A
Admin
Yönetici
Yönetici
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2024/208 E., 2025/328 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi
SAYISI : 2023/3153 E., 2023/3792 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 06.03.2023 tarihli ve
2023/412 Esas, 2023/3171 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki işçilik alacağı davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Kararın taraf vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine, davalı vekilinin istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılıp düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda karar bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı taraf vekillerince temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, davalı vekilinin temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin 14.12.2011 tarihinden iş sözleşmesinin haklı neden olmaksızın feshedildiği 18.06.2014 tarihine kadar davalının Basra’da bulunan işyerinde arıtmacı/sıhhi tesisatçı olarak en son aylık net 2.000 USD ücret ile çalıştığını, 2014 yılında son altı aylık ücretlerinin eksik ödenmesi üzerine davalı hakkında icra takibi başlatıldığını, itirazın iptaline ilişkin davanın kısmen müvekkili lehine sonuçlandığını, tatil günleri de dahil olmak üzere 05:00-17:30 saatleri arasında çalıştığını, yaz mevsiminde çalışmasının 18:30’a kadar uzadığını, günde en az 3 saat fazla çalışma yaptığını ileri sürerek kıdem ve ihbar tazminatları, fazla çalışma ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücreti, hafta tatili ücreti ile asgari geçim indirimi alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde; davacının belirli süreli iş sözleşmesi ile çalıştığını, Irak’ta yaşanan iç savaş nedeniyle iş sözleşmesi mücbir sebep dolayısıyla kendiliğinden sona erdiğinden kıdem ve ihbar tazminatlarına hak kazanmadığını, ücretinin 1.500 USD olduğunu, fazla çalışma yapmadığını, yapmış ise de sözleşme gereği fazla çalışma ücreti ücrete dahil olduğundan alacağının bulunmadığını, Basra’daki hava sıcaklığı da dikkate alındığında davacının çalışma saatlerine ilişkin iddiasının yerinde olmadığını, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacakları ile yurt dışında çalışması nedeniyle asgari geçim indirimi alacağının da bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
A. İlk Derece Mahkemesinin Birinci Kararı
İlk Derece Mahkemesinin 02.07.2019 tarihli ve 2017/765 Esas, 2019/474 Karar sayılı kararı ile; dosya kapsamına göre davacının son ücretinin 1.500 USD olduğu, iş sözleşmesinin haklı neden olmaksızın feshedildiği, davacının fazla çalışma, hafta tatili ile ulusal bayram ve genel tatil alacaklarının bulunduğu, asgari geçim indirimi alacağının ise bulunmadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
B. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri istinaf başvurusunda bulunmuştur.
C. Bölge Adliye Mahkemesinin Birinci Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin 28.04.2021 tarihli ve 2019/3261 Esas, 2021/1211 Karar sayılı kararı ile; davacı tarafından açılan itirazın iptali davasında verilen kesin karara göre davacının ücretinin brüt 2.000 USD olduğu, alacakların brüt değerler üzerinden hükmedilmesinin yerinde olmakla birlikte davacı tanıklarının hizmet cetvelleri ile yurda giriş çıkış kayıtları getirtilerek davacı ile çalıştıkları dönemin tespit edilmesi ve oluşacak sonuca göre fazla çalışma, hafta tatili ile ulusal bayram ve genel tatil alacaklarının değerlendirilmesi gerektiği, kıdem tazminatının yabancı para cinsinden hesaplanmasına yasal bir engel bulunmadığı ancak kıdem tazminatı tavanının kontrolü bakımından iş sözleşmesinin feshedildiği tarihteki Türk lirası üzerinden bir yıllık tutarın belirlenmesi, tavanın aşılması durumunda tavan üzerinden hesaplama yapılarak yeniden aynı kur hesabıyla yabancı paraya dönüşümünün sağlanması gerektiği gerekçesiyle sair yönler incelenmeksizin 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 353/1-a.6 hükmü gereğince İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
D. İlk Derece Mahkemesinin İkinci Kararı
İlk Derece Mahkemesinin 23.12.2021 tarihli ve 2021/1087 Esas, 2021/124 Karar sayılı kararı ile; davacı tarafından açılan itirazın iptali davasında Bölge Adliye Mahkemesince kesin olarak verilen kararda davacının ücretinin 2.000 USD olarak kabul edildiği, yapılan bu tespitin tarafları bağlayacağı, tanıkların hizmet cetvelleri ile yurda giriş-çıkış kayıtları getirtilerek davacı ile birlikte çalıştıkları dönemle sınırlı olarak hesaplama yapan bilirkişi raporunun hükme esas alındığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesinin İkinci Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin 25.10.2022 tarihli ve 2022/3936 Esas, 2022/3605 Karar sayılı kararı ile; fazla çalışma ücretinin aylık ücrete dahil olduğuna ilişkin hüküm içerdiği belirtilen sözleşmenin yargılama sırasında sunulmadığı, bu nedenle delil olarak değerlendirilmesine olanak bulunmadığından davalının bu yöne ilişkin istinaf isteminin isabetsiz olduğu, davacının Basra'daki iç savaş nedeniyle Türkiye'ye döndüğü, sonrasında iş sözleşmesinin davalı tarafından sona erdirildiği, zorlayıcı nedenin ortaya çıkması hâlinde davalı işverenin derhal fesih hakkı söz konusu olduğundan ihbar tazminatının hüküm altına alınmasının hatalı olduğu gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine, davalı vekilinin istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılıp düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurmak suretiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin ilâm başlığında belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; "..Bölge Adliye Mahkemesi tarafından reddedilen ve davacı tarafça temyize konu edilen miktarın, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 362 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi gereğince karar tarihi itibarıyla bölge adliye mahkemeleri tarafından verilen kararların kesinlik sınırı olan 107.090,00 TL'nin altında kaldığı anlaşılmakla; davacı vekilinin temyiz dilekçesinin miktardan reddine karar vermek gerekmiştir...
3. Değerlendirme
1. Tarafların iddia, savunma ve dayandıkları belgelere, uyuşmazlığın hukuki nitelendirilmesi ile uygulanması gereken hukuk kurallarına, dava şartlarına, yargılamaya hâkim olan ilkelere, ispat kurallarına ve temyiz olunan kararda belirtilen gerekçelere göre davalı vekilinin aşağıdaki paragrafın kapsamı dışındaki temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
2. Davalı vekili tarafından bilirkişi ek raporuna itiraz dilekçesi ekinde, davacı imzasını havi bir kısım fazla çalışma ücret tutarlarını içeren belge sunulmuştur. Söz konusu belgeler dikkate alınarak davacının fazla çalışma ücreti alacağına ilişkin talebi değerlendirilip sonucuna göre karar verilmesi gerekirken bu hususun göz ardı edilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir..." gerekçesiyle karar oy çokluğuyla bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin ilâm başlığında tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki gerekçeye ilaveten yargılamanın etkin ve makul süre içinde bitirilmesi için delillerin gösterilmesinin dilekçelerin teatisi (dava, cevap, cevaba cevap ve ikinci cevap) aşamasına, toplanmasının da en geç ön inceleme duruşmasına hasredildiği, süresi içinde usulünce bildirilen delillerin sunulması/toplanmasının HMK'nın 145. maddesi ile ilgili olmayıp 140/5. maddesi ile ilgili olduğu, eldeki davada basit yargılama usulü uygulandığı, Yargıtay tarafından değişik tarihlerde verilen kararların da verilen ilk karar doğrultusunda olduğu, somut olayda taraflarca getirme, dürüst davranma ve usul ekonomisi ilkelerinin hakim olduğu özel hukuk yargılamasında davalı tarafından cevap dilekçesinde belirtilen deliller arasında sayılmayan, davalının elinde olmasına rağmen süresinde sunulmayan, gönderme kararı neticesinde alınan ek rapor sonrası, rapora itiraz dilekçesi ekinde ibraz edilen delilin HMK'nın 145. maddesi anlamında "yeni" delil olarak nitelendirilemeyeceği, yargılamada gelinen aşamada delil sunulmasının HMK'nın 145. maddesinin 1. cümlesi ile 318. maddesindeki emredici düzenlemelere aykırı olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararı süresi içinde taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
B. Temyiz Sebepleri
1.Davacı vekili, direnme kararının yerinde olduğunu ve onanması gerektiğini, temyiz talebinin reddine ve istinaf başvurularının esastan reddine dair kararların hatalı olduğunu, müvekkilinin ücretinin net 2.000 USD olduğunun kesinleştiğini, brüt olarak hükmedilmesinin hatalı olduğunu, kıdem ve ihbar tazminatları dışındaki diğer alacak kalemlerine net olarak hükmedilmesi gerekirken aksi yönde hüküm tesis edildiğini, ihbar tazminatının reddedilmesinin hatalı olduğunu, kıdem ve ihbar tazminatlarının brüt ücret üzerinden hesaplanması gerektiğini, %30 oranındaki karineye dayalı indirimin fahiş olduğunu, ek rapor için bilirkişiye dosya yeniden bilirkişiye gönderilmediği gibi ıslah veya talep artırım için ek süre verilmediğini, asgari geçim indirimi alacağının kabul edilmesi gerektiğini, kararın belirtilen ve aleyhe olan kısımları nedeniyle bozulmasına karar verilmesini talep etmiştir.
2. Davalı vekili, somut olayda terör tehdidi nedeniyle ödeme belgelerinin sonradan sunulmasının HMK'nın 145. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini, ödeme belgelerinin yargılamanın her aşamasında sunulabileceğini, yıllık 270 saate kadar fazla çalışmanın aylık ücrete dahil olduğuna ilişkin ikinci sözleşmenin dikkate alınmamasının hatalı olduğunu, 16.12.2021 tarihli dilekçe ekinde sunulan bu sözleşmenin cevap dilekçesinde özlük dosyası delili olarak gösterildiğini, sözleşme ve ödeme belgeleri dikkate alındığında davacının fazla çalışma alacağının bulunmadığının açık olduğunu, ücretlerin banka kanalıyla ödendiğini, bordrolarda fazla çalışmalarının ayrı ayrı tahakkuk ettirildiğini, avansların da bordroya yansıtıldığını belirterek kararın bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; fazla çalışma tahakkuku içeren imzalı belgelerin, Bölge Adliye Mahkemesince HMK'nın 353/1-a.6 hükmü uyarınca İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak davanın yeniden görülmesi için İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine karar verildikten sonra yapılan yargılamada davalı vekilinin esasa ilişkin beyanda bulunduğu dilekçe ekinde sunulduğu somut olayda, anılan belgelerin süresinde sunulup sunulmadığı ile HMK'nın 145. maddesinin eldeki davada uygulanıp uygulanamayacağı, buradan varılacak sonuca göre bu belgelerin değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
HMK'nın 129, 137, 138, 139, 140, 145, 316-320 ve 322. maddeleri.
2. Değerlendirme
a. Davacı vekilinin temyizi yönünden:
1.Somut olayda, Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece davacı vekilinin temyiz isteminin miktardan reddine karar verilmiş, davalı vekilinin temyizi yönünden ise davalının sair temyiz itirazlarının reddine karar verildikten sonra davalı vekili tarafından bilirkişi ek raporuna itiraz dilekçesi ekinde sunulan davacı imzasını havi bir kısım fazla çalışma ücret tutarlarını içeren belgelerin dikkate alınarak davacının fazla çalışma ücreti alacağına ilişkin talebi değerlendirilip sonucuna göre karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle karar bozulmuştur. Bozma kararı sonrası Bölge Adliye Mahkemesince yapılan yargılamada davacı vekili direnme kararı verilmesini talep ettiği gibi direnme kararına karşı sunduğu temyiz dilekçesinde de direnme kararının onanması talebi ile diğer yönlere ilişkin temyiz itirazlarına yer vermiştir.
2. Bilindiği üzere hukuki yarar dava şartı olduğu gibi temyiz istemi için de gerekli bir şarttır. Somut olayda, Özel Daire kararına karşı direnme kararı verilmesini ve verilen direnme kararının da onanmasını talep eden davacı vekilinin direnme kararını temyiz etmekte hukuki yararı bulunmadığından temyiz talebinin hukuki yarar yokluğundan reddine karar vermek gerekmiştir. Ne var ki, davacı vekilinin diğer yönlere ilişkin temyiz itirazları incelenmek üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
b. Davalı vekilinin temyizi yönünden:
1. Uyuşmazlık delillerin bildirilme zamanı ile ilgili olup uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler ile hukuki kavramların ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır.
2. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) "Hak arama hürriyeti" başlıklı 36/1. maddesinde “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” hükmü düzenlenmiş olup hak arama özgürlüğü adı altında hukukî koruma (korunma) talebine yönelik anayasal teminatı bireylere vermektedir.
3. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90. maddesinin son fıkrasında ise usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı, temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümlerinin esas alınacağı ifade edilmiştir.
4. Bu bağlamda ülkemizin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS/Sözleşme) 6. maddesinde adil yargılanma hakkı ayrıntılı şekilde yer almış olup Sözleşmenin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6/1. maddesi; “Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir.” şeklinde düzenlenmiştir. Anılan madde de düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsurlarından bir tanesi yargılamanın “makul süre içinde” bitirilmesi ilkesidir.
5. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) devletlerin yargısal sistemlerini makul bir sürede yargılama dahil olmak üzere, AİHS’nin 6. maddesinde yer alan şartlara uyacak şekilde düzenlemek ile görevli olduğunu belirtmiştir (AİHM, Zimmerman ve Steiner –İsviçre, 13.07.1983, 29. paragraf).
