A
Admin
Yönetici
Yönetici
· Siyasi felsefedeki temel soru, siyasi devletlerin seçmenlerini zorlama hakkına sahip olup olmadığı ve vatandaşların devletlerinin emirlerine uyma konusunda ahlaki bir göreve sahip olup olmadığıdır? · Kanuna uymak nedir? Kanuna uymamak nedir? · Kanuna uyma zorunluluğunun gerekçeleri veya açıklamaları nelerdir? · Kanunun otoritesi kanunun arkasındaki nedenlere mi yoksa sadece kanun olmasına mı bağlıdır? Başka bir deyişle, kanunun belirli nedenleri uygulanmadığında kanunun ahlaki otoritesi devam eder mi? Toplumsal Sözleşme Kuramı'nın en erken ifadelerinden biri Eflatun'un Kriton diyaloğunda bulunur. Sokrates, vatandaşların bir şehirde yaşamanın faydaları karşılığında yaşadıkları şehrin yasalarını koruma ve mahkemelerin kararlarına itaat etme görevine sahip olduklarını savunur. Eflatun, kanunlara uyan insan (just man) mutlu, uymayan ise mutsuzdur düşüncesini savunmuştur. Adil yaşam hoş olan bir yaşamdır. Gerçekte şu veya bu halde kanunlara uyan mutsuz ve uymayan mutlu olabilir. Eflatunun benimsediği öğreti, bireyler mutlak olarak kanunlara uymalıdır; “doğru olmasa da kanunlara uyulması mutluluk getirir” şeklindedir. Aksi takdirde, kimse kanunlara uymaz. Devlet propaganda ile kamuoyu oluşturmalıdır. Bu öğretinin gerçekte “yalan” bile olsa oldukça yararlı bir yalan olduğunu kimse yadsıyamaz. Hukuka itaati garanti altına almaktadır. Sokrates’in tutumu, haksız yasalara karşı çıkmalıyız. Yargı kararlarına ise, haksız bile olsalar, uymalıyız. Sokrates bu her iki tutumun da adaletin bir gereği olduğunu söylüyor. XX. Yüzyılda bu duruşa kısmi destek Weimer Cumhuriyeti Adalet Bakanlarından hukuk filozofu Gustav Radbruch’tan gelir. Ağır bir haksızlık içeren yasalara itaat borcumuz bulunmadığına, aksine uymamak yükümlülüğümüz bulunduğunu söyler. Burada da yargı kararlarına uyulacaktır. Yargı kararı ne denli haksız olursa olsun toplumun kilit taşıdır. Vatandaşlar onu koşulsuz yerine getirmeye çalışacaklardır. Bu sonuç özellikle hukuk devleti gereği çok belirgindir. Görev, hukuk topluluğundadır. Bu görev, haksız hükümlere götüren adaletsiz kanunları sorgulamak; bunların kaldırılmasına, düzeltilmesine çalışmaktır. Bunlar doğru kanunlara karşın verilmişse, bu eleştirel bakışı ve çabayı bu kez yargılama süreçleri ve öznelerine yöneltmektir. Yasalar adalet istencini bilinçli olarak yadsıyorsa, örneğin insan hakları insanların keyfiliğine engel olmuyor ve yetersiz kalıyorsa, o zaman bu yasaların geçerliği yoktur, o zaman halk bunlara itaatle borçlu değildir; o zaman hukukçular da kendilerinde, bu yasaların hukukilik karakterinin bulunmadığını söylemek cesaretini bulmalıdır. (Radbruch.5 Dakikada Hukuk Felsefesi-3.dakika).1 Adil olmayan (unjust) yasalar karşısında insanların itaat görevi olup olmadığıdır? Friedmann’a göre, modern hukuk teorileri, hukuk oluşturmak yerine hukuku değerlendirmeye hizmet amaçlı varlık göstermektedirler. Bu durumda, teoriler, gerçekte, hukuk teorileri olmak yerine adalet