve Hera’yı da yanına alarak yeni bir yaşama doğru yol alma cesaretini göster. ‘Ölümü bir müjdeymişçesine beklemeye’ niyeti yoktur. [“Yaşlısın diye diye, beni ayaklı bir mezara çevirdiler (…) duvarlarına çarptığım iki adı konmamış gardiyan [oğlu ile gelini – B.N.] düşünün.” Nafi Candeğer, hiçbir şey yapamaz hale getirilen bir mahkûmdan farksızdır. Geçmişte yapmaya aşık olduğu tablolardan, müzikten, danstan… uzaklaştırılmasına ilk başlarda rıza gösteriyor gibi olsa da, zamanla bunların kendisini gömmeye yönelik bir tavır olduğunu algılar. Pandeminin de araya girmesiyle özellikle de 65 yaş üstü insanlara yapılanları ‘ayaklı, hastalık yayan böcekler muamelesi’ olarak değerlendirir. Bir hafta sonu, oğlunun eşi ve küçük kızıyla birlikte Adalar’a pikniğe gitmelerine sevinemez. Kendisi yok sayılarak pikniğe giderlerken oğlu ile gelininin, kendileri yokken evde ne yapması gerektiğine ilişkin üst perdeden sözleri içini paralar. Pikniğe gittiklerinden sonra taşındığı evinden getirdiği halde asılmasına izin verilmeyen sarkaçlı saatini duvara asar. Kendi bildiği gibi yemek yapar, kullanmasına izin verilmeyen porselen demlikte çay demler. Evinden getirdiği oyuncakları ortaya çıkarır. Küçük oğluna aldığı oyuncak treni çalıştırır. Sevinç içinde attığı çığlığı gürültü sanıp kapısına gelerek şikayet eden komşularıyla tartışır. Evinden getirdiği boyaları, fırçaları çıkarır. Evin her tarafına, kavuşamayıp uzaklaştırıldığı doğa manzarasını çizer. Ceplerine doldurduğu peluş tosbağalar ve oyuncaklarla yola çıkar. Elindeki papatyaları, vefat eden eşine duyduğu sevgiyle, ilk gördüğü kadına vermeye niyetlidir. Parka gittiğinde, bir bankta oturan ve daha önce tanışmadığı Hera adlı genç kadınla tanışır. Onunla tanışıp hoşbeş ederken yanlarına taşındığı evde iken baktıkları köpekleri Mercimek geliverir. Gelini ve oğlu, apartman dairesi olduğu gerekçesi ile, Nevra ile birlikte sahiplendikleri köpeği istemezler. Nafi Bey onu mecburen sokağa bırakmak zorunda kalır. Hera ile tanıştıktan sonra, ona o gün neler yaptığını anlatmaya başlar. Anlatımının bir yerinde, “Esaretin Bedeli” filminde suçsuz yere ceza alan Andy Dufresne’nin kendisini cezaevi müdürünün odasına kapatarak mahkumlara müzik yayını dinletmesinden çok etkilendiğini belirtir. Parka gelmeden önce ‘Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne kaçak olarak girmeyi başardığını anlatır. Kim olduğunu soran sekretere, başhekimin babasıyım yalanını söyler. Başhekim o an meşgul olduğundan beklemesi için odasına alınır. İkram edilecek kahveyi beklerken, odada bulunan pikabı açar. The Beatles’ın “Lucy In The Sky Diamonds (Lucy gökyüzünde elmaslarla beraber)” plağını pikapta çalar. Müziği tüm hastalara dinletir. Bahçede gezinen hastalar büyük hayranlıkla müzik sesinin geldiği yukarıya doğru bakarlar. Bahçeden, odalardan, odaların açık pencerelerinden alkışlar, bağırtılar yükselir. “Bağlı duran, renkli esir balonlarımı pencereden bıraktım.” Andy Dufresne’den etkilenerek yaptıklarını anlatınca Hera, “Siz delisiniz!” der. “Ah, hangimiz değiliz ki!” der. “Bazen kim akıllı kim deli karıştırıyorum.” Nafi Candeğer prostattır. Hera