6. Bir davaya taraf olan herkes, karşı taraf karşısında kendisini önemli bir dezavantajlı konumda bırakmayacak şartlarda iddialarını mahkemeye sunabilmesi için makul bir fırsata sahip olabilmelidir (AİHM, De Haes ve Gijsels-Belçika, 24.02.1997). Aynı şekilde, tarafların gösterilen tüm delillerden haberdar olması ve görüş bildirebilmesi de adil yargılanma hakkı kapsamında gözetilmesi gereken ilke olarak belirtilmiştir (AİHM, Borgers-Belçika, 30.10.1991).
7. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 141. maddesinde “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir” denilmek suretiyle, davaların makul bir süre içerisinde bitirilmesi gerekliliği açıkça düzenlenmiştir. Anayasada yer alan düzenlemeye paralel bir düzenleme, HMK'nın 30. maddesinde de yer almaktadır. Sözü edilen maddeye göre; “(1)Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür” .
8. Gelinen noktada belirtilmelidir ki, davacı açtığı davada, davalı tarafından ihlâl edildiğini ileri sürdüğü hakkının mahkeme aracılığı ile tanınmasını ve davalının mahkûm edilmesini talep ederken, davalı da davacının haklı olmadığının tespitini ve davanın reddini savunur. Davada, her iki taraf da kendisinin haklı olduğunu ileri sürer ve hâkimin kendi lehine karar vermesi için ispat faaliyetinde bulunur.
9. Dava konusu edilen hakkın ve buna karşı yapılan savunmanın dayanağı olarak taraflarca gösterilen vakıaların gerçekten var olup olmadıkları hakkında mahkemeye kanaat verilmesi faaliyetine ispat denir. İspat, hâkimi ikna (inandırma) faaliyetidir ve dayandığı delillerle hâkimi ikna eden taraf davayı kazanır. İspat araçlarına delil adı verilir (Ejder Yılmaz, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, 4. Baskı, Ankara, 2021, s.3495).
10. Bu ilke ve açıklamalara paralel olarak HMK'da yargılamanın makul sürede bitirilmesini sağlamak amacıyla düzenlemeler yapılmış ve bu amaca ulaşılabilmesi için önemli bir katkı sağlayan delillerin bildirilme zamanı özel olarak düzenlenmiştir. Delillerin belirli bir zaman dilimi içinde gösterilip sunulması yargılamayı çabuklaştıracak olmasının yanı sıra, taraflara da gösterilen delillerden haberdar olarak zamanında bunlara karşı delil veya görüş bildirebilme imkânı tanıyacak, böylece uyuşmazlıklar en kısa sürede adilane çözüme kavuşacaktır.
11. Medenî usul hukukunda esas itibarıyla taraflarca getirilme ilkesi geçerli olup anılan ilkenin uygulandığı davalarda, dava malzemesinin toplanması ve dosyaya sunulması taraflara ait usuli bir yüktür. Taraflar iddia ve savunmalarını temellendirmeye yarayan vakıaları mahkemeye bildirmeli ve bu vakıaları ispatlamaya yarayan delilleri de süresi içinde dava dosyasına ibraz etmelidirler. Bununla birlikte, yargılamayı makul sürede bitirebilmek için dava malzemesinin toplanmasına zaman itibarıyla sınırlama getirilmesi gerekir (Güray Erdönmez, Yasal Düzenleme ve Teorik Boyutuyla Delillerin Gösterilmesi ve Sunulması, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medenî Usûl ve İcra İflâs Hukuku Anabilim Dalı Medenî Usûl ve İcra-İflâs Hukuku Günleri Sempozyumu-I, İstanbul, 2024, s.17).
12. Hemen belirtmek gerekir ki, usul ekonomisi ilkesi ile dava malzemelerinin, kural olarak yargılamanın belirli bir kesitine kadar getirilmesi zorunluluğunu ifade eden teksif ilkesi, yargılamanın hem daha süratli hem de tahkikat aşamasının ve dolayısıyla yargılama sürecinin daha ucuz şekilde tamamlanmasına yönelik kanun koyucu tarafından alınan tedbirlerin meşruluğuna hizmet eder. Teksif ilkesi, HMK'da, belirli bir usulî kesitten itibaren iddia ve savunmanın değiştirilmesi veya genişletilmesi yasağı şeklinde karşımıza çıkar. Bu gereklilik, aynı zamanda Anayasa'da öngörülen makul sürede yargılanma hakkı, başka bir ifadeyle usul ekonomisi ilkesi ile de örtüşür. Yine benzer şekilde, delillerin belirli bir süre içerisinde dava ve cevap dilekçesinde gösterilmesi gereği (HMK md. 119, 129), makul sürede yargılanma hakkının ispat hakkı üzerinde yarattığı bir sınırlamadır. Delillerin ibrazına ilişkin getirilen süre sınırlamaları bir yandan karşı tarafın ispat hakkının güvence altına alınmasını sağlarken bir yandan da hukuki belirliliğin ve güvenliğin tesis edilmesini sağlar (Pınar Çiftçi, Medeni Yargılama Hukukunda İspat Hakkı ve Sınırlamaları, Ankara, 2018, s. 278).
13. Bu genel açıklamalardan sonra uyuşmazlık konusu ile ilgili düzenlemelerden bahsedilmelidir. Bilindiği üzere HMK'da iki temel yargılama usulü düzenlenmiştir. Bunlar; yazılı (m. 118-186) ve basit (m. 316-322) yargılama usulleri olup asıl olarak yazılı yargılama usulüne göre hükümler konulmuş ve basit yargılama usulü ise istisna kabul edilerek bu kapsamda düzenlemeler yapılmıştır. Kanun'un “Basit yargılama usulüne tabi dava ve işler” başlıklı 316. maddesinin (g) bendi; “Diğer kanunlarda yer alan ve yazılı yargılama usulü dışındaki yargılama usullerinin uygulanacağı belirtilen dava ve işler” şeklindeki düzenleme ile hangi dava ve işlerin basit yargılama usulüne tabi olduğunu açıklamıştır. İş davaları yönünden 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun 7/1. maddesinde iş mahkemelerinde basit yargılama usulü uygulanacağı benimsenmiştir. Basit yargılama usulü ise daha çabuk sonuçlandırılması gereken dava ve işler için kabul edilmiş basit ve seri bir yargılama usulüdür.
14. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 119/1-(f) maddesi uyarınca, gerek yazılı gerekse basit yargılama usulünde, iddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğinin dava dilekçesinde belirtilmesi gerekmektedir. Aynı gereklilik, cevap dilekçesi açısından da geçerlidir. HMK'nın “Cevap dilekçesinin içeriği” başlıklı 129/1-(d) ve (e) maddelerine göre cevap dilekçesinde; davalının savunmasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri ile savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğinin bildirilmesi gerekir. Bu husus somutlaştırma yükümlülüğünün gereği olup davalı savunmasının dayanağı olan bütün vakıaları hangi delillerle ispat edeceğini cevap dilekçesine ekleyerek mahkemeye vermeli ve başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de bunların teminini sağlayıcı açıklamalarda bulunmalıdır.
15. Hemen belirtmek gerekir ki HMK'nın “Somutlaştırma yükü ve delillerin gösterilmesi” başlıklı 194. maddesi; “(1) Taraflar, dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırmalıdırlar.
(2) Tarafların, dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmeleri zorunludur.” şeklinde düzenlenmiş olup bu düzenleme, yukarıda değinilen tarafların iddialarının (HMK md. 119/1-f) ve savunmalarının (HMK md. 129/1-e) dayanaklarını dilekçelerinde göstermeleri yönündeki hükümler ile paraleldir.
16. Basit yargılama usulünde, dava ve davaya cevap verilmesi yazılı yargılama usulünde olduğu gibi dilekçe ile olur (md.317/1). Cevap süresi, dava dilekçesinin davalıya tebliğinden itibaren iki haftadır. Ancak, mahkeme duruma göre bu sürede cevap dilekçesi verilmesi zor ise bu süre içinde başvurulmak kaydıyla davalıya, bir defaya mahsus olmak ve iki haftayı geçmemek üzere ek bir süre verebilir (md.317/2). Belirtmek gerekir ki, 28.07.2020 tarihli ve 31199 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un (7251 sayılı Kanun) 31. maddesi ile bu fıkrada yer alan “davalıya, bir defaya mahsus” ibaresi “davalıya, cevap süresinin bitiminden itibaren işlemeye başlamak, bir defaya mahsus olmak” şeklinde değiştirilmiştir.
17. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 317/3. maddesi uyarınca basit yargılama usulünde, dava ve cevap dilekçesi dışında cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi verilemez. Bu çerçevede, taraflar dilekçeleriyle birlikte tüm delillerini açıkça ve hangi vakıanın delili olduğunu da belirterek bildirmek, ellerinde bulunan delillerini dilekçelerine eklemek ve başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayacak bilgilere dilekçelerinde yer vermek zorundadırlar (md. 318). Dilekçe sayısı, bu usulde görülecek işlerin basit olması ve kısa sürede karara bağlanmasını sağlamak amacıyla sınırlandırıldığından birer defa dilekçe vermek durumunda olan tarafların daha dikkatli davranmaları gerekmektedir.
18. Bilindiği üzere taraflar, tahkikat aşamasında kural olarak iddia ve savunmalarını genişletip değiştiremezler; yani yeni vakıa ileri süremezler ve eski vakıaların yerine yeni vakıalar ikâme edemezler. Bunun yapılabilmesi ancak karşı tarafın açık muvafakati, bunun mümkün olmaması durumunda da ıslah suretiyle gerçekleştirilebilir. Basit yargılama usulünde ise iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı, yazılı yargılama usulünden farklı olarak dava açılmasıyla ve cevap dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlar (md. 319).
19. Gelinen aşamada ön inceleme aşamasından bahsetmekte yarar bulunmaktadır.
20. 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu döneminde yargılama (dilekçeler, tahkikat, sözlü yargılama ve hüküm aşaması) dört aşamadan ibaret iken HMK ile usul hukukuna yeni ve önemli bir kurum olarak yargılamada ön inceleme safhası (dilekçeler, ön inceleme aşaması, tahkikat, sözlü yargılama ve hüküm aşaması) dâhil edilmiştir. Ön inceleme aşaması (md. 140), yargılamada özel bir öneme sahiptir. Bu aşamanın başarısı, esasen bu duruşmaya doğru bir şekilde hazırlanılması ve yapılması gereken işlemlerin mahkemece ve taraflarca doğru bir şekilde yapılmasına bağlıdır (Yılmaz, s. 2994 vd.).
21. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Ön incelemenin kapsamı" başlıklı 137/1. maddesinde ise “Dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra ön inceleme yapılır. Mahkeme ön incelemede; dava şartlarını ve ilk itirazları inceler, uyuşmazlık konularını tam olarak belirler, hazırlık işlemleri ile tarafların delillerini sunmaları ve delillerin toplanması için gereken işlemleri yapar, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği davalarda onları sulhe veya arabuluculuğa teşvik eder ve bu hususları tutanağa geçirir.” düzenlemesi bulunmaktadır.
22. Ön inceleme, dilekçeler aşaması ile tahkikat aşaması arasında ayrı ve bağımsız bir aşama olacak şekilde, beş yargılama aşamasından biri olarak öngörülmüştür. Bu aşamada ilk itirazlar ve dava şartları yönünden dosyanın bir incelemeye tabi tutulması ve tarafların uyuşmazlık içerisinde olduğu konular ile anlaştıkları konuların ayrılarak delillerin toplandığı ve değerlendirildiği tahkikat aşamasına eksiksiz ve hazır bir şekilde geçilmesi amaçlanmıştır. Ön incelemenin asıl işlevi, uygulamada birbirinin içine geçirilmiş aşamaların ayrılması bağlamında ortaya çıkmaktadır. Zira ön inceleme aşamasına kadar dilekçeler tamamlanmış ve tahkikat aşamasında toplanması gerekenler dışında kalan deliller toplanmış olacak, böylece artık tahkikat aşamasında kural olarak delil toplanması söz konusu olmayacağından, duruşmalar delillerin tartışıldığı oturumlar hâline gelmiş bulunacaktır.
23. Bu çerçevede ön inceleme duruşmasında tahkikat işlemleri yapılamaz, tahkikata götüren hazırlık işlemleri yapılır. Tahkikat aşamasından farklı olarak ön inceleme aşamasında işin esasına girilmeyeceğinden, kural olarak delillerin incelenmesi söz konusu olmayacaktır. Bu aşamada delillerin toplanması için hazırlık işlemleri yapılacak ve bu sayede dosyanın tekemmül etmesi sağlanacaktır.
24. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun “Ön inceleme duruşmasına davet” başlıklı 139. maddesi, 7251 sayılı Kanun'un 13. maddesiyle yapılan değişiklikten önce; “(1)Mahkeme, dilekçelerin karşılıklı verilmesinden ve yukarıdaki maddelerde belirtilen incelemeyi tamamladıktan sonra, ön inceleme için bir duruşma günü tespit ederek taraflara bildirir. Çıkarılacak davetiyede, duruşma davetiyesine ve sonuçlarına ilişkin diğer hususlar yanında, taraflara sulh için gerekli hazırlığı yapmaları, duruşmaya sadece taraflardan birinin gelmesi ve yargılamaya devam etmek istemesi durumunda, gelmeyen tarafın yokluğunda yapılan işlemlere itiraz edemeyeceği ve diğer tarafın, onun muvafakati olmadan iddia ve savunmasını genişletebileceği yahut değiştirebileceği ayrıca ihtar edilir.” şeklinde iken 7251 sayılı Kanun’un 13. maddesiyle yapılan değişiklikle birlikte anılan madde; “(1) Mahkeme, dilekçelerin karşılıklı verilmesinden ve yukarıdaki maddelerde belirtilen incelemeyi tamamladıktan sonra, ön inceleme için bir duruşma günü tespit ederek taraflara bildirir. (Değişik cümle:22/7/2020-7251/13 md.) Çıkarılacak davetiyede aşağıdaki hususlar ihtar edilir:
a) Duruşma davetiyesine ve sonuçlarına ilişkin diğer hususlar.
b) Tarafların sulh için gerekli hazırlığı yapmaları.
c) Duruşmaya sadece taraflardan birinin gelmesi ve yargılamaya devam etmek istemesi durumunda gelmeyen tarafın yokluğunda yapılan işlemlere itiraz edemeyeceği.