teorileridir. Hukukun geçerliliği bakımından pratik soru, Nazi Almanya’sındaki çoğu yasalarda olduğu gibi ahlaken tiksindirici tedbirleri içeren bir düzenlemeye hukuk statüsü verilip verilemeyeceğidir. Bu sorunun yanıtı, çoğu insanların içsel derinliklerinde yer etmiş olan adalet kültürü ile bu tür düzenlemeye hukuk statüsü verilemeyeceği anlamındadır. Bu noktada “hukuka itaat görevi” bağlamında şu sorular gündeme gelmektedir: Birinci soru, bir madde hükmü hukuki midir? Yanıtı “evet”ise, ikinci soru, adil ve savunulabilir anlamda iyi bir hukuk mudur? Bu sorunun yanıtı “hayır” ise, bir üçüncü soru belirmekte- dir: Ne var ki, o hükme uymak konusunda insanın gayri hukuki bir görevi var mıdır? Kuşkusuz, itaat ve itaatsizlik kavramları uzun zamandır ahlaki, yasal ve politik felsefede birçok kalıcı tartışmanın temelini oluşturmuştur. St. Thomas Aquinas’a göre her yasa ortak yarar/iyilik için çıkarılmalıdır. Bireysel davranışın makul oluşunu belirleyen bireyin iyiliği iken, grup üyelerinin makullüğünü de o grubun ortak iyiliği belirlemektedir Yasanın gerçek niteliği olan bağlayıcı erki elinde tutması için, onunla yönetilen kişilere uygulanması gerekir. İnsan hukukuna itaat görevi sorusu üzerine de iki durum öngörmektedir. Birincisi, yasalar insan iyiliğine aykırı olabilir. Örneğin, toplum yerine yasa koyucunun yararına yapılmış olabilirler veya toplum yararına yapılmış olmalarına karşın yasa koyucu yetkilerini aşmakta veya yaptıkları yasalarla toplumun farklı üyelerine eşit olmayan yükler tahmil etmektedir. Böyle hükümler yasalardan çok şiddet eylemleri gibidir. Bunlar vicdan açısından bir mecburiyet getirmemekte ise de itaatin bozucu örnek olmasını veya düzen bozuculuğu gidermesi hallerinde insanların haklarından sarfınazar etmeleri uygun olabilir. İkincisi ise, yasalar ilahi iyiliğe aykırı olabilir. T. Aquinas, putpe- restliği emreden emirnameyi örnek göstermektedir. Bu nitelikteki yasalara hiçbir şekilde itaat edilmemelidir. T.Aquinas’a göre, bir yasanın gayri adil olması ona itaatsizlik için mutlak bir lisans vermez; her insanın genel hukuk projesine uyumunun sonuçları göz önüne alınmalıdır-itaatsizlik ilkeselleştiğinde insanlar arasında bencil nedenlerle itaatsizliğe doğru bir istek belirebilir veya doğru yasaların infazı daha da zorlaşabilir. Görüldüğü üzere, O, belli bir yasanın meşruluğundan ziyade tüm rejimin meşruluğuyla ilgilenmiştir-Hukuka değil, monarka suikast yapılması önem arz etmektedir. Hobbes2 ve Locke’da belli bir yasanın meşruiyetiyle ilgilenmedi. T.Hobbes’a göre, egemen güce itaat görevi düzeni korudukları sürece devam edecek; non-government olduğunda sonlanacaktır. Egemen için düzen sağlayıcı bir mekanizma olan pozitif hukuk siyasetin endemik irrasyonelitisine karşı rasyonel bir çözümlemedir. Uygulamada baskı yasalarına tanık olunabilirse de kendisi, baskıcı bir hükümetin kesinlikle hiç hükümet olmayışından(kaos) daha iyi olduğu görüşündedir. Yalnız bu egemen güce tamamen keyfi davranma