İktidar-Muhalefet çatışması ve Marxistlerin yaklaşımı

  • Konbuyu başlatan Admin
  • Başlangıç tarihi
A

Admin

Yönetici
Yönetici
RTE rejimi, ülkenin yaşadığı sorunlar derinleştikçe baskıları artırmakta, çözüm geciktikçe de mengeneyi sıkmaktadır. Ekonomik ve siyasi sorunların giderilmesi için stratejik adımlar attığını söyleyebiliriz. Bu adımlardan en önemlilerine kısaca bakarak konumuza girelim. En önemli adım; Kürd hareketini bloke etmek için Bahçeli ve Öcalan öncülüğünde yapılan 2. Çözüm sürecidir. Bu süreçte rejim, APO’nun da yardımıyla önemli bir kazanım elde etmiş ve PKK’nın sözde de olsa silah bırakmasını sağlamıştır. Bu sürece kendine Marxist diyen kişi ve grupların da eşlik ettiğini görüyoruz. Dünya sınıf mücadelesinde eşi ve benzerine rastlanmayan bu destek, tıpkı kendi emperyalistlerini destekleyen II. Enternasyonal oportünistlerin tavrı gibi. Rejimin ikinci büyük adımını; Suriye’deki şeriatçı rejimin kurulmasında oynadığı rol olarak sıralayabiliriz. ABD ve İsrail’in belirleyici olduğu bu süreçte, Türkiye, Suriye’nin sömürülmesinde kendine düşen payı korumakta ve başarı hikâyesi ile kitleleri avutmaktadır. Esad iktidarının kolayca devrilmesinin arkasında Rusya-ABD ortaklığının olduğu gerçeği ise yabana atılmamalıdır. Üçüncü önemli adım, Kıbrıs vb. operasyonlardır. 27 Temmuz 2024 de KKTC’ye Büyükelçi olarak atanan Y. Ekrem Serim, RTE’nin İBB başkanlığından beri kasasını yöneten Maksut Serim'in oğlu. Halil Falyalı adlı uyuşturucu ve kumar mafyası lideri ile olan bu ilişki ağı, çok büyük miktarda kara paranın iktidara akmasıyla ekonomik krize destek olarak düşünülmüş olsa da pastanın büyüğünün kişisel hesaplara aktarıldığına tanık oluyoruz. Benzer yüzlerce ve binlerce operasyonlar ile toplum, bugün ülke ve kişilerin gelirini oluşturmaya devam etmektedir. Mevcut rejimin dördüncü büyük adımı; her ne kadar ters tepmiş olsa da muhalefeti zayıflatma ve dağıtma operasyonlarıdır. Burjuva muhalefet, baskılar karşısında eski başkan Kılıçdaroğlu’nun politikasının aksine doğru adımlar atarak, kitlelerle olan buluşmalarını sıklaştırmakta ve kitlesel olarak büyümektedir. Bu CHP liderliğindeki eylemsel mücadeleye devrimci gruplardan da katılım olmaktadır. Fakat CHP’nin başını çektiği mücadeleye yönelik gerekli olan doğru taktiği tartışarak, bu konuda emekçilerin çıkarlarını ve sosyalistlerin kitleselleşmesini dile getirebileceğimizi umuyorum. BÜYÜK VE TEHLİKELİ DÜŞMAN ESAS HEDEFTİR Marxist ve devrimci hareketin mücadele programında, ikili fakat birbirini destekleyen bir stratejisi mevcut. Bu komünist toplumun kurulma sürecine kadar kesintisiz biçimde sürecek olan strateji, demokratik ve komünist (sosyalist) mücadele, gelişmiş siyasi bilinç ile devrimci sağlamlığın birlikteliğiyle başarıya ulaşacaktır. Bu siyasi bilinci ve kültürü oluşturan temel, Marxist hareketin işçi sınıfıyla kurduğu ilişkiyle doğru orantılıdır. Fakat burada bizi ilgilendiren; tekelci ve zalim olan egemen sınıflara karşı mücadelenin kendisidir. Soruna bu çerçeve de baktığımız da ülkemizde siyasi anlamda gelişmiş bir bilinç ve kültürün olmadığını görüyoruz. Devrimci değerlere verilen önem yoğundur ve Türkiye sosyalist