ç) Davetiyenin tebliğinden itibaren iki haftalık kesin süre içinde tarafların dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları, bu hususların verilen süre içinde yerine getirilmemesi hâlinde o delile dayanmaktan vazgeçmiş sayılacaklarına karar verileceği.” şeklinde düzenlenmiştir.
25. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 139. maddesinin yeni düzenlemesine bakıldığında, dilekçelerin teatisi aşamasının tamamlanması ve tarafların ön inceleme duruşmasına davet edilmesi yine iki farklı aşama olarak korunmaya devam edilmiştir. Fakat değişiklikle birlikte eksik delillerin sunulması ve başka yerden getirtilecek delillere ilişkin açıklama yapılması ihtarının artık ön inceleme duruşması davetiyesi ile birlikte yapılacağı düzenlenmiştir.
26. Ön inceleme aşamasına ilişkin genel açıklamalardan sonra basit yargılama usulünde HMK'nın “Ön inceleme ve tahkikat” başlıklı 320. maddesinin;
“(1) Mahkeme, mümkün olan hâllerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar verir.
(2) Daha önce karar verilemeyen hâllerde mahkeme, ilk duruşmada dava şartları ve ilk itirazlarla hak düşürücü süre ve zamanaşımı hakkında tarafları dinler; daha sonra tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tek tek tespit eder. Uyuşmazlık konularının tespitinden sonra hâkim, tarafları sulhe veya arabuluculuğa teşvik eder. Tarafların sulh olup olmadıkları, sulh olmadıkları takdirde anlaşamadıkları hususların nelerden ibaret olduğu tutanağa yazılır; tutanağın altı hazır bulunan taraflarca imzalanır. Tahkikat bu tutanak esas alınmak suretiyle yürütülür.
(3) Mahkeme, tarafların dinlenmesi, delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemlerinin yapılmasını yukarıdaki fıkrada belirtilen duruşma hariç, iki duruşmada tamamlar. Duruşmalar arasındaki süre bir aydan daha uzun olamaz. İşin niteliği gereği bilirkişi incelemesinin uzaması, istinabe yoluyla tahkikat işlemlerinin yürütülmesi gibi zorunlu hâllerde, hâkim gerekçesini belirterek bir aydan sonrası için de duruşma günü belirleyebilir ve ikiden fazla duruşma yapabilir.
(4) Basit yargılama usulüne tabi davalarda, işlemden kaldırılmasına karar verilmiş olan dosya, yenilenmesinden sonra takipsiz bırakılırsa, dava açılmamış sayılır” şeklinde düzenlendiğini belirtmek gerekmektedir.
27. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 322. maddesi atfı ile basit yargılama usulünde de uygulama alanı bulan “Ön İnceleme duruşması” başlıklı 140. maddesinin, 7251 sayılı Kanun'un 14. maddesi ile değiştirilmeden önceki 5. fıkrasına göre; ön inceleme duruşmasında, taraflara dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları için iki haftalık kesin süre verilir. Bu hususların verilen kesin süre içinde tam olarak yerine getirilmemesi hâlinde o delile dayanmaktan vazgeçilmiş sayılmasına karar verilir. Yapılan değişiklikle ise 5. fıkra; “139 uncu madde uyarınca yapılan ihtara rağmen dilekçelerinde gösterdikleri belgeleri sunmayan veya belgelerin getirtilmesi için gerekli açıklamayı yapmayan tarafın bu delillere dayanmaktan vazgeçmiş sayılmasına karar verilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
28. Burada vurgulanması gereken husus özellikle 140. maddede “dilekçelerinde gösterdikleri” ibaresinin kullanılmış olmasıdır. HMK'nın 140. maddesinin gerekçesinde belirtildiği üzere taraflar, delil olarak dayandıkları belgeleri dilekçelerine ekleyerek vermek ya da başka yerden getirilecekse, bunu belirtmek zorundadırlar. Şayet taraflar, bu konuda yapmaları gereken işlemleri eksik bırakmışlarsa, tahkikata başlamadan önce taraflara son kez kısa bir süre verilerek bu eksiklikleri tamamlamaları düşünülmüştür. Taraflar bu şanslarını da doğru kullanamazlarsa artık tahkikat mevcut delillerle yürütülecek ve tarafların o delile dayanmaktan vazgeçtikleri kabul edilecektir.
29. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 140/5. maddesi, ön inceleme duruşmasında dahi dava ve cevap dilekçesinde gösterilmiş olmayan belgenin ikâmesine izin vermemiştir. Zira şekli gerçeği arayan özel hukuk yargılamasında, ilişkinin maddi gerçeği değil, özel hukukun biçtiği kalıplara uygunluğu incelenecektir. Böyle bir kalıbı ispat eden belgeyi delil olarak zikretmeyen tarafın, hak arama özgürlüğünü doğru biçimde kullandığından söz edilemez. Hakkını etkin biçimde kullanma çabasını başlangıçta göstermeyen tarafın, sonradan belgeyi delil olarak kullanmak istemesi, uyuşmazlığın netleşmesini de çözümünü de geciktirecektir. Üstelik böyle bir belgenin dava veya cevap dilekçesinde zikredilmiş olması, uzlaşmayı kolaylaştırabilecekken bu imkân da kaybedilmiş olacaktır. Böyle olunca, uyuşmazlığın süratle çözümlenmesinden beklenen kamu yararı zedelenecektir. O hâlde dava ve cevap dilekçelerinde gösterilmemiş bulunan belgelerin, ön inceleme duruşması da dâhil olmak üzere sonradan ikame edilmesi, ancak 145. maddede belirtilen şartlarla mümkündür.
30. Hukuk Muhakemeleri Kanunu sisteminde, uyuşmazlık döneminde yürürlükte bulunan 140/5. madde dikkate alındığında ön inceleme duruşmasında tayin edilen kesin süreye uyulmaması, vazgeçme yaptırımına bağlanarak davayı uzatıcı bu kötüniyetli davranışlar engellenmeye çalışılmıştır. Zira dilekçelere eklenip sunulmamış, daha sonra ön incelemede ek olarak bildirilen süre içinde de verilmemiş delillere, tahkikat içinde kural olarak dayanılamaz. Tahkikatın amacı, kural olarak delil toplamak değil, delilleri incelemek ve değerlendirmektir; aksi hâlde tahkikat tamamlanamaz ve yargılama uzar.
31. Ancak istisnaen belirli koşulların gerçekleşmesi kaydıyla taraflar gerek ön inceleme gerekse de tahkikat aşamasında yeni delil gösterebilme olanağına sahiptirler. Nitekim bu husus, HMK'nın “Sonradan delil gösterilmesi” başlığını taşıyan 145. maddesinde “(1) Taraflar, Kanunda belirtilen süreden sonra delil gösteremezler. Ancak bir delilin sonradan ileri sürülmesi yargılamayı geciktirme amacı taşımıyorsa veya süresinde ileri sürülememesi ilgili tarafın kusurundan kaynaklanmıyorsa, mahkeme o delilin sonradan gösterilmesine izin verebilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
32. Tarafların HMK'da belirtilen süreden sonra delil gösteremeyeceklerine ilişkin kurala getirilen istisnanın, dava ve cevap dilekçelerinde hiç delil bildirmeyen, ön inceleme aşamasında veya çıkarılacak davetiye üzerine delillerini sunmayan veya toplanması için gerekli işlemleri yapmayan tarafın tahkikat aşamasında delil bildirme hakkının olduğu şeklinde anlaşılması mümkün değildir.
33. Bu kapsamda delilin sonradan sunulması, o delile daha önceden ulaşılamamasına ya da o delilin varlığı hakkında mazur görülebilir bir bilgisizliğe, bir engellemeye vs. dayanıyorsa mümkündür. Tarafın salt ihmâlkârlığı, yeterince araştırmaması, davayı uzatma amacı, davayı önemsememesi, kötüniyeti gibi hususlarla o delili sunmaması hâlinde sonradan delil sunulması kabul edilemez, artık o delilden vazgeçmiş sayılır (Oğuz Atalay, Pekcanıtez Usul Medeni Usul Hukuku, Cilt II, 15. Bası, İstanbul, 2017, s.1760).
34. Nitekim HMK'nın 145. maddesinin gerekçesinde de şöyle denilmektedir: “Uygulamada, davaların uzamasının temel sebeplerinden birinin de gereksiz yere yeni delil sunulması ve bu konuda taraflara verilen sürelere uyulmaması olduğu bilinmektedir. Maddenin ilk fıkrasıyla, Kanunda belirtilen sürelerden sonra, davada yeni delil sunulmasının yasak olduğu kural olarak benimsenmiştir. Fakat iki istisna kabul edilmiştir. Yeni delil sunulması talebi yargılamayı geciktirme amacı taşımıyorsa veya delilin süresinde sunulmaması ilgili tarafın kusuru dışında bir sebebe dayanıyorsa, hâkim gerekçesini de belirtmek şartıyla, yeni delil sunulmasına izin verebilir. Bu şekilde delil sunma kuralına istisna getirilmesi, hukukî dinlenme hakkının tabiî bir sonucudur”.
35. Görüldüğü üzere, kanun koyucunun belli şartların varlığı hâlinde taraflara yargılamanın daha sonraki aşamalarında delil ileri sürebilmeleri için istisnai bir düzenleme getirmesinin gerekçesi, adil yargılanma hakkının bir unsurunu oluşturan “hukukî dinlenilme hakkı” dır (Yılmaz, s.3032).
36. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 322. madde yollamasıyla uygulama yeri bulan 145. maddesindeki koşulların bulunması hâlinde sonradan gösterilen delillerin basit yargılama usulünde de incelenmesi mümkündür.
37. Yapılan bu açıklamalara göre HMK'nın sistematiği içinde tahkikat aşamasına geçilmezden evvel, tarafların uyuşmazlık konularının ve bu uyuşmazlıkların çözümü için ileri sürdükleri delillerin daha işin en başında belirlenerek tahkikatın etkin bir şekilde yapılmasının hedeflendiği anlaşılmaktadır. Bu sebeple HMK'nın 145. maddesinde belirtilen ve tarafın etki alanı dışında kalan çok özel durumlar dışında, sonradan delil sunulması hâlinde bu deliller dikkate alınmamalıdır.
38. Somut olayda, davacı vekili fazla çalışma ile diğer bir kısım işçilik alacaklarının tahsili talebi ile 21.12.2017 tarihinde eldeki davayı açmış, İlk Derece Mahkemesince 12.01.2018 tarihli tensip tutanağının (5) numaralı bendinde "Dava dilekçesi, delil listesi ve tensip zaptının davalıya tebliğine, HMK 317/2 maddesi uyarınca tebliğden itibaren iki hafta içinde cevap verebileceği, HMK 131. maddesi gereği cevap dilekçesinin verilmesinden sonra, cevap süresi dolmamış olsa bile ilk itirazların ileri sürülemeyeceği, HMK 318 maddesine göre ilk itirazları ve tüm delillerini açıkça ve hangi vakıalarının delili olduğunu da belirterek bildirmesi, elinde bulunan delillerini dilekçesine eklemesi, başka yerden getirtilecek belge ve dosyalar için, bulunabilmelerini sağlayıcı bilgileri dilekçesinde belirtmesi, varsa tanıklarının isim ve açık adresleri, tanıklık yapacakları konuları bildirmesi, HMK 324. maddesine göre 75,00 TL delil ikame avansını yatırması için tebliğden itibaren iki hafta süre verildiği, hizmet süresi ,ödenen ücret ve ücret ödemelerinin ne şekilde yapıldığı hususlarında açıklama yapılması gerektiği ,ücret hususu çekişmeli olduğu takdirde emsal ücret araştırması yapılmasını istediği yerleri bildirmesi gerektiği,ihtarname var ise tebliğ şerhli örneğini sunması gerektiği, bu hususlar yerine getirilmediğinde HMK 140/5 maddesi gereği ancak ön inceleme aşamasında bu eksiklikleri tamamlayabileceği, aksi halde bu delillerinden vazgeçmiş sayılacağı, HMK 128. maddesi gereği tebliğden itibaren iki hafta içinde cevap dilekçesi verilmezse dava dilekçesinde ileri sürülen vakıaların tamamını inkar etmiş sayılacağının ihtarına" karar verilmiştir.
39. İlk Derece Mahkemesince dava dilekçesi ve tensip tutanağının tebliği üzerine davalı vekili tarafından süresinde sunulan cevap dilekçesinde, davacının çalışma saatlerinin 4857 sayılı İş Kanunu'nda öngörülen haftalık çalışma süresi kapsamında olduğu ancak zaman zaman fazla çalışma yapmış ise de imzaladıkları ikinci iş sözleşmesi gereği fazla çalışmalar aylık ücretine dahil olduğundan fazla çalışma alacağının bulunmadığını savunmuş, dilekçenin deliller kısmında işyeri kayıtları, şahsi sicil dosyası, ücret bordroları, izin kullanma formları ile diğer delillere yer verilmiş, dilekçe ekinde ise iş sözleşmesinin sona erme nedenine ilişkin olarak bir kısım belge örnekleri sunulmuştur.