yetkisi vermeyip; istenilenin her halde yasa ile düzenlenmesini emretmektedir-hukuk biçimine saygılı olunmalıdır. Onun dışında ahlaki bir sınırlama yoktur. O’na göre, hukuk düzeni usul kuralları olarak anlaşılmalıdır.3 Bunlar Hart’ın ikinci kurallarıdır. J.Locke’da itaat görevi, kötü hükümet halinde son bulmaktadır.4 Fransız ihtilalinin endişeli bir gözlemcisi olarak, Bentham, her toplumda hukuk emirlerinin öyle kötü olduğunda direniş sorusu ile yüz yüze gelineceğinden özellikle emindi.5 J. Finnis’e göre, itaatsizliğin hukuku tümden zayıflattığı durumlarda, böyle bir yükümlülük var olabilir. Yalnız itaatin kapsamı, legal sistemin tümden etkisiz olmasından kaçınmak için gerekli olduğu kadarı ile sınırlı kalacaktır. İlaveten, bu yasalara gösterilen itaat ne olursa olsun, yasama erki, adaletsizliği sonlandırmak için mevcut yasayı ilga etmek veya değiştirmek yükümlülüğündedir. Bu soru şimdilik doğal hukukçularca verilen yanıtlar ötesinde Nazi Almanya’sında (rejimi eleştirenleri cezalandıran düzenleme sonucu) husumet-muhbirlik davaları (the grudge informer) bağlamında irdelenecektir. Bu davalar çarpıcı bir biçimde hukukun geçerliliği ve normatif gücünün onun ahlaki niteliğine dayalı olup olmadığı sorusunu sergilemektedir. Birbirinden ayrı iki davada Alman ordusundaki askerler, Nazi rejimini karılarına eleştirdikleri için takip konusu edilmişlerdir. İki asker de Nazi rejim yasalarına göre idam cezasına mahkûm oldularsa da (1949), sonra- dan kurtuldular. Her iki hükümlü asker de savaş sonrası karıları ve kendilerini yargılayan hâkimler hakkında (1871 tarihli Alman Ceza Kanunu 239. maddesi uyarınca hürriyetten yoksunluk nedeniyle) suç duyurusunda bulundular.6 Birinci davada Bölge İstinaf Mahkemesi, ilgili Nazi yasalarını özellikle içerdiği ağır cezalar nedeniyle çok zalimane bulduğunu ve Alman halkının büyük çoğunluğu tarafından terör yasaları olarak görüldüğünü ifade ederken, bunların doğal hukuku ihlal eden yasalar olarak görülemeyeceğini belirtti. Bunun çıkarımı olarak, sanıklardan askeri hâkimin mevzuata göre karar verdiğinden beraat etmesi, kocasını ihbar eden kadının ise beraat etmesinin gerekmediği idi. Kötü niyetli bu kadın, yetkililere yaptı- ğı bu bildirimin sağduyulu, vicdan sahibi kişilerin adalet duygusunu rencide edeceğini bilmeliydi. Ne var ki, kararda açıkça gerekçelendirilmese de mahkemenin bir Nazi yasasının geçersiz olmadığı konusundaki kararlılığı çok belirgindir. İkinci davada, Federal Temyiz Mahkemesi kararında, bir mahkeme kararı legalitesinin ilgili tüm kişiler için aynı olması, her ikisinin ya mahkûm veya beraat etmesi gerektiği; mevcut gerçekler karşısında ise, her ikisinin de mahkûm edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Suçun temel öğesi, eleştirinin aleni olması idi ve aile içi iletişim bu testi karşılamak için uygun görülmedi. İlaveten, bu eylem suç oluşturduğunda da ciddiyet derecelendirilmesi açısından en alt düzeyde olması gerekti. Bu nedenle, hükmedilen yaptırım