ve Mercimek ile sohbet ettiği ya da ettiğini sandığı saatler boyunca, prostatın etkisiyle birçok kez ‘Cafer’in Cafesi’ne gider gelir. Her gidiş gelişinde içecek ve yiyecek bir şeyler alıp getirir. Hera da ona babasıyla yaşadıklarını, babasının karşı çıktığı erkek arkadaşı ile ilişkisinden söz eder. Nafi Candeğer’in geliş gidişleri cafe sahibi Cafer’in dikkatini çeker. Nafi Bey’i uzaktan izler. Tuvalete en son gelişinde, ona en son vapuru da kaçırdığını söyler. En son vapuru kaçırmasının hiçbir önemi yoktur. Zaten, piknik dönüşü kendisini defalarca arayan oğlunun telefonlarına da yanıt vermemiştir. En sonuncu aramasını açar. Kendisini almaya geleceği için yerini soran oğluna, “Ertelediğim şeylerin hepsini yapar yapmaz geleceğim eve!” der. Oğluna konumunu söylemez, hadi eyvallah çektikten sonra, “Şimdi yola koyulmam gerek!” der. Nereye gideceği sorusuna yanıtı şudur: “Başka bir yere” karşılığını verir. Cafer, “Ya yanlış bir yere gidersen?” kaygısı içindedir. Nafi Candeğer avuçlarını şaklatarak, “bak, işte bu çok iyi olur,” der. “Normalde içine sıkıştırıldığım hayatta, tövbe billah görüp yaşayamayacağım şeylerin kapısını açacaksa buna değer, sevgili dostum, evet; buna değer!” Metin Turan, toplumsal sıkıştırılmışlık içinde yaşayan insanların, ‘dışarıda’ da ‘mahkûm’ edildiklerini vurguluyor. Hapisliklerimizi çoğalttığımız bariyerlerin içine başkalarını da ekliyoruz, diyor. Kendi gerçeğimizi ve yolumuzu bulabilmemiz için bu bariyerleri yıkıp aşabilecek cesarete sahip olmak dışında çaremiz yoktur. Romanda belirtildiği gibi, ‘insanların büyük yalanlara çok daha kolay inandığı’ bir dönemde yaşıyoruz. İktidarı elinde tutanların oğlumuz gelinimiz veya otoriter diktatörler olması fark etmez. Toplum, yaşayan ölüler haline getirilerek mezarlara taşınmak isteniyor. İnsanlık tarihinin artılarını hiçe sayarak çöpe atma çabaları ara vermeksizin sürdürülüyor. Diktatörlükler tüm demokratik kazanımları yok sayıyor. Farklı düşünenlerin tümü ötekileştirilerek vatana ihanet cenderesi içine hapsediliyor. Cezaevlerindeki ‘tektipleştirme’ operasyonlarının katmerlisi ‘dışarıda’ da uygulanıyor. Demokratikleşme hedefine kilitlenenler “ileri demokrasiye dönüş’ adı altında katlediyor. Peki, tüm bunlar yaşanmaktayken çıkış yolu nedir? Yanlış bir yola girme kaygılarından nasıl uzaklaşılacak? Toplumun terörize edilmesinden kaynaklanan korkulardan, çekincelerden uzaklaşılmak zorunda. “Bir âna, bir duruma, bir konuma, bir sıfat, bir tasnif ya da bir kategoriye zoraki sığdırılıp sıkıştırılan bir ömrü, adeta sonu gelmez bir hamallığın mahkûmu gibi yaşamak zorunda mıyım? (…) Yoksa ‘yazgı’ denilerek sürgit yaşamayı gayet normal bulduğum yükü sırtımdan indirip bir kez daha başa, en başa dönmeksizin yoluma devam etme, değişme, değiştirme iradem var mı?” En son vapuru da kaçırsak, iskele hemen yanı başımızdadır. Vapurlar önünde sonunda gelecek ve bizi geleceğe taşıyacaktır. Varlığını ayakta tuttuğumuz ütopik düşlerimize, eşiğinde durduğumuz bu iskelelerde bineceğimiz vapurlarla gideceğiz. “Çıkış işte orada! Yakın, sadece cesaret et, bu yeter!” Tek mesele, cesaret etmekte!
 
Geri
Üst