40. Öte yandan davalı vekili 26.04.2018 tarihli ön inceleme duruşması da dahil olmak üzere son duruşma olan 02.07.2019 tarihine kadar olan duruşmalara katılmamış, bilirkişi raporuna itiraz dilekçesi ile 02.07.2019 tarihli duruşmada cevap dilekçesinde olduğu gibi fazla çalışma ücreti yönünden aynı savunmayı yapmıştır.
41. İlk Derece Mahkemesinin davanın kısmen kabulüne dair kararı taraf vekillerince istinaf edilmiş, davalı vekili istinaf dilekçesinde diğer istinaf itirazlarının yanı sıra fazla çalışma ücretine ilişkin olarak cevap dilekçesindeki beyanlarını tekrarlamıştır. Bölge Adliye Mahkemesinin İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın mahkemesine gönderilmesine dair kararı sonrasında İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılamada yeniden bilirkişi raporu alınmış, davalı vekili 10.12.2021 tarihli dilekçesi ile bilirkişi raporuna karşı önceki itirazlarını tekrar etmiştir. Davalı vekili 16.12.2021 tarihli ve "Esasa ilişkin beyan ve ödeme belgelerinin sunulması" konulu dilekçesinde ise fazla çalışmanın ücrete dahil olduğu itirazını yineleyerek dilekçe ekinde buna dair hükmün yer aldığı ikinci iş sözleşmesini sunmuş ve "fazla mesaiye ilişkin elden ödeme belgelerinin sunulmasına" dair açıklama ile fazla çalışma karşılığı yapılan ödemelerin fazla çalışma alacağından mahsup edilmesini talep etmiş, bununla birlikte bu delilleri öncesinde sunamama sebebini ise açıklamamıştır.
42. Açıklanan maddi ve hukuki olgular ışığında, 21.12.2017 tarihinde açılan eldeki davada, davalı tarafından İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılamada sunulmayıp Bölge Adliye Mahkemesinin kaldırma kararından ve dava açıldıktan yaklaşık dört yıl sonra "Esasa ilişkin beyan ve ödeme belgelerinin sunulması" konulu dilekçe ekinde sunulan belgelerin HMK'da öngörülen sürede ibraz edilmediği açıktır.
43. Diğer taraftan davalı vekilinin HMK'nın 145. maddesinin sağladığı imkândan da yararlanması söz konusu değildir. Zira yukarıda da ayrıntılı olarak izah edildiği üzere bir delilin sonradan ileri sürülmesinin yargılamayı geciktirme amacı taşımaması veya süresinde ileri sürülmemesinin davalı tarafın kusurundan kaynaklanmaması hâllerinin somut olayda gerçekleşmediği sabittir.
44. Gerçekten de uyuşmazlık hakkında, bu işlemin dayandığı veya onu ortadan kaldıran kalıba uygun belge ya baştan beri vardır ya da yoktur. Böyle bir belge varsa, belgeyi bilen davalının buna rağmen bu belgeden söz etmemesi ya da sunmaması, ona etkin hak arama imkânı tanınmamasından değil, kendi ihmâlinden kaynaklanmaktadır. Böyle olunca da, bu belgenin sonradan sunulması davayı uzatacak ve bu suretle davanın kısa sürede çözümlenmesini engelleyecektir. Bu itibarla İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama aşamasında söz konusu belgeyi ileri sürmeyen davalının, yargılamanın geldiği aşamada yeni deliller dosyaya sunarak bu deliller doğrultusunda değerlendirme yapılmasını talep etmesi mümkün değildir. Aksinin kabulü hukuk yargılamasının temel ilke ve esasları ile bağdaşmayacaktır.
45. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 11.11.2021 tarihli ve 2019/(22)9-637 Esas, 2021/1387 Karar sayılı kararı da aynı yöndedir.
46. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, yargılama aşamasında dayanılıp sunulmayan delillerin temyiz aşamasında sunulamayacağı, sunulmuş olsa bile bu aşamada dikkate alınamayacağı kuralının tek istisnasının sunulan delilin borcu sona erdiren nitelik taşıması hâli olduğu, istikrarlı içtihatların da bu yönde olduğu, somut olayda fazla çalışma ücreti ödendiğine dair sunulan belgelerin ücretin ödendiğine dair açık ikrar ve özellikle banka kaydına dayanılmadığından ödeme olgusunu gösteren belge olarak kabul edilemeyeceği, direnme kararının bu değişik gerekçe ile onanması gerektiği görüşü ile anılan belgeler dikkate alınmak suretiyle davacının fazla çalışma alacağı talebi değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerektiğinden bozma kararının yerinde olduğu görüşü ileri sürülmüşse de bu görüşler Kurul çoğunluğu tarafından kabul edilmemiştir.
47. Hâl böyle olunca direnme kararı yerindedir.
48. Ne var ki, Özel Dairece bozma nedenine göre hüküm altına alınan alacak miktarına ilişkin temyiz incelemesi yapılmadığından bu yönde inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
VII. KARAR
Açıklanan sebeple;
A. Davacı temyizi yönünden
(a) bendinde belirtilen nedenlerle davacı vekilinin direnme kararına yönelik temyiz isteminin hukuki yarar yokluğundan REDDİNE, davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE oy birliğiyle,
B. Davalı temyizi yönünden
(b) bendinde belirtilen nedenlerle direnme uygun bulunduğundan hüküm altına alınan alacak miktarı yönünden temyiz incelemesi yapılmak üzere dosyanın YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE oy çokluğuyla,
21.05.2025 tarihinde kesin olarak karar verildi.
"K A R Ş I O Y"
1. Çoğunluk ile aradaki temel uyuşmazlık "Fazla çalışma tahakkuku içeren imzalı belgelerin, Bölge Adliye Mahkemesince 6100 sayılı Kanun’un 353/1-a.6 hükmü uyarınca İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak davanın yeniden görülmesi için İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine karar verildikten sonra yapılan yargılamada davalı vekilinin esasa ilişkin beyanda bulunduğu dilekçe ekinde sunulduğu somut olayda, anılan belgelerin süresinde sunulup sunulmadığı ile 6100 sayılı Kanun’un 145. maddesinin eldeki davada uygulanıp uygulanamayacağı, buradan varılacak sonuca göre bu belgelerin değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesinin gerekip gerekmediği" noktasında toplanmaktadır.
2. Özel Dairenin "Davalı vekili tarafından bilirkişi ek raporuna itiraz dilekçesi ekinde, davacı imzasını havi bir kısım fazla çalışma ücret tutarlarını içeren belgenin sunulduğu, söz konusu belgeler dikkate alınarak davacının fazla çalışma ücreti alacağına ilişkin talebi değerlendirilip sonucuna göre karar verilmesi gerektiği" gerekçesi ile oy çokluğu ile verdiği bozma kararına karşı Bölge Adliye Mahkemesinin "6100 sayılı Kanun’un ilgili hükümlerine yer verildikten sonra tahkikat aşamasına geçilmezden evvel tarafların uyuşmazlıkların çözümü için ileri sürdükleri delillerin daha işin başında belirlenerek toplanmasının tahkikatın etkin bir şekilde yapılmasını amaçladığı, yargılamanın etkin ve makul bir süre içinde bitirilmesi için delil gösterilmesi dilekçelerin teatisi (dava, cevap, cevaba cevap ve ikinci cevap) aşamasına, toplanması da en geç ön inceleme duruşmasına hasredildiği, delil bildirme süresi içinde usulünce bildirilen delil ya da delillerin sunulması/toplanmasının 6100 sayılı Kanun’un 145. maddesi ile ilgili olmayıp 140/5. fıkrası ile ilgili olduğu, eldeki davada basit yargılama usulü uygulandığı, Yargıtay tarafından değişik zamanlarda verilen kararların da verilen ilk karar doğrultusunda olduğu, bu yönüyle bozma kararıyla çelişkili olduğu (Yargıtay 22. HD., 2017/20153 Esas, 2019/4472 Karar; Yargıtay 9. HD., 2015/3801 Esas, 2015//11326 Karar), somut olayda taraflarca getirme ilkesinin, dürüst davranma ilkesinin ve usul ekonomisi ilkesinin hakim olduğu özel hukuk yargılamasında davalının cevap dilekçesinde belirttiği deliller arasında sayılmayan, davalının elinde olmasına rağmen süresinde sunulmayan, gönderme kararı neticesinde alınan ek rapor sonrası, rapora itiraz dilekçesi ekinde sunulan delilin detaylı şekilde açıklandığı üzere 6100 sayılı Kanun’un 145. maddesi anlamında "yeni" delil olarak nitelendirilemeyeceği, gelinen aşamada delil sunulmasının 6100 sayılı Kanun’un 145. maddesinin 1. cümlesi ile 318. maddesindeki emredici düzenlemelere aykırı olduğu gerekçesiyle verdiği direnme kararı çoğunluk görüşü ile kabul edilmiştir.
3. Belirtmek gerekir ki kural olarak, yargılama aşamasında dayanılıp sunulmayan deliller, temyiz veya karar düzeltme aşamasında sunulamazlar; sunulmuş olsalar bile, bu aşamalardaki incelemeler sırasında dikkate alınamazlar. Bu kuralın tek istisnası, dayanılıp sunulan delillin, o davaya konu borcu sona erdiren bir nitelik taşıması; örneğin, davaya konu borcun ödenmiş olduğunu gösteren makbuz, ibraname gibi bir belge olmasıdır.
4. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (Mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 188.) 114. maddesinde, “Hâkimin re’sen nazarı dikkate alması kanunen iktiza eden hususlar” deyimi ile dava şartlarının kastedildiği ve bu nedenle dava şartlarının mahkemece kendiliğinden gözetileceği hususu öğretide de kabul edilmektedir. Bu noktada, dava hakkının bir anlamda dava şartı olduğu da dikkate alınmalıdır. Dava hakkının varlığı ya da yokluğunun incelenmesi, doğrudan hâkime verilmiş ödevlerden olması karşısında, önceden ileri sürülmemiş olsa bile temyiz aşamasında dava şartının var olup olmadığını kendiliğinden gözetilmemesinde bir usuli engel bulunmamaktadır. Davanın hukuksal niteliği ve somut olayın özelliği gereği davalı, temyiz aşamasında dava konusu borcu sona erdiren nitelikte bir belge vermişse, bu belge üzerinde gerekli inceleme yapılmak suretiyle bir karar verilmesi gerekir. Diğer bir anlatımla yargılama aşamasında, borcu itfa eden belge değerlendirilmeye alınmalıdır. Temyiz aşamasında sunulan ve borcu sona erdiren bir belgenin varlığı karşısında savunmanın genişletilmesi yasağından söz edilemeyeceğinin (HMK 140, mülga HUMK. Md. 202) kabulü zorunludur (Y. HGK 27.02.2012 gün ve 2012/9-842 Esas, 2013/291 Karar, Y. HGK. 03.05.2017 gün ve 2017/7-2097 Esas, 2017/894 Karar ).
5. Yargıtay 9. Hukuk ve 22. Hukuk Daireleri, Hukuk Genel Kurulu’nun anılan içtihadı uyarınca, iş uyuşmazlıklarında istikrarlı olarak ödeme belgelerinin borcu sona erdirmeleri nedeni ile yargılamanın her aşamasında dikkate alınması gerektiğini içtihat etmektedirler (Y. 9. H.D. 28.02.2018 gün ve 2017/1609 Esas, 2018/4512 Karar, Y. 22. H.D. 15.01.2018 gün ve 2017/9510 Esas, 2018/90 Karar).
6. Diğer taraftan delil olarak imzasızda olsa ücret bordrolarına dayanılmış, ödeme yapıldığı savunulmuş ise ücret bordroları, ödeme belgeleri ve varsa banka kayıtları getirtilerek ödeme yapılıp yapılmadığı belirlenmeli, ödeme yapıldığının tespiti hâlinde ödenen miktarlar yapılan hesaplamadan mahsup edilmelidir (Y. HGK 01.10.2019 gün ve 2018/480 Esas, 2019/975 Karar). Zira ücret, fazla mesai ücreti ve diğer ek ödemelerin iş hukukunda bordroya bağlanması, bordronun imzalı olması, ödeme olgusunu tek başına gösteren bir olgu değildir.
7. 4857 sayılı İş Kanunu'nun 32. maddesine göre "Ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkak kural olarak, Türk parası ile işyerinde veya özel olarak açılan bir banka hesabına ödenir. Çalıştırdığı işçilerin ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkakını özel olarak açılan banka hesapları vasıtasıyla ödeme zorunluluğuna tâbi tutulan işverenler veya üçüncü kişiler, işçilerinin ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkaklarını özel olarak açılan banka hesapları dışında ödeyemezler. Nitekim bu maddeye dayanılarak çıkarılan Ücret, Prim, İkramiye ve Bu Nitelikteki Her Türlü İstihkakın Bankalar Aracılığıyla Ödenmesine Dair Yönetmeliğin 10. maddesine göre "İşyerleri ve işletmelerinde İş Kanunu hükümlerinin uygulandığı işverenler ile üçüncü kişiler, Türkiye genelinde çalıştırdıkları işçi sayısının en az beş olması hâlinde, çalıştırdıkları işçiye o ay içinde yapacakları her türlü ödemenin kanunî kesintiler düşüldükten sonra kalan net tutarını, bankalar aracılığıyla ödemekle yükümlüdürler".
8. Somut uyuşmazlıkta davalı işveren savunmasında, fazla mesai ücretinin ücret içinde kararlaştırıldığını savunduktan sonra, dosya Bölge Adliye Mahkemesi tarafından gönderildikten sonra alınan bilirkişi raporu üzerine, fazla mesai ücretinin elden ödendiğine dair imzalı bordro tahakkukları sunarak, fazla mesai ücretinin elden ödendiğini savunmuş ve ödeme olgusuna dayanmıştır. İşyerinde işçi sayısının beşten fazla olduğu anlaşılmaktadır. Fazla mesai ücretlerine ilişkin bordrolardaki ücretin ödendiğine dair makbuz, davacının açık ikrarı ve özellikle banka kaydına dayanılmamıştır. O hâlde bu bordrolar ödeme olgusunu gösteren belge niteliğinde kabul edilemez. Kaldı ki davalı savunmasına fazla mesai ücretinin asıl ücretin içinde olduğu savunması ile sonradan sunduğu fazla mesai bordrosunda fazla mesai ücretinin ayrı ödendiği itirazı ile çelişkiye düşmüştür.