orantısız görülmüştür. Bu analiz ışığında kadın, eşinin mahkeme huzuruna çıkmasına neden olduğu, hâkim de adli takdirini uygun bir şekilde kullanmadığı için suçlu görülmüştür. H.L. Hart,7 bu kararı uygun bulmadı ve kadının suç işlemediğini belirtti. Lon L. Fuller,8 karşıt olarak, öyle kötü yasaların geçerli olamayacağına değindi. Temyiz mahkemesi kararını büyük oranda kadının ihbar etmek görevi olmadığı, kocasının mahremiyetini ihlal ettiğini ve bunu kötü saiklerle yapması üzerine temellendirdi. Nitekim Nuremberg yasaları insanlığa karşı suçlar kavramını yarattı (veya keşfetti) ve mahkemece geçmişe uygulandı. Bunun (retroactive) ahlaki getirileri, İkinci Dünya Savaşı’nda işlenen vahşetler karşısında, bu uygulamanın adaletsizliğine üstün görüldü.9 Hart, eşin 'aşırı derecede ahlaksız bir eylem' gerçekleştirdiğini kabul etmekle birlikte, aynı sonuca yargısal yollarla ulaşmak yerine, ilgili mevzuatın kullanılması gerektiğini savunuyor. Fuller, sadece düzen ile karakterize edilen toplumlar ile iyi düzen ile karakterize edilen toplumlar arasında ayrım yapmanın gerekli olduğunu ileri sürmeye devam eder. Bu bağlamda, ahlaki nitelik, hukukun statüsünde içsel bir unsurdur Hukuk devletinde bir yandan “Sokrates tutumu” ile beliren itaat, öte yandan “Gandhi” türü gerçekleşen sivil itaatsizlik10 örnekleri sosyo-legal bir gerçeklik olarak varlığını sürdürmekte; direnme hakkı Türk Medeni Kanunu 2. maddesi f.2’de, “Bir hakkın kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz” ilkesi ile ilişkilendirilebilmektedir. 11 Anayasal denetimde doğal hukukun yerine bakıldığında, Anayasa Mahkemesi üye hâkimi müzakereci bir yaklaşımla “ne yapmam gerekir?” sorusu ile başlamalı ve “doğru yanıt” için ilkeler ve sosyolojik jurisprudence doğrultusunda en iyi yoruma ulaşma uğraşı vermelidir. Bu doğrultuda doğal hukuk anayasal denetimin gelişmesi için yararlıdır. Doğal hukuk, adil olmayan yasa ile karşılaşan hâkime yardımcı olmakta mıdır? Anayasamız bu denetime yer vermekte ise de anayasa hükümlerinin tümünün birer doğal hukuk formülleri olmadığı da bilinmelidir. J. Rawls’a göre, üyelerin takdir hakkını kullanabilecekleri bir davada kendi kişisel ahlakı, idealleri ve ahlaki değerlere başvurmadan kaçınmak kadar başkalarının dini ve felsefi görüşlerinden de kaçınmalıdırlar. Mahkemenin oluşumundaki heterojenlik kapsamlı bir öğretiye bağlanmak yerine, çoğunluk görüşünün genelde kapsamlı öğretiler arasında uzlaşmacı bir yolu benimsemesi/geniş halk yığınlarının umut ve isteklerine olanak tanıması şeklinde olmalıdır. Anayasa mahkemesine seçilen her üye ile beliren dinamik ilişkiler sonucu mahkeme (heterojenliği) yenilenmektedir.12 Anayasa Mahkemesi, yalnızca mahkeme olmaktan ibaret değildir. Kararlarının siyasi yansımaları nedeniyle siyasi bir kurum olarak da görülebilir (Hans Kelsen). Lon Fuller, bir hukuk sistemine özgü iç ahlakın koşulları olarak şu sekiz ilke/koşulu sıralamaktadır: genellik, ilan edilmesi, geçmişe