hareketinde devrimci özellikler, Marxist grup ve kişiler tarafından esas faaliyet alanı olarak seçilmiştir. Fakat bir Marxist hareketi oluşturan diyalektik birliktelik; devrimci değerler (mücadele azmi, kararlılık, direnme ve ölümü göze alma vb.) ile siyasi gelişmişliğin (siyasi koku alma duyusu, geri çekilme, saldırı ve uzlaşma gibi taktikleri sınıfın çıkarına uygun ve koşullara göre yeniden belirleme kültürü, oportünist her türden gelişmelere karşı doğru bir mücadele sürdürebilmek için gerekli olan demokratlık vb. gibi!) bir arada ve kaynaşmış olması esastır. Bu nedenle; sınıf mücadelesinde gerekli direnci ve kararlılığı gösteremeyenlerin gerekli taktik adımları saptaması imkânsızdır. Tıpkı devrimci direnci ve kararlığı gösteren kişi ve grupların, siyasi bilinç ve kültürden uzak kaldıklarında mücadeleye zarar verdikleri gibi! Marxizm, bu iki yanlışın da adını koymuştur: Sağ ve ‘sol’ sapma. Yukarıdaki tespitlerin ışığında ülkemizde ki somut koşulları analiz ederek tartışabiliriz! RTE rejimi, şeriatçı ve faşist ideolojinin rehberliğinde ve emperyalistlerin güdümünde mücadele stratejilerini oluşturmuş bulunuyor. Bunun için attıkları adımlardan en önemli dört tanesini yukarıda sıraladım. Bu rejim, proletarya ve çalışanların en büyük düşmanıdır ve bir an önce toplum bunlardan kurtulmalıdır. Bu düşmana karşı mücadele de işçi sınıfı ve onun temsilcisi iddiasında bulunanların etkin bir duruşu yok. Bu anti RTE rejimine karşı CHP’nin yeni yönetimi, nasırına basıldığı için, kitlesel ve rejimi deşifre eden etkili bir mücadele sürdürmektedir. Bu gerçeği kabul ettiğimizde karşımıza CHP’nin sınıfsal konumu ve geçmişte yaptıkları çıkartılmaktadır. CHP doğrudur: sermayenin reformcu kanadıdır. Fakat onun peşinden emekçi kitlelerin gitmesi, bizim siyasi taktiğimizi belirleme de önemli rol oynamaktadır. Geçmişte komünistlere, Kürdlere ve emekçilere karşı düşmanca davranan ve onların acı çekmesini sağlayan CHP’nin, bugünkü kitlesel mücadelesi içinde yer almak ve gerekli doğru taktik adımların belirlenmesini sağlamak için neler yapılmalıdır? Bu konuya bırakalım Lenin ve Mao cevap versin! 1- Öncelikle, Lenin’in Sol yayınlarından çıkan Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi adlı kitabının 138-142 sayfalarında Kornilov ayaklanması ile ilgili kaleme aldığı ajitasyon, propaganda ve taktik adıma ilişkin tespitlerine bakacağız. Lenin bu sorunu şu şekilde bize tanıtıyor: “Kornilov ayaklanması (belli bir anda ve belli bir şekilde) müthiş bir ani değişikliktir ve denilebilir ki, gerçekten inanılmaz bir şeydir. Bütün ani durum değişiklikler gibi taktiğin yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir. …” (sf. 138) Emperyalist ülkeler tarafından desteklenen Kornilov, Pedrograd’ın (Petersburg) varoşlarına kadar yaklaşmış ve Kerenski iktidarını yıkıp komünist ve ilericileri temizlemek istemektedir. Bu saldırı karşısında Kerenski, Bolşeviklerden yardım istemiştir. Bu talep karşısında bazı Bolşevikler, hayır diye cevap verirken daha kalabalık bir kesim ise, ilke ile uzlaşma taktiğini birbirine karıştırırlar. Bu konuda Lenin şu tespiti yapar: “ Bazı Bolşevikler ‘uzlaşma esprisine’ boyun