9. Sonuç olarak çoğunluğun ödeme olgusunu içeren ve borcu sona erdiren delillerin süresinde sunulmadığı için dikkate alınamayacağı görüşüne katılınmamıştır. Ancak davalı işveren sunduğu tahakkuk içeren fazla mesai ücreti bordroları tek başına ödeme olgusu ve borcu sona erdiren niteliği bulunmamaktadır. Direnmenin bu gerekçe ile onaması gerektiği düşüncesinde olduğumdan, karşı onama gerekçesi yazılmıştır.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2024/208 E., 2025/328 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi
SAYISI : 2023/3153 E., 2023/3792 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 06.03.2023 tarihli ve
2023/412 Esas, 2023/3171 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki işçilik alacağı davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Kararın taraf vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine, davalı vekilinin istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılıp düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda karar bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı taraf vekillerince temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, davalı vekilinin temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin 14.12.2011 tarihinden iş sözleşmesinin haklı neden olmaksızın feshedildiği 18.06.2014 tarihine kadar davalının Basra’da bulunan işyerinde arıtmacı/sıhhi tesisatçı olarak en son aylık net 2.000 USD ücret ile çalıştığını, 2014 yılında son altı aylık ücretlerinin eksik ödenmesi üzerine davalı hakkında icra takibi başlatıldığını, itirazın iptaline ilişkin davanın kısmen müvekkili lehine sonuçlandığını, tatil günleri de dahil olmak üzere 05:00-17:30 saatleri arasında çalıştığını, yaz mevsiminde çalışmasının 18:30’a kadar uzadığını, günde en az 3 saat fazla çalışma yaptığını ileri sürerek kıdem ve ihbar tazminatları, fazla çalışma ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücreti, hafta tatili ücreti ile asgari geçim indirimi alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde; davacının belirli süreli iş sözleşmesi ile çalıştığını, Irak’ta yaşanan iç savaş nedeniyle iş sözleşmesi mücbir sebep dolayısıyla kendiliğinden sona erdiğinden kıdem ve ihbar tazminatlarına hak kazanmadığını, ücretinin 1.500 USD olduğunu, fazla çalışma yapmadığını, yapmış ise de sözleşme gereği fazla çalışma ücreti ücrete dahil olduğundan alacağının bulunmadığını, Basra’daki hava sıcaklığı da dikkate alındığında davacının çalışma saatlerine ilişkin iddiasının yerinde olmadığını, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacakları ile yurt dışında çalışması nedeniyle asgari geçim indirimi alacağının da bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
A. İlk Derece Mahkemesinin Birinci Kararı
İlk Derece Mahkemesinin 02.07.2019 tarihli ve 2017/765 Esas, 2019/474 Karar sayılı kararı ile; dosya kapsamına göre davacının son ücretinin 1.500 USD olduğu, iş sözleşmesinin haklı neden olmaksızın feshedildiği, davacının fazla çalışma, hafta tatili ile ulusal bayram ve genel tatil alacaklarının bulunduğu, asgari geçim indirimi alacağının ise bulunmadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
B. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri istinaf başvurusunda bulunmuştur.
C. Bölge Adliye Mahkemesinin Birinci Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin 28.04.2021 tarihli ve 2019/3261 Esas, 2021/1211 Karar sayılı kararı ile; davacı tarafından açılan itirazın iptali davasında verilen kesin karara göre davacının ücretinin brüt 2.000 USD olduğu, alacakların brüt değerler üzerinden hükmedilmesinin yerinde olmakla birlikte davacı tanıklarının hizmet cetvelleri ile yurda giriş çıkış kayıtları getirtilerek davacı ile çalıştıkları dönemin tespit edilmesi ve oluşacak sonuca göre fazla çalışma, hafta tatili ile ulusal bayram ve genel tatil alacaklarının değerlendirilmesi gerektiği, kıdem tazminatının yabancı para cinsinden hesaplanmasına yasal bir engel bulunmadığı ancak kıdem tazminatı tavanının kontrolü bakımından iş sözleşmesinin feshedildiği tarihteki Türk lirası üzerinden bir yıllık tutarın belirlenmesi, tavanın aşılması durumunda tavan üzerinden hesaplama yapılarak yeniden aynı kur hesabıyla yabancı paraya dönüşümünün sağlanması gerektiği gerekçesiyle sair yönler incelenmeksizin 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 353/1-a.6 hükmü gereğince İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
D. İlk Derece Mahkemesinin İkinci Kararı
İlk Derece Mahkemesinin 23.12.2021 tarihli ve 2021/1087 Esas, 2021/124 Karar sayılı kararı ile; davacı tarafından açılan itirazın iptali davasında Bölge Adliye Mahkemesince kesin olarak verilen kararda davacının ücretinin 2.000 USD olarak kabul edildiği, yapılan bu tespitin tarafları bağlayacağı, tanıkların hizmet cetvelleri ile yurda giriş-çıkış kayıtları getirtilerek davacı ile birlikte çalıştıkları dönemle sınırlı olarak hesaplama yapan bilirkişi raporunun hükme esas alındığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesinin İkinci Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin 25.10.2022 tarihli ve 2022/3936 Esas, 2022/3605 Karar sayılı kararı ile; fazla çalışma ücretinin aylık ücrete dahil olduğuna ilişkin hüküm içerdiği belirtilen sözleşmenin yargılama sırasında sunulmadığı, bu nedenle delil olarak değerlendirilmesine olanak bulunmadığından davalının bu yöne ilişkin istinaf isteminin isabetsiz olduğu, davacının Basra'daki iç savaş nedeniyle Türkiye'ye döndüğü, sonrasında iş sözleşmesinin davalı tarafından sona erdirildiği, zorlayıcı nedenin ortaya çıkması hâlinde davalı işverenin derhal fesih hakkı söz konusu olduğundan ihbar tazminatının hüküm altına alınmasının hatalı olduğu gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine, davalı vekilinin istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılıp düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurmak suretiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin ilâm başlığında belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; "..Bölge Adliye Mahkemesi tarafından reddedilen ve davacı tarafça temyize konu edilen miktarın, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 362 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi gereğince karar tarihi itibarıyla bölge adliye mahkemeleri tarafından verilen kararların kesinlik sınırı olan 107.090,00 TL'nin altında kaldığı anlaşılmakla; davacı vekilinin temyiz dilekçesinin miktardan reddine karar vermek gerekmiştir...
3. Değerlendirme
1. Tarafların iddia, savunma ve dayandıkları belgelere, uyuşmazlığın hukuki nitelendirilmesi ile uygulanması gereken hukuk kurallarına, dava şartlarına, yargılamaya hâkim olan ilkelere, ispat kurallarına ve temyiz olunan kararda belirtilen gerekçelere göre davalı vekilinin aşağıdaki paragrafın kapsamı dışındaki temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
2. Davalı vekili tarafından bilirkişi ek raporuna itiraz dilekçesi ekinde, davacı imzasını havi bir kısım fazla çalışma ücret tutarlarını içeren belge sunulmuştur. Söz konusu belgeler dikkate alınarak davacının fazla çalışma ücreti alacağına ilişkin talebi değerlendirilip sonucuna göre karar verilmesi gerekirken bu hususun göz ardı edilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir..." gerekçesiyle karar oy çokluğuyla bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin ilâm başlığında tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki gerekçeye ilaveten yargılamanın etkin ve makul süre içinde bitirilmesi için delillerin gösterilmesinin dilekçelerin teatisi (dava, cevap, cevaba cevap ve ikinci cevap) aşamasına, toplanmasının da en geç ön inceleme duruşmasına hasredildiği, süresi içinde usulünce bildirilen delillerin sunulması/toplanmasının HMK'nın 145. maddesi ile ilgili olmayıp 140/5. maddesi ile ilgili olduğu, eldeki davada basit yargılama usulü uygulandığı, Yargıtay tarafından değişik tarihlerde verilen kararların da verilen ilk karar doğrultusunda olduğu, somut olayda taraflarca getirme, dürüst davranma ve usul ekonomisi ilkelerinin hakim olduğu özel hukuk yargılamasında davalı tarafından cevap dilekçesinde belirtilen deliller arasında sayılmayan, davalının elinde olmasına rağmen süresinde sunulmayan, gönderme kararı neticesinde alınan ek rapor sonrası, rapora itiraz dilekçesi ekinde ibraz edilen delilin HMK'nın 145. maddesi anlamında "yeni" delil olarak nitelendirilemeyeceği, yargılamada gelinen aşamada delil sunulmasının HMK'nın 145. maddesinin 1. cümlesi ile 318. maddesindeki emredici düzenlemelere aykırı olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararı süresi içinde taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
B. Temyiz Sebepleri
1.Davacı vekili, direnme kararının yerinde olduğunu ve onanması gerektiğini, temyiz talebinin reddine ve istinaf başvurularının esastan reddine dair kararların hatalı olduğunu, müvekkilinin ücretinin net 2.000 USD olduğunun kesinleştiğini, brüt olarak hükmedilmesinin hatalı olduğunu, kıdem ve ihbar tazminatları dışındaki diğer alacak kalemlerine net olarak hükmedilmesi gerekirken aksi yönde hüküm tesis edildiğini, ihbar tazminatının reddedilmesinin hatalı olduğunu, kıdem ve ihbar tazminatlarının brüt ücret üzerinden hesaplanması gerektiğini, %30 oranındaki karineye dayalı indirimin fahiş olduğunu, ek rapor için bilirkişiye dosya yeniden bilirkişiye gönderilmediği gibi ıslah veya talep artırım için ek süre verilmediğini, asgari geçim indirimi alacağının kabul edilmesi gerektiğini, kararın belirtilen ve aleyhe olan kısımları nedeniyle bozulmasına karar verilmesini talep etmiştir.
2. Davalı vekili, somut olayda terör tehdidi nedeniyle ödeme belgelerinin sonradan sunulmasının HMK'nın 145. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini, ödeme belgelerinin yargılamanın her aşamasında sunulabileceğini, yıllık 270 saate kadar fazla çalışmanın aylık ücrete dahil olduğuna ilişkin ikinci sözleşmenin dikkate alınmamasının hatalı olduğunu, 16.12.2021 tarihli dilekçe ekinde sunulan bu sözleşmenin cevap dilekçesinde özlük dosyası delili olarak gösterildiğini, sözleşme ve ödeme belgeleri dikkate alındığında davacının fazla çalışma alacağının bulunmadığının açık olduğunu, ücretlerin banka kanalıyla ödendiğini, bordrolarda fazla çalışmalarının ayrı ayrı tahakkuk ettirildiğini, avansların da bordroya yansıtıldığını belirterek kararın bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; fazla çalışma tahakkuku içeren imzalı belgelerin, Bölge Adliye Mahkemesince HMK'nın 353/1-a.6 hükmü uyarınca İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak davanın yeniden görülmesi için İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine karar verildikten sonra yapılan yargılamada davalı vekilinin esasa ilişkin beyanda bulunduğu dilekçe ekinde sunulduğu somut olayda, anılan belgelerin süresinde sunulup sunulmadığı ile HMK'nın 145. maddesinin eldeki davada uygulanıp uygulanamayacağı, buradan varılacak sonuca göre bu belgelerin değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
HMK'nın 129, 137, 138, 139, 140, 145, 316-320 ve 322. maddeleri.
2. Değerlendirme
a. Davacı vekilinin temyizi yönünden:
1.Somut olayda, Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece davacı vekilinin temyiz isteminin miktardan reddine karar verilmiş, davalı vekilinin temyizi yönünden ise davalının sair temyiz itirazlarının reddine karar verildikten sonra davalı vekili tarafından bilirkişi ek raporuna itiraz dilekçesi ekinde sunulan davacı imzasını havi bir kısım fazla çalışma ücret tutarlarını içeren belgelerin dikkate alınarak davacının fazla çalışma ücreti alacağına ilişkin talebi değerlendirilip sonucuna göre karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle karar bozulmuştur. Bozma kararı sonrası Bölge Adliye Mahkemesince yapılan yargılamada davacı vekili direnme kararı verilmesini talep ettiği gibi direnme kararına karşı sunduğu temyiz dilekçesinde de direnme kararının onanması talebi ile diğer yönlere ilişkin temyiz itirazlarına yer vermiştir.
2. Bilindiği üzere hukuki yarar dava şartı olduğu gibi temyiz istemi için de gerekli bir şarttır. Somut olayda, Özel Daire kararına karşı direnme kararı verilmesini ve verilen direnme kararının da onanmasını talep eden davacı vekilinin direnme kararını temyiz etmekte hukuki yararı bulunmadığından temyiz talebinin hukuki yarar yokluğundan reddine karar vermek gerekmiştir. Ne var ki, davacı vekilinin diğer yönlere ilişkin temyiz itirazları incelenmek üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
b. Davalı vekilinin temyizi yönünden:
1. Uyuşmazlık delillerin bildirilme zamanı ile ilgili olup uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler ile hukuki kavramların ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır.
2. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) "Hak arama hürriyeti" başlıklı 36/1. maddesinde “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” hükmü düzenlenmiş olup hak arama özgürlüğü adı altında hukukî koruma (korunma) talebine yönelik anayasal teminatı bireylere vermektedir.
3. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90. maddesinin son fıkrasında ise usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı, temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümlerinin esas alınacağı ifade edilmiştir.
4. Bu bağlamda ülkemizin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS/Sözleşme) 6. maddesinde adil yargılanma hakkı ayrıntılı şekilde yer almış olup Sözleşmenin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6/1. maddesi; “Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir.” şeklinde düzenlenmiştir. Anılan madde de düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsurlarından bir tanesi yargılamanın “makul süre içinde” bitirilmesi ilkesidir.
5. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) devletlerin yargısal sistemlerini makul bir sürede yargılama dahil olmak üzere, AİHS’nin 6. maddesinde yer alan şartlara uyacak şekilde düzenlemek ile görevli olduğunu belirtmiştir (AİHM, Zimmerman ve Steiner –İsviçre, 13.07.1983, 29. paragraf).
6. Bir davaya taraf olan herkes, karşı taraf karşısında kendisini önemli bir dezavantajlı konumda bırakmayacak şartlarda iddialarını mahkemeye sunabilmesi için makul bir fırsata sahip olabilmelidir (AİHM, De Haes ve Gijsels-Belçika, 24.02.1997). Aynı şekilde, tarafların gösterilen tüm delillerden haberdar olması ve görüş bildirebilmesi de adil yargılanma hakkı kapsamında gözetilmesi gereken ilke olarak belirtilmiştir (AİHM, Borgers-Belçika, 30.10.1991).
7. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 141. maddesinde “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir” denilmek suretiyle, davaların makul bir süre içerisinde bitirilmesi gerekliliği açıkça düzenlenmiştir. Anayasada yer alan düzenlemeye paralel bir düzenleme, HMK'nın 30. maddesinde de yer almaktadır. Sözü edilen maddeye göre; “(1)Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür” .
8. Gelinen noktada belirtilmelidir ki, davacı açtığı davada, davalı tarafından ihlâl edildiğini ileri sürdüğü hakkının mahkeme aracılığı ile tanınmasını ve davalının mahkûm edilmesini talep ederken, davalı da davacının haklı olmadığının tespitini ve davanın reddini savunur. Davada, her iki taraf da kendisinin haklı olduğunu ileri sürer ve hâkimin kendi lehine karar vermesi için ispat faaliyetinde bulunur.
9. Dava konusu edilen hakkın ve buna karşı yapılan savunmanın dayanağı olarak taraflarca gösterilen vakıaların gerçekten var olup olmadıkları hakkında mahkemeye kanaat verilmesi faaliyetine ispat denir. İspat, hâkimi ikna (inandırma) faaliyetidir ve dayandığı delillerle hâkimi ikna eden taraf davayı kazanır. İspat araçlarına delil adı verilir (Ejder Yılmaz, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, 4. Baskı, Ankara, 2021, s.3495).
10. Bu ilke ve açıklamalara paralel olarak HMK'da yargılamanın makul sürede bitirilmesini sağlamak amacıyla düzenlemeler yapılmış ve bu amaca ulaşılabilmesi için önemli bir katkı sağlayan delillerin bildirilme zamanı özel olarak düzenlenmiştir. Delillerin belirli bir zaman dilimi içinde gösterilip sunulması yargılamayı çabuklaştıracak olmasının yanı sıra, taraflara da gösterilen delillerden haberdar olarak zamanında bunlara karşı delil veya görüş bildirebilme imkânı tanıyacak, böylece uyuşmazlıklar en kısa sürede adilane çözüme kavuşacaktır.
11. Medenî usul hukukunda esas itibarıyla taraflarca getirilme ilkesi geçerli olup anılan ilkenin uygulandığı davalarda, dava malzemesinin toplanması ve dosyaya sunulması taraflara ait usuli bir yüktür. Taraflar iddia ve savunmalarını temellendirmeye yarayan vakıaları mahkemeye bildirmeli ve bu vakıaları ispatlamaya yarayan delilleri de süresi içinde dava dosyasına ibraz etmelidirler. Bununla birlikte, yargılamayı makul sürede bitirebilmek için dava malzemesinin toplanmasına zaman itibarıyla sınırlama getirilmesi gerekir (Güray Erdönmez, Yasal Düzenleme ve Teorik Boyutuyla Delillerin Gösterilmesi ve Sunulması, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medenî Usûl ve İcra İflâs Hukuku Anabilim Dalı Medenî Usûl ve İcra-İflâs Hukuku Günleri Sempozyumu-I, İstanbul, 2024, s.17).
12. Hemen belirtmek gerekir ki, usul ekonomisi ilkesi ile dava malzemelerinin, kural olarak yargılamanın belirli bir kesitine kadar getirilmesi zorunluluğunu ifade eden teksif ilkesi, yargılamanın hem daha süratli hem de tahkikat aşamasının ve dolayısıyla yargılama sürecinin daha ucuz şekilde tamamlanmasına yönelik kanun koyucu tarafından alınan tedbirlerin meşruluğuna hizmet eder. Teksif ilkesi, HMK'da, belirli bir usulî kesitten itibaren iddia ve savunmanın değiştirilmesi veya genişletilmesi yasağı şeklinde karşımıza çıkar. Bu gereklilik, aynı zamanda Anayasa'da öngörülen makul sürede yargılanma hakkı, başka bir ifadeyle usul ekonomisi ilkesi ile de örtüşür. Yine benzer şekilde, delillerin belirli bir süre içerisinde dava ve cevap dilekçesinde gösterilmesi gereği (HMK md. 119, 129), makul sürede yargılanma hakkının ispat hakkı üzerinde yarattığı bir sınırlamadır. Delillerin ibrazına ilişkin getirilen süre sınırlamaları bir yandan karşı tarafın ispat hakkının güvence altına alınmasını sağlarken bir yandan da hukuki belirliliğin ve güvenliğin tesis edilmesini sağlar (Pınar Çiftçi, Medeni Yargılama Hukukunda İspat Hakkı ve Sınırlamaları, Ankara, 2018, s. 278).
13. Bu genel açıklamalardan sonra uyuşmazlık konusu ile ilgili düzenlemelerden bahsedilmelidir. Bilindiği üzere HMK'da iki temel yargılama usulü düzenlenmiştir. Bunlar; yazılı (m. 118-186) ve basit (m. 316-322) yargılama usulleri olup asıl olarak yazılı yargılama usulüne göre hükümler konulmuş ve basit yargılama usulü ise istisna kabul edilerek bu kapsamda düzenlemeler yapılmıştır. Kanun'un “Basit yargılama usulüne tabi dava ve işler” başlıklı 316. maddesinin (g) bendi; “Diğer kanunlarda yer alan ve yazılı yargılama usulü dışındaki yargılama usullerinin uygulanacağı belirtilen dava ve işler” şeklindeki düzenleme ile hangi dava ve işlerin basit yargılama usulüne tabi olduğunu açıklamıştır. İş davaları yönünden 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun 7/1. maddesinde iş mahkemelerinde basit yargılama usulü uygulanacağı benimsenmiştir. Basit yargılama usulü ise daha çabuk sonuçlandırılması gereken dava ve işler için kabul edilmiş basit ve seri bir yargılama usulüdür.
14. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 119/1-(f) maddesi uyarınca, gerek yazılı gerekse basit yargılama usulünde, iddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğinin dava dilekçesinde belirtilmesi gerekmektedir. Aynı gereklilik, cevap dilekçesi açısından da geçerlidir. HMK'nın “Cevap dilekçesinin içeriği” başlıklı 129/1-(d) ve (e) maddelerine göre cevap dilekçesinde; davalının savunmasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri ile savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğinin bildirilmesi gerekir. Bu husus somutlaştırma yükümlülüğünün gereği olup davalı savunmasının dayanağı olan bütün vakıaları hangi delillerle ispat edeceğini cevap dilekçesine ekleyerek mahkemeye vermeli ve başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de bunların teminini sağlayıcı açıklamalarda bulunmalıdır.
15. Hemen belirtmek gerekir ki HMK'nın “Somutlaştırma yükü ve delillerin gösterilmesi” başlıklı 194. maddesi; “(1) Taraflar, dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırmalıdırlar.
(2) Tarafların, dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmeleri zorunludur.” şeklinde düzenlenmiş olup bu düzenleme, yukarıda değinilen tarafların iddialarının (HMK md. 119/1-f) ve savunmalarının (HMK md. 129/1-e) dayanaklarını dilekçelerinde göstermeleri yönündeki hükümler ile paraleldir.
16. Basit yargılama usulünde, dava ve davaya cevap verilmesi yazılı yargılama usulünde olduğu gibi dilekçe ile olur (md.317/1). Cevap süresi, dava dilekçesinin davalıya tebliğinden itibaren iki haftadır. Ancak, mahkeme duruma göre bu sürede cevap dilekçesi verilmesi zor ise bu süre içinde başvurulmak kaydıyla davalıya, bir defaya mahsus olmak ve iki haftayı geçmemek üzere ek bir süre verebilir (md.317/2). Belirtmek gerekir ki, 28.07.2020 tarihli ve 31199 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un (7251 sayılı Kanun) 31. maddesi ile bu fıkrada yer alan “davalıya, bir defaya mahsus” ibaresi “davalıya, cevap süresinin bitiminden itibaren işlemeye başlamak, bir defaya mahsus olmak” şeklinde değiştirilmiştir.
17. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 317/3. maddesi uyarınca basit yargılama usulünde, dava ve cevap dilekçesi dışında cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi verilemez. Bu çerçevede, taraflar dilekçeleriyle birlikte tüm delillerini açıkça ve hangi vakıanın delili olduğunu da belirterek bildirmek, ellerinde bulunan delillerini dilekçelerine eklemek ve başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayacak bilgilere dilekçelerinde yer vermek zorundadırlar (md. 318). Dilekçe sayısı, bu usulde görülecek işlerin basit olması ve kısa sürede karara bağlanmasını sağlamak amacıyla sınırlandırıldığından birer defa dilekçe vermek durumunda olan tarafların daha dikkatli davranmaları gerekmektedir.
18. Bilindiği üzere taraflar, tahkikat aşamasında kural olarak iddia ve savunmalarını genişletip değiştiremezler; yani yeni vakıa ileri süremezler ve eski vakıaların yerine yeni vakıalar ikâme edemezler. Bunun yapılabilmesi ancak karşı tarafın açık muvafakati, bunun mümkün olmaması durumunda da ıslah suretiyle gerçekleştirilebilir. Basit yargılama usulünde ise iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı, yazılı yargılama usulünden farklı olarak dava açılmasıyla ve cevap dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlar (md. 319).
19. Gelinen aşamada ön inceleme aşamasından bahsetmekte yarar bulunmaktadır.
20. 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu döneminde yargılama (dilekçeler, tahkikat, sözlü yargılama ve hüküm aşaması) dört aşamadan ibaret iken HMK ile usul hukukuna yeni ve önemli bir kurum olarak yargılamada ön inceleme safhası (dilekçeler, ön inceleme aşaması, tahkikat, sözlü yargılama ve hüküm aşaması) dâhil edilmiştir. Ön inceleme aşaması (md. 140), yargılamada özel bir öneme sahiptir. Bu aşamanın başarısı, esasen bu duruşmaya doğru bir şekilde hazırlanılması ve yapılması gereken işlemlerin mahkemece ve taraflarca doğru bir şekilde yapılmasına bağlıdır (Yılmaz, s. 2994 vd.).
21. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Ön incelemenin kapsamı" başlıklı 137/1. maddesinde ise “Dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra ön inceleme yapılır. Mahkeme ön incelemede; dava şartlarını ve ilk itirazları inceler, uyuşmazlık konularını tam olarak belirler, hazırlık işlemleri ile tarafların delillerini sunmaları ve delillerin toplanması için gereken işlemleri yapar, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği davalarda onları sulhe veya arabuluculuğa teşvik eder ve bu hususları tutanağa geçirir.” düzenlemesi bulunmaktadır.
22. Ön inceleme, dilekçeler aşaması ile tahkikat aşaması arasında ayrı ve bağımsız bir aşama olacak şekilde, beş yargılama aşamasından biri olarak öngörülmüştür. Bu aşamada ilk itirazlar ve dava şartları yönünden dosyanın bir incelemeye tabi tutulması ve tarafların uyuşmazlık içerisinde olduğu konular ile anlaştıkları konuların ayrılarak delillerin toplandığı ve değerlendirildiği tahkikat aşamasına eksiksiz ve hazır bir şekilde geçilmesi amaçlanmıştır. Ön incelemenin asıl işlevi, uygulamada birbirinin içine geçirilmiş aşamaların ayrılması bağlamında ortaya çıkmaktadır. Zira ön inceleme aşamasına kadar dilekçeler tamamlanmış ve tahkikat aşamasında toplanması gerekenler dışında kalan deliller toplanmış olacak, böylece artık tahkikat aşamasında kural olarak delil toplanması söz konusu olmayacağından, duruşmalar delillerin tartışıldığı oturumlar hâline gelmiş bulunacaktır.
23. Bu çerçevede ön inceleme duruşmasında tahkikat işlemleri yapılamaz, tahkikata götüren hazırlık işlemleri yapılır. Tahkikat aşamasından farklı olarak ön inceleme aşamasında işin esasına girilmeyeceğinden, kural olarak delillerin incelenmesi söz konusu olmayacaktır. Bu aşamada delillerin toplanması için hazırlık işlemleri yapılacak ve bu sayede dosyanın tekemmül etmesi sağlanacaktır.
24. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun “Ön inceleme duruşmasına davet” başlıklı 139. maddesi, 7251 sayılı Kanun'un 13. maddesiyle yapılan değişiklikten önce; “(1)Mahkeme, dilekçelerin karşılıklı verilmesinden ve yukarıdaki maddelerde belirtilen incelemeyi tamamladıktan sonra, ön inceleme için bir duruşma günü tespit ederek taraflara bildirir. Çıkarılacak davetiyede, duruşma davetiyesine ve sonuçlarına ilişkin diğer hususlar yanında, taraflara sulh için gerekli hazırlığı yapmaları, duruşmaya sadece taraflardan birinin gelmesi ve yargılamaya devam etmek istemesi durumunda, gelmeyen tarafın yokluğunda yapılan işlemlere itiraz edemeyeceği ve diğer tarafın, onun muvafakati olmadan iddia ve savunmasını genişletebileceği yahut değiştirebileceği ayrıca ihtar edilir.” şeklinde iken 7251 sayılı Kanun’un 13. maddesiyle yapılan değişiklikle birlikte anılan madde; “(1) Mahkeme, dilekçelerin karşılıklı verilmesinden ve yukarıdaki maddelerde belirtilen incelemeyi tamamladıktan sonra, ön inceleme için bir duruşma günü tespit ederek taraflara bildirir. (Değişik cümle:22/7/2020-7251/13 md.) Çıkarılacak davetiyede aşağıdaki hususlar ihtar edilir:
a) Duruşma davetiyesine ve sonuçlarına ilişkin diğer hususlar.
b) Tarafların sulh için gerekli hazırlığı yapmaları.
c) Duruşmaya sadece taraflardan birinin gelmesi ve yargılamaya devam etmek istemesi durumunda gelmeyen tarafın yokluğunda yapılan işlemlere itiraz edemeyeceği.
ç) Davetiyenin tebliğinden itibaren iki haftalık kesin süre içinde tarafların dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları, bu hususların verilen süre içinde yerine getirilmemesi hâlinde o delile dayanmaktan vazgeçmiş sayılacaklarına karar verileceği.” şeklinde düzenlenmiştir.
25. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 139. maddesinin yeni düzenlemesine bakıldığında, dilekçelerin teatisi aşamasının tamamlanması ve tarafların ön inceleme duruşmasına davet edilmesi yine iki farklı aşama olarak korunmaya devam edilmiştir. Fakat değişiklikle birlikte eksik delillerin sunulması ve başka yerden getirtilecek delillere ilişkin açıklama yapılması ihtarının artık ön inceleme duruşması davetiyesi ile birlikte yapılacağı düzenlenmiştir.
26. Ön inceleme aşamasına ilişkin genel açıklamalardan sonra basit yargılama usulünde HMK'nın “Ön inceleme ve tahkikat” başlıklı 320. maddesinin;
“(1) Mahkeme, mümkün olan hâllerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar verir.
(2) Daha önce karar verilemeyen hâllerde mahkeme, ilk duruşmada dava şartları ve ilk itirazlarla hak düşürücü süre ve zamanaşımı hakkında tarafları dinler; daha sonra tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tek tek tespit eder. Uyuşmazlık konularının tespitinden sonra hâkim, tarafları sulhe veya arabuluculuğa teşvik eder. Tarafların sulh olup olmadıkları, sulh olmadıkları takdirde anlaşamadıkları hususların nelerden ibaret olduğu tutanağa yazılır; tutanağın altı hazır bulunan taraflarca imzalanır. Tahkikat bu tutanak esas alınmak suretiyle yürütülür.
(3) Mahkeme, tarafların dinlenmesi, delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemlerinin yapılmasını yukarıdaki fıkrada belirtilen duruşma hariç, iki duruşmada tamamlar. Duruşmalar arasındaki süre bir aydan daha uzun olamaz. İşin niteliği gereği bilirkişi incelemesinin uzaması, istinabe yoluyla tahkikat işlemlerinin yürütülmesi gibi zorunlu hâllerde, hâkim gerekçesini belirterek bir aydan sonrası için de duruşma günü belirleyebilir ve ikiden fazla duruşma yapabilir.
(4) Basit yargılama usulüne tabi davalarda, işlemden kaldırılmasına karar verilmiş olan dosya, yenilenmesinden sonra takipsiz bırakılırsa, dava açılmamış sayılır” şeklinde düzenlendiğini belirtmek gerekmektedir.
27. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 322. maddesi atfı ile basit yargılama usulünde de uygulama alanı bulan “Ön İnceleme duruşması” başlıklı 140. maddesinin, 7251 sayılı Kanun'un 14. maddesi ile değiştirilmeden önceki 5. fıkrasına göre; ön inceleme duruşmasında, taraflara dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları için iki haftalık kesin süre verilir. Bu hususların verilen kesin süre içinde tam olarak yerine getirilmemesi hâlinde o delile dayanmaktan vazgeçilmiş sayılmasına karar verilir. Yapılan değişiklikle ise 5. fıkra; “139 uncu madde uyarınca yapılan ihtara rağmen dilekçelerinde gösterdikleri belgeleri sunmayan veya belgelerin getirtilmesi için gerekli açıklamayı yapmayan tarafın bu delillere dayanmaktan vazgeçmiş sayılmasına karar verilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
28. Burada vurgulanması gereken husus özellikle 140. maddede “dilekçelerinde gösterdikleri” ibaresinin kullanılmış olmasıdır. HMK'nın 140. maddesinin gerekçesinde belirtildiği üzere taraflar, delil olarak dayandıkları belgeleri dilekçelerine ekleyerek vermek ya da başka yerden getirilecekse, bunu belirtmek zorundadırlar. Şayet taraflar, bu konuda yapmaları gereken işlemleri eksik bırakmışlarsa, tahkikata başlamadan önce taraflara son kez kısa bir süre verilerek bu eksiklikleri tamamlamaları düşünülmüştür. Taraflar bu şanslarını da doğru kullanamazlarsa artık tahkikat mevcut delillerle yürütülecek ve tarafların o delile dayanmaktan vazgeçtikleri kabul edilecektir.
29. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 140/5. maddesi, ön inceleme duruşmasında dahi dava ve cevap dilekçesinde gösterilmiş olmayan belgenin ikâmesine izin vermemiştir. Zira şekli gerçeği arayan özel hukuk yargılamasında, ilişkinin maddi gerçeği değil, özel hukukun biçtiği kalıplara uygunluğu incelenecektir. Böyle bir kalıbı ispat eden belgeyi delil olarak zikretmeyen tarafın, hak arama özgürlüğünü doğru biçimde kullandığından söz edilemez. Hakkını etkin biçimde kullanma çabasını başlangıçta göstermeyen tarafın, sonradan belgeyi delil olarak kullanmak istemesi, uyuşmazlığın netleşmesini de çözümünü de geciktirecektir. Üstelik böyle bir belgenin dava veya cevap dilekçesinde zikredilmiş olması, uzlaşmayı kolaylaştırabilecekken bu imkân da kaybedilmiş olacaktır. Böyle olunca, uyuşmazlığın süratle çözümlenmesinden beklenen kamu yararı zedelenecektir. O hâlde dava ve cevap dilekçelerinde gösterilmemiş bulunan belgelerin, ön inceleme duruşması da dâhil olmak üzere sonradan ikame edilmesi, ancak 145. maddede belirtilen şartlarla mümkündür.
30. Hukuk Muhakemeleri Kanunu sisteminde, uyuşmazlık döneminde yürürlükte bulunan 140/5. madde dikkate alındığında ön inceleme duruşmasında tayin edilen kesin süreye uyulmaması, vazgeçme yaptırımına bağlanarak davayı uzatıcı bu kötüniyetli davranışlar engellenmeye çalışılmıştır. Zira dilekçelere eklenip sunulmamış, daha sonra ön incelemede ek olarak bildirilen süre içinde de verilmemiş delillere, tahkikat içinde kural olarak dayanılamaz. Tahkikatın amacı, kural olarak delil toplamak değil, delilleri incelemek ve değerlendirmektir; aksi hâlde tahkikat tamamlanamaz ve yargılama uzar.
31. Ancak istisnaen belirli koşulların gerçekleşmesi kaydıyla taraflar gerek ön inceleme gerekse de tahkikat aşamasında yeni delil gösterebilme olanağına sahiptirler. Nitekim bu husus, HMK'nın “Sonradan delil gösterilmesi” başlığını taşıyan 145. maddesinde “(1) Taraflar, Kanunda belirtilen süreden sonra delil gösteremezler. Ancak bir delilin sonradan ileri sürülmesi yargılamayı geciktirme amacı taşımıyorsa veya süresinde ileri sürülememesi ilgili tarafın kusurundan kaynaklanmıyorsa, mahkeme o delilin sonradan gösterilmesine izin verebilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
32. Tarafların HMK'da belirtilen süreden sonra delil gösteremeyeceklerine ilişkin kurala getirilen istisnanın, dava ve cevap dilekçelerinde hiç delil bildirmeyen, ön inceleme aşamasında veya çıkarılacak davetiye üzerine delillerini sunmayan veya toplanması için gerekli işlemleri yapmayan tarafın tahkikat aşamasında delil bildirme hakkının olduğu şeklinde anlaşılması mümkün değildir.
33. Bu kapsamda delilin sonradan sunulması, o delile daha önceden ulaşılamamasına ya da o delilin varlığı hakkında mazur görülebilir bir bilgisizliğe, bir engellemeye vs. dayanıyorsa mümkündür. Tarafın salt ihmâlkârlığı, yeterince araştırmaması, davayı uzatma amacı, davayı önemsememesi, kötüniyeti gibi hususlarla o delili sunmaması hâlinde sonradan delil sunulması kabul edilemez, artık o delilden vazgeçmiş sayılır (Oğuz Atalay, Pekcanıtez Usul Medeni Usul Hukuku, Cilt II, 15. Bası, İstanbul, 2017, s.1760).
34. Nitekim HMK'nın 145. maddesinin gerekçesinde de şöyle denilmektedir: “Uygulamada, davaların uzamasının temel sebeplerinden birinin de gereksiz yere yeni delil sunulması ve bu konuda taraflara verilen sürelere uyulmaması olduğu bilinmektedir. Maddenin ilk fıkrasıyla, Kanunda belirtilen sürelerden sonra, davada yeni delil sunulmasının yasak olduğu kural olarak benimsenmiştir. Fakat iki istisna kabul edilmiştir. Yeni delil sunulması talebi yargılamayı geciktirme amacı taşımıyorsa veya delilin süresinde sunulmaması ilgili tarafın kusuru dışında bir sebebe dayanıyorsa, hâkim gerekçesini de belirtmek şartıyla, yeni delil sunulmasına izin verebilir. Bu şekilde delil sunma kuralına istisna getirilmesi, hukukî dinlenme hakkının tabiî bir sonucudur”.
35. Görüldüğü üzere, kanun koyucunun belli şartların varlığı hâlinde taraflara yargılamanın daha sonraki aşamalarında delil ileri sürebilmeleri için istisnai bir düzenleme getirmesinin gerekçesi, adil yargılanma hakkının bir unsurunu oluşturan “hukukî dinlenilme hakkı” dır (Yılmaz, s.3032).
36. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 322. madde yollamasıyla uygulama yeri bulan 145. maddesindeki koşulların bulunması hâlinde sonradan gösterilen delillerin basit yargılama usulünde de incelenmesi mümkündür.
37. Yapılan bu açıklamalara göre HMK'nın sistematiği içinde tahkikat aşamasına geçilmezden evvel, tarafların uyuşmazlık konularının ve bu uyuşmazlıkların çözümü için ileri sürdükleri delillerin daha işin en başında belirlenerek tahkikatın etkin bir şekilde yapılmasının hedeflendiği anlaşılmaktadır. Bu sebeple HMK'nın 145. maddesinde belirtilen ve tarafın etki alanı dışında kalan çok özel durumlar dışında, sonradan delil sunulması hâlinde bu deliller dikkate alınmamalıdır.
38. Somut olayda, davacı vekili fazla çalışma ile diğer bir kısım işçilik alacaklarının tahsili talebi ile 21.12.2017 tarihinde eldeki davayı açmış, İlk Derece Mahkemesince 12.01.2018 tarihli tensip tutanağının (5) numaralı bendinde "Dava dilekçesi, delil listesi ve tensip zaptının davalıya tebliğine, HMK 317/2 maddesi uyarınca tebliğden itibaren iki hafta içinde cevap verebileceği, HMK 131. maddesi gereği cevap dilekçesinin verilmesinden sonra, cevap süresi dolmamış olsa bile ilk itirazların ileri sürülemeyeceği, HMK 318 maddesine göre ilk itirazları ve tüm delillerini açıkça ve hangi vakıalarının delili olduğunu da belirterek bildirmesi, elinde bulunan delillerini dilekçesine eklemesi, başka yerden getirtilecek belge ve dosyalar için, bulunabilmelerini sağlayıcı bilgileri dilekçesinde belirtmesi, varsa tanıklarının isim ve açık adresleri, tanıklık yapacakları konuları bildirmesi, HMK 324. maddesine göre 75,00 TL delil ikame avansını yatırması için tebliğden itibaren iki hafta süre verildiği, hizmet süresi ,ödenen ücret ve ücret ödemelerinin ne şekilde yapıldığı hususlarında açıklama yapılması gerektiği ,ücret hususu çekişmeli olduğu takdirde emsal ücret araştırması yapılmasını istediği yerleri bildirmesi gerektiği,ihtarname var ise tebliğ şerhli örneğini sunması gerektiği, bu hususlar yerine getirilmediğinde HMK 140/5 maddesi gereği ancak ön inceleme aşamasında bu eksiklikleri tamamlayabileceği, aksi halde bu delillerinden vazgeçmiş sayılacağı, HMK 128. maddesi gereği tebliğden itibaren iki hafta içinde cevap dilekçesi verilmezse dava dilekçesinde ileri sürülen vakıaların tamamını inkar etmiş sayılacağının ihtarına" karar verilmiştir.