işlemezlik, açıklık, tutarlılık, olanaksızın istenmemesi, zaman içinde devamlılık ve kuralla uygulama arasında tutarlılıktır. Bu koşullardan birinin tümden göz ardı edilmesi toplumu sadece kötü bir hukuk sistemine götürmekle kalmayıp, hukuk sistemi etiketine de yabancılaştırmaktadır. Kuşkusuz, kişinin var olmayan veya kendisinden gizli tutulan veya kendi eyleminden sonra vazedilen veya anlaşılmayan veya aynı sistemin diğer bir kuralına ters düşen ve her dakika değişen bir hukuk kuralına itaat için ahlaki görevi olduğu savı akli dayanaktan yoksun kalacaktır (a rule of law culture). O’na göre bu usul ilkelerine uyum zamanla hukuku maddi anlamda saflaştıracaktır.13 Hukukun rasyonel davranış rehberliği sağlaması için içsel kayıtların göz ardı edilmemesi gerekmektedir. Yalnız bir normun rasyonel davranışa rehberlik edememesi, neden legaliteyi engellemesi için yeterli görülsün? Yasanın amacı eyleme rasyonel rehberlik olsa bile, normca bu işlevin yerine getirilememesi bunun hiç de bir yasa olmadığını göstermek yerine bu yasanın kusurlu/ayıplı olduğuna işaret ettiği söylenebilir.14 Kusur terimine bakıldığında, bir şeyin kusurlu olduğunu belirtmek her zaman o şeye ait bir niteliğin sevilmediği anlamında da değildir. Nitekim erken kalkmaktan hoşlanmayan biri için çalışmayan bir çalar saat tercih edilmektedir. Bu kişi kusurlu bir çalar saati, kusurlu olmayan bir çalar saate yeğleyecektir. Çalar saat kişiyi uyandırmak için çalmadığında kusurlu sayılmakta ise de bu saat yine de bir çalar saattir. Kusur sıfatı ev aletleri (elektrik süpürgesi, T.V. masa) için kullanıldığı gibi doğal objeler (kedi, limon ağacı, insan) için de kullanılmaktadır. Sonuç Standart veya geleneksel anlatıma göre, siyasi otoriteye sahip olanlar meşru olarak, otoritelerine tabi olanların itaat yükümlülüğünü gerektiren bir yönetme hakkına sahiptir. Kanun oluşturmanın ve yasal otoriteleri yetkilendirmenin amacı da kamusal davranışı düzenleyerek sosyal düzeni kurmak ve sürdürmek olduğundan, çoğu hukuk tartışmasının başlangıç noktası uyumdur. Yasal yükümlülük(obligatio), hukuk teorisyenleri tarafından birçok şekilde kavramsallaştırılmıştır. Yasal yükümlülüğün kavramsal olarak ne yapmamız gerektiğiyle bağlantılı olduğu, "gerektiği"nin en azından örtük olarak doğru ve yanlışın bir değer yargısını taşıdığı teorileştirilmiştir. Resmî açıklamada, yasal yükümlülük esasen hukukun resmi geçerliliğine bağlı olarak yapılandırılmıştır. Bir şey, yasal olarak geçerli bir hükümde gerekli olması nedeniyle yasal olarak zorunlu hale gelir. Bu, yasal yükümlülüğü tamamen resmi bir koşul haline getirir, yalnızca bir hukuk kuralı nedeniyle var olan bir koşul, yani yükümlülük için esas olanın, uygulandığı gibi kuraldan ziyade belirtilen kural olduğu anlamına gelir. Bir görüşe göre, hukuk, toplumsal kuralların bireyleri ve grupları toplum içinde bağlaması gibi, hukuki özneleri de bağlar: Hukuk, kendine özgü bir toplumsal normatif kurum olduğundan ve bu tür kurumlar, kurallarına tabi olanlara