eğerek ve olayların kendilerini sürüklemesine izin vererek bu sınırı aşıyorlar” (sf.139, altını çizen Lenin)) Lenin ise Kornilov ile savaşmanın devrimci taktikteki bir değişiklik olduğunu açıklar: “ Değişiklik şu ki, Kerenski ile mücadelenin biçimini değiştiriyoruz. Ona karşı düşmanlığımızı katiyen azaltmaksızın, … anın özelliğini dikkate almak gerektiğini şu anda Kerenski’yi devirmeye çalışmayacağımızı, … Kerenski ile şimdi bir başka biçimde savaşacağımızı açıklıyoruz.” ( sf. 139-140, A. Çizen Lenin) Yukarıda aktardığım yaşanmışlık sanırım siyasi gelişmişliğin ve kültürün ne olduğunu bize yeterince anlatıyor. Fakat bu taktik değişik adımların 1917 Rusya’sında Nisan-Ekim ayı arasında birçok defa tekrarlandığını ve bu doğru adımlarla komünistlerin Sovyetlerde azınlıktan çoğunluğa ulaştığını biliyoruz. 2- Çin devrimi sırasında Mao’nun çok önemli ve öğretici olan Japonya işgaline karşı savunduğu ve hayata geçirdiği uzlaşma ve savaş taktiğini burada özetle dile getirerek ikinci büyük örneğimizi sunmuş olalım. Japonya 1931 yılında Çin’i işgal etmeye başladı. Bu işgale karşı Mao’nun birleşik mücadele önerisi, yeterli desteği bulmadı. Antiemperyalist Yurtsever Sun Yat-Sen’in ölümü sonrası Kuomintang’ın liderliğine ve hükümetin başına geçen Çan Kay-Şek, azılı bir antikomünist olarak, Çin Komünist Partisi'ne (ÇKP) karşı sayısız komplonun ve katliamın sahibiydi. Çinli liderlere yönelik suikastlar ve üyelerinin asit kuyularına atılıp öldürülmeleri dâhil birçok saldırıyı organize etmişti. ÇKP, her şeye rağmen ısrarla Japonya işgaline karşı ortak hareket için ajitasyon-propaganda ve çalışmalarını yoğunlaştırdı. Çan Kay-Şek ise öncelikle komünistlerin temizlenmesini hedefleyen iç savaş çağrısını yapıyordu. Sonuçta Japonya, Çin güçlerine büyük zayiatlar verdiriyor ve ülkenin işgalini genişletiyordu. Buna rağmen Çan Kay-Şek, ÇKP yanlısı 4. Orduyu tuzağa düşürüp binlerce askerini öldürmüş ve komutanını esir almıştı. Kuomintang içindeki yurtsever generaller en sonunda Çan Kay-Şek’i esir aldılar ve Komünistlere değil Japonya’ya karşı savaşı benimsemesi koşuluyla bıraktılar. Bu birliktelik iki önemli sonuca yol aştı: Birincisi Japonların ilerleyişi durduruldu ve 1945 yılında ülkeden atıldı. İkincisi ise Komünist Parti bu süre içinde inanılmaz derecede büyüdü ve Kuomintang da küçüldü. Dolayısıyla 1945 sonrası iç savaşı kazanan da ÇKP oldu! Yukarıdaki iki örnek yanında, devrimci-komünist hareketlerin mücadelelerinde uyguladıkları sayısız doğru taktiklerin onları başarıya taşıdığını bilmemiz gerekir. Komünistlerin-devrimcilerin ve emekçi sınıfların birliğini sağlayan temel ilke, kitlelerin çıkarlarını gözeten taktik adımları bulup çıkarmak ve hayata geçirmekten ibaret olduğunu söyleyebiliriz. Yani Lenin’i yakaladığında öldürecek olan Kerenski iktidarının önerisi ve de komünistleri tuzağa düşürüp katleden Çan Kay-Şek ile esas düşmana karşı ortak hareket etme doğrultusunda karar verebilmek, işte birliğin ve başarının anahtarı budur. Duygusal krizler ve kararlar kişiseldir. Fakat daha büyük düşmana karşı tüm muhalif unsurları içine alan yaklaşım ise kitleseldir. Yani ezilen ve sömürülenlere aittir.
 
Geri
Üst