yükümlülükler yüklediğinden, kişinin yasal bir yükümlülüğü vardır. Hukuki yükümlülükler yasal kurallardan kaynaklanır. Hukuki kurallar nitelik olarak sosyal olduğundan, yasal yükümlülüğün doğası da özellikle sosyaldir: Yasal yükümlülükler, ilgili sosyal grubun bağlı üyelerinin davranışları yönlendirmek ve değerlendirmek için haklı standartlar koyduğunu düşündükleri bir uygulama sayesinde oluşur. Bir başka açıdan, yasal bir yükümlülüğün var olduğu ve bağlayıcı güce sahip olduğu ancak belirli rasyonel standartları karşıladığı takdirde söylenebileceği savunulmaktadır. Bu nedenle, yasal yükümlülük ilk etapta rasyonel bir talep olarak düşünülmektedir: Yasal olarak yapmamız gereken şey, pratik rasyonelliğin bizden yapmamızı istediği şeydir. Yasal sistemlerin ürettiği yükümlülüklerin, yasal gerekliliklerin ahlaki yükümlülüklere tabi olması nedeniyle kavramsal olarak ahlaki yükümlülüklerle bağlantılı olduğunu savunur.15 Hukuk, kuşkusuz, toplumsal bir uygulamadır. Hukuk, vatandaşlar ve yetkililer arasındaki işbirlikçi eylem ve etkileşime dayanır. Vatandaşlar, adaletsiz kuralların uygulanmasına karşı kesinlikle tedbir alabilirler. Diğer bir anlatımla, "Hukukun dediğini yapmalı ama hukuk da yanlış olabilir. Bugün ‘hukukun üstünlüğü’ deniliyor ama demokratik ülkelerde hukuk da değer harcayıcı olabiliyor. Ben olaya hep insan hakları perspektiften bakmak gerektiğini düşünüyorum. Görüyoruz ki parlamentolardan ‘hak yok edici yasalar’ da çıkabiliyor”16 Geleneksel olarak, hukuki yükümlülüğü ilgilendiren ve kavramsallaştırılmasıyla yakından ilişkili olan bu konu, bir hukuk sisteminin varlığının, hukuka tabi olanlara varsayılan bir itaat görevi sağlamaya kendi başına yeterli olup olmadığının belirlenmesinden oluşmaktadır. Bilimsel yaklaşım, adil ve istikrarlı hukuk sistemlerinde yinelenen aşağıdaki üç ilkeyi belirler. Bu ilkelere sahip olmayan hukuk sistemleri, sürekli olarak keyfi, adaletsiz ve istikrarsız hale gelir. · İlk ilke, hukukun içeriğinin geçerliliğini ele alan akıl ilkesidir. Akıl ilkesi, her öznenin özgür iradeye sahip rasyonel bir varlık olduğunu kabul eder. İstikrarlı olmak için hukuk sistemi, öznelerini başka bir amaca ulaşmak için bir araç olarak değil, başlı başına bir amaç olarak ele almalıdır. Hukuk sistemi ayrıca, düzenli özgürlüğe dayalı bir toplum yaratmak için rasyonel bireylerin kendi davranışlarını yönlendirmelerine izin vermelidir. Adil yargılanma, masumların cezalandırılmasına ve çoğunluğun zulmüne karşı koruma sağlar. · İkinci ilke, hukukun vazedilmesinin geçerliliğini ele alan rıza ilkesidir. Bu ilke, hukukun meşruiyetinin, hukukun gücüne tabi olanların rızasından kaynaklandığını belirtir. Örf ve âdet hukuku, stare decisis doktrini17 ve tebaanın meşru temsilcileri tarafından onaylanan mevzuat, rızanın kanıtıdır. · Üçüncü ilke, hukukun hem içeriğini hem de yaratılışını ele alan özerklik ilkesidir. Kanunlar, siyasi yöneticiler üzerinde üstünlük sağlamalıdır. Yönetici, tebaasıyla aynı kanunlara tabi olmalı ve kanunlar, yöneticinin iradesini yansıtacak şekilde keyfi değişikliklere tabi olmamalıdır. Doğru bir şekilde oluşturulmuş kanunlar sonuçta egemen olmalıdır (Aristoteles). Değer ve anlamların insanlardan geldiğini unutmayınız! Standart veya geleneksel anlatıma göre, siyasi otoriteye sahip olanlar meşru olarak, otoritelerine tabi olanların itaat yükümlülüğünü gerektiren bir yönetme hakkına sahiptir.18 Prof. Dr. Mustafa Tören Yücel ------------------ 1 G.Radbruch. “Beş Dakikada Hukuk Felsefesi” (Çev. H. Ökçesiz) HFSA 2, Afa Yayınları, İst., 1995, ss.7-8. 2 T.Hobbes. Leviathan,14.Bl.: Egemen güce itaat görevi düzeni korudukları sürece devam edecek; non-government olduğunda sonlanacaktır. Egemen için düzen sağlayıcı bir mekanizma olan pozitif hukuk siyasetin endemik irrasyonelitisine karşı rasyonel bir çözümlemedir. Uygulamada baskı yasalarına tanık olunabilirse de kendisi, baskıcı bir hükümetin kesinlikle hiç hükümet olmayışından(kaos) daha iyi olduğu görüşündedir. Yalnız bu egemen güce tamamen keyfi davranma yetkisi vermeyip; istenilenin her halde yasa ile düzenlenmesini emretmektedir-hukuk biçimine saygılı olunmalıdır. Onun dışında ahlaki bir sınırlama yoktur. O’na göre, hukuk düzeni usul kuralları olarak anlaşılmalıdır. Bunlar Hart’ın ikinci kurallarıdır. J.Locke’da itaat görevi, kötü hükümet halinde son bulmaktadır. Bkz. J. Locke. Two Treatises on Government, 1690. 3 Leviathan,14.Bl. 4 Bkz. J. Locke. Two Treatises on Government, 1690. 5 H.Ökçesiz. “Hukuk Devletinde Direnme Hakkı” HFSA:5, İst., 2004, s.122 vd. H.L.A. Hart Positivism and the Separation of Law and Morals, 71 Harv.L.Rev. 1958, s. 597. Direnme hakkı ABD geleneğinde derinliği olan bir haktır. Bu hakka New Hampshire eyalet Anayasa’sının 10. maddesinde yer verilmiştir: Yalnızca olumlu direnmeye vurgu yapılmayıp; tiranlığa boyun eğmek te lanetlenmektedir. “Keyfi güç kullanımı ve baskıya karşı direnmeme öğretisi absürt, esaretçi ve insanlığın iyilik ve mutluluğu tahribidir.” W.O.Douglas. America Challenged, Avon Book Division,1960, s.14. 6 Ayrıca bkz. H.L.A.Hart ve Hukuk-Ahlak Ayrımı (Ed. S.Gürler) Tekin Yayınevi, 2015, ss.186-191. 7 Positivism and the Separation of Law and Morals, 71 Harvard Law Review, p.593, 1958. 8 “Positivism and Fidelity to Law: a Reply to Professor Hart” 71 Harvard Law Review p.630, 1958. 9 Bkz. AİHMK: CR. v. United Kingdom, 335-C Eur.Ct.H.R.(Ser.A) 1995: Kanunda potansiyel sorumluluk bildirimi olmamasına karşın kocanın aile içi ırza geçmesi cezalandırılır bulundu. 10 T.Aquinas’a göre, bir yasanın gayri adil olması ona itaatsizlik için mutlak bir lisans vermez; her insanın genel hukuk projesine uyumunun sonuçları göz önüne alınmalıdır-itaatsizlik ilkeselleştiğinde insanlar arasında bencil nedenlerle itaatsizliğe doğru bir istek belirebilir veya doğru yasaların infazı daha da zorlaşabilir. Bkz. J. Penner (ed.) Jurisprudence and Legal Theory, pp.50-65. Ayrıca bkz. Kamu Vicdanına Çağrı-Sivil İtaatsizlik, Ayrıntı, 2014. 11 H.Ökçesiz. “Hukuk Devletinde Direnme Hakkı” HFSA:5, İst., 2004, s.122 vd. “Fransız ihtilalinin endişeli bir gözlemcisi olarak, Bentham, her toplumda hukuk emirlerinin öyle kötü olduğunda direniş sorusu ile yüz yüze gelineceğinden özellikle emindi.” Ayrıca bkz. H. Ökçesiz. Sivil İtaatsizlik, 4.bası, Legal, 2011; H.L.A. Hart Positivism and the Separation of Law and Morals, 71 Harv. L. Rev. 1958, s. 597. Direnme hakkı ABD geleneğinde derinliği olan bir haktır. Bu hakka New Hampshire eyalet Anayasa’sının 10. maddesinde yer verilmiştir: Yalnızca olumlu direnmeye vurgu yapılmayıp; tiranlığa boyun eğmek te lanetlenmektedir. “Keyfi güç kullanımı ve baskıya karşı direnmeme öğretisi absürt, esaretçi ve insanlığın iyilik ve mutluluğu tahribidir.” W.O.Douglas. America Challenged, Avon Book Division,1960, s.14. The Basis of Legal Authority: Why We Should (or Sometimes Should Not) Obey the Law YouTube 12 Ayrıca Bkz. R. Dworkin. “Anayasal Davalar” Hakları Ciddiye Almak, Dost, 2007, ss.167-188. “Hâkimlerin eksantrikler (ayrıksıları) birbirlerini dengelemektedir. Bir hâkim soruna tarih, diğeri felsefe, bir diğeri sosyal yarar açısından bakarken; biri biçimsel, diğeri değişimden ürkek bir tavır sergilerken, diğeri mevcut durumdan memnun olmadığını göstermektedir. İşte farklı beyinlerin sürtünmesinden beliren ise istikrar ve tutarlılık ile sonuçta ortalama değeri onun bileşen öğelerinden daha yüksektir. Kuşkusuz, her insan kurumunda kusurlar kaçınılmazdır. Bunların varlığı ve görünürlüğü yanında düzeltileceğine olan imanımızda tamdır. Anayasa ve yasaların oluşumunda benimsenen çoğunluk kuralının mükemmellik eseri olduğuna dair bir güvence bulunmamaktadır. Bu durum ilk/üst derece mahkeme kararlarında belirdiğinde de fazlası beklenmemelidir. Dalgalar yükselir ve alçalırken, kumsal hatalarda dökülür.” B. N. Cardoza’nun. The Nature of the Judıcial Process, 1947, Yale Publication, s.177. 13 L.L. Fuller. The Morality of Law, 1969, p.39. Fuller. “Positivism and Fidelity to Law-A Reply to Professor Hart” 71 Hav.L.Rev., 1958, s.643 (İnsanlar doğru şekilde davranmaya zorlandıklarında genelde doğru şeyler yapar ilkesi esas alınarak, mümkün olduğunca, maddi amaçlara usuli olarak erişilmelidir.) S. Aktaş, Prosedürel Doğal Hukuk-Lon L. Fuller’in Hukuk Kavramı, XII Levha, 2011. 14 Mustafa T. Yücel. 15 Contemporary Perspectives on Legal Obligation Edited by Stefano Bertea, Routledge, 2021, pp. 1-17. 16 İoanna Kuçuradi, "Ciddiye almamak gerekir" derken kimi kastetti? T24 (22/02/2024). G.Uygur. Hukukta Adaletsizliği Görmek, Türkiye Felsefe Kurumu, Ankara 2013. The Basis of Legal Authority: Why We Should(or Sometimes Should not) Obey The L…YouTube; Christopher Heath Wellman and A. John Simmons “Confronting Injustice” Is There a Duty to Obey the Law? Cambridge University Press, 2005, p.74-89. 17 Mustafa T. Yücel. 18 Colleen Murphy. “The Rule of Law, Democracy, and Obedience to Law” St. Louis U. L.J. Vol.62, Number 2, 2018, pp.292-301.