39. İlk Derece Mahkemesince dava dilekçesi ve tensip tutanağının tebliği üzerine davalı vekili tarafından süresinde sunulan cevap dilekçesinde, davacının çalışma saatlerinin 4857 sayılı İş Kanunu'nda öngörülen haftalık çalışma süresi kapsamında olduğu ancak zaman zaman fazla çalışma yapmış ise de imzaladıkları ikinci iş sözleşmesi gereği fazla çalışmalar aylık ücretine dahil olduğundan fazla çalışma alacağının bulunmadığını savunmuş, dilekçenin deliller kısmında işyeri kayıtları, şahsi sicil dosyası, ücret bordroları, izin kullanma formları ile diğer delillere yer verilmiş, dilekçe ekinde ise iş sözleşmesinin sona erme nedenine ilişkin olarak bir kısım belge örnekleri sunulmuştur.
40. Öte yandan davalı vekili 26.04.2018 tarihli ön inceleme duruşması da dahil olmak üzere son duruşma olan 02.07.2019 tarihine kadar olan duruşmalara katılmamış, bilirkişi raporuna itiraz dilekçesi ile 02.07.2019 tarihli duruşmada cevap dilekçesinde olduğu gibi fazla çalışma ücreti yönünden aynı savunmayı yapmıştır.
41. İlk Derece Mahkemesinin davanın kısmen kabulüne dair kararı taraf vekillerince istinaf edilmiş, davalı vekili istinaf dilekçesinde diğer istinaf itirazlarının yanı sıra fazla çalışma ücretine ilişkin olarak cevap dilekçesindeki beyanlarını tekrarlamıştır. Bölge Adliye Mahkemesinin İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın mahkemesine gönderilmesine dair kararı sonrasında İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılamada yeniden bilirkişi raporu alınmış, davalı vekili 10.12.2021 tarihli dilekçesi ile bilirkişi raporuna karşı önceki itirazlarını tekrar etmiştir. Davalı vekili 16.12.2021 tarihli ve "Esasa ilişkin beyan ve ödeme belgelerinin sunulması" konulu dilekçesinde ise fazla çalışmanın ücrete dahil olduğu itirazını yineleyerek dilekçe ekinde buna dair hükmün yer aldığı ikinci iş sözleşmesini sunmuş ve "fazla mesaiye ilişkin elden ödeme belgelerinin sunulmasına" dair açıklama ile fazla çalışma karşılığı yapılan ödemelerin fazla çalışma alacağından mahsup edilmesini talep etmiş, bununla birlikte bu delilleri öncesinde sunamama sebebini ise açıklamamıştır.
42. Açıklanan maddi ve hukuki olgular ışığında, 21.12.2017 tarihinde açılan eldeki davada, davalı tarafından İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılamada sunulmayıp Bölge Adliye Mahkemesinin kaldırma kararından ve dava açıldıktan yaklaşık dört yıl sonra "Esasa ilişkin beyan ve ödeme belgelerinin sunulması" konulu dilekçe ekinde sunulan belgelerin HMK'da öngörülen sürede ibraz edilmediği açıktır.
43. Diğer taraftan davalı vekilinin HMK'nın 145. maddesinin sağladığı imkândan da yararlanması söz konusu değildir. Zira yukarıda da ayrıntılı olarak izah edildiği üzere bir delilin sonradan ileri sürülmesinin yargılamayı geciktirme amacı taşımaması veya süresinde ileri sürülmemesinin davalı tarafın kusurundan kaynaklanmaması hâllerinin somut olayda gerçekleşmediği sabittir.
44. Gerçekten de uyuşmazlık hakkında, bu işlemin dayandığı veya onu ortadan kaldıran kalıba uygun belge ya baştan beri vardır ya da yoktur. Böyle bir belge varsa, belgeyi bilen davalının buna rağmen bu belgeden söz etmemesi ya da sunmaması, ona etkin hak arama imkânı tanınmamasından değil, kendi ihmâlinden kaynaklanmaktadır. Böyle olunca da, bu belgenin sonradan sunulması davayı uzatacak ve bu suretle davanın kısa sürede çözümlenmesini engelleyecektir. Bu itibarla İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama aşamasında söz konusu belgeyi ileri sürmeyen davalının, yargılamanın geldiği aşamada yeni deliller dosyaya sunarak bu deliller doğrultusunda değerlendirme yapılmasını talep etmesi mümkün değildir. Aksinin kabulü hukuk yargılamasının temel ilke ve esasları ile bağdaşmayacaktır.
45. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 11.11.2021 tarihli ve 2019/(22)9-637 Esas, 2021/1387 Karar sayılı kararı da aynı yöndedir.
46. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, yargılama aşamasında dayanılıp sunulmayan delillerin temyiz aşamasında sunulamayacağı, sunulmuş olsa bile bu aşamada dikkate alınamayacağı kuralının tek istisnasının sunulan delilin borcu sona erdiren nitelik taşıması hâli olduğu, istikrarlı içtihatların da bu yönde olduğu, somut olayda fazla çalışma ücreti ödendiğine dair sunulan belgelerin ücretin ödendiğine dair açık ikrar ve özellikle banka kaydına dayanılmadığından ödeme olgusunu gösteren belge olarak kabul edilemeyeceği, direnme kararının bu değişik gerekçe ile onanması gerektiği görüşü ile anılan belgeler dikkate alınmak suretiyle davacının fazla çalışma alacağı talebi değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerektiğinden bozma kararının yerinde olduğu görüşü ileri sürülmüşse de bu görüşler Kurul çoğunluğu tarafından kabul edilmemiştir.
47. Hâl böyle olunca direnme kararı yerindedir.
48. Ne var ki, Özel Dairece bozma nedenine göre hüküm altına alınan alacak miktarına ilişkin temyiz incelemesi yapılmadığından bu yönde inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
VII. KARAR
Açıklanan sebeple;
A. Davacı temyizi yönünden
(a) bendinde belirtilen nedenlerle davacı vekilinin direnme kararına yönelik temyiz isteminin hukuki yarar yokluğundan REDDİNE, davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE oy birliğiyle,
B. Davalı temyizi yönünden
(b) bendinde belirtilen nedenlerle direnme uygun bulunduğundan hüküm altına alınan alacak miktarı yönünden temyiz incelemesi yapılmak üzere dosyanın YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE oy çokluğuyla,
21.05.2025 tarihinde kesin olarak karar verildi.
"K A R Ş I O Y"
1. Çoğunluk ile aradaki temel uyuşmazlık "Fazla çalışma tahakkuku içeren imzalı belgelerin, Bölge Adliye Mahkemesince 6100 sayılı Kanun’un 353/1-a.6 hükmü uyarınca İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak davanın yeniden görülmesi için İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine karar verildikten sonra yapılan yargılamada davalı vekilinin esasa ilişkin beyanda bulunduğu dilekçe ekinde sunulduğu somut olayda, anılan belgelerin süresinde sunulup sunulmadığı ile 6100 sayılı Kanun’un 145. maddesinin eldeki davada uygulanıp uygulanamayacağı, buradan varılacak sonuca göre bu belgelerin değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesinin gerekip gerekmediği" noktasında toplanmaktadır.
2. Özel Dairenin "Davalı vekili tarafından bilirkişi ek raporuna itiraz dilekçesi ekinde, davacı imzasını havi bir kısım fazla çalışma ücret tutarlarını içeren belgenin sunulduğu, söz konusu belgeler dikkate alınarak davacının fazla çalışma ücreti alacağına ilişkin talebi değerlendirilip sonucuna göre karar verilmesi gerektiği" gerekçesi ile oy çokluğu ile verdiği bozma kararına karşı Bölge Adliye Mahkemesinin "6100 sayılı Kanun’un ilgili hükümlerine yer verildikten sonra tahkikat aşamasına geçilmezden evvel tarafların uyuşmazlıkların çözümü için ileri sürdükleri delillerin daha işin başında belirlenerek toplanmasının tahkikatın etkin bir şekilde yapılmasını amaçladığı, yargılamanın etkin ve makul bir süre içinde bitirilmesi için delil gösterilmesi dilekçelerin teatisi (dava, cevap, cevaba cevap ve ikinci cevap) aşamasına, toplanması da en geç ön inceleme duruşmasına hasredildiği, delil bildirme süresi içinde usulünce bildirilen delil ya da delillerin sunulması/toplanmasının 6100 sayılı Kanun’un 145. maddesi ile ilgili olmayıp 140/5. fıkrası ile ilgili olduğu, eldeki davada basit yargılama usulü uygulandığı, Yargıtay tarafından değişik zamanlarda verilen kararların da verilen ilk karar doğrultusunda olduğu, bu yönüyle bozma kararıyla çelişkili olduğu (Yargıtay 22. HD., 2017/20153 Esas, 2019/4472 Karar; Yargıtay 9. HD., 2015/3801 Esas, 2015//11326 Karar), somut olayda taraflarca getirme ilkesinin, dürüst davranma ilkesinin ve usul ekonomisi ilkesinin hakim olduğu özel hukuk yargılamasında davalının cevap dilekçesinde belirttiği deliller arasında sayılmayan, davalının elinde olmasına rağmen süresinde sunulmayan, gönderme kararı neticesinde alınan ek rapor sonrası, rapora itiraz dilekçesi ekinde sunulan delilin detaylı şekilde açıklandığı üzere 6100 sayılı Kanun’un 145. maddesi anlamında "yeni" delil olarak nitelendirilemeyeceği, gelinen aşamada delil sunulmasının 6100 sayılı Kanun’un 145. maddesinin 1. cümlesi ile 318. maddesindeki emredici düzenlemelere aykırı olduğu gerekçesiyle verdiği direnme kararı çoğunluk görüşü ile kabul edilmiştir.
3. Belirtmek gerekir ki kural olarak, yargılama aşamasında dayanılıp sunulmayan deliller, temyiz veya karar düzeltme aşamasında sunulamazlar; sunulmuş olsalar bile, bu aşamalardaki incelemeler sırasında dikkate alınamazlar. Bu kuralın tek istisnası, dayanılıp sunulan delillin, o davaya konu borcu sona erdiren bir nitelik taşıması; örneğin, davaya konu borcun ödenmiş olduğunu gösteren makbuz, ibraname gibi bir belge olmasıdır.
4. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (Mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 188.) 114. maddesinde, “Hâkimin re’sen nazarı dikkate alması kanunen iktiza eden hususlar” deyimi ile dava şartlarının kastedildiği ve bu nedenle dava şartlarının mahkemece kendiliğinden gözetileceği hususu öğretide de kabul edilmektedir. Bu noktada, dava hakkının bir anlamda dava şartı olduğu da dikkate alınmalıdır. Dava hakkının varlığı ya da yokluğunun incelenmesi, doğrudan hâkime verilmiş ödevlerden olması karşısında, önceden ileri sürülmemiş olsa bile temyiz aşamasında dava şartının var olup olmadığını kendiliğinden gözetilmemesinde bir usuli engel bulunmamaktadır. Davanın hukuksal niteliği ve somut olayın özelliği gereği davalı, temyiz aşamasında dava konusu borcu sona erdiren nitelikte bir belge vermişse, bu belge üzerinde gerekli inceleme yapılmak suretiyle bir karar verilmesi gerekir. Diğer bir anlatımla yargılama aşamasında, borcu itfa eden belge değerlendirilmeye alınmalıdır. Temyiz aşamasında sunulan ve borcu sona erdiren bir belgenin varlığı karşısında savunmanın genişletilmesi yasağından söz edilemeyeceğinin (HMK 140, mülga HUMK. Md. 202) kabulü zorunludur (Y. HGK 27.02.2012 gün ve 2012/9-842 Esas, 2013/291 Karar, Y. HGK. 03.05.2017 gün ve 2017/7-2097 Esas, 2017/894 Karar ).
5. Yargıtay 9. Hukuk ve 22. Hukuk Daireleri, Hukuk Genel Kurulu’nun anılan içtihadı uyarınca, iş uyuşmazlıklarında istikrarlı olarak ödeme belgelerinin borcu sona erdirmeleri nedeni ile yargılamanın her aşamasında dikkate alınması gerektiğini içtihat etmektedirler (Y. 9. H.D. 28.02.2018 gün ve 2017/1609 Esas, 2018/4512 Karar, Y. 22. H.D. 15.01.2018 gün ve 2017/9510 Esas, 2018/90 Karar).
6. Diğer taraftan delil olarak imzasızda olsa ücret bordrolarına dayanılmış, ödeme yapıldığı savunulmuş ise ücret bordroları, ödeme belgeleri ve varsa banka kayıtları getirtilerek ödeme yapılıp yapılmadığı belirlenmeli, ödeme yapıldığının tespiti hâlinde ödenen miktarlar yapılan hesaplamadan mahsup edilmelidir (Y. HGK 01.10.2019 gün ve 2018/480 Esas, 2019/975 Karar). Zira ücret, fazla mesai ücreti ve diğer ek ödemelerin iş hukukunda bordroya bağlanması, bordronun imzalı olması, ödeme olgusunu tek başına gösteren bir olgu değildir.
7. 4857 sayılı İş Kanunu'nun 32. maddesine göre "Ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkak kural olarak, Türk parası ile işyerinde veya özel olarak açılan bir banka hesabına ödenir. Çalıştırdığı işçilerin ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkakını özel olarak açılan banka hesapları vasıtasıyla ödeme zorunluluğuna tâbi tutulan işverenler veya üçüncü kişiler, işçilerinin ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkaklarını özel olarak açılan banka hesapları dışında ödeyemezler. Nitekim bu maddeye dayanılarak çıkarılan Ücret, Prim, İkramiye ve Bu Nitelikteki Her Türlü İstihkakın Bankalar Aracılığıyla Ödenmesine Dair Yönetmeliğin 10. maddesine göre "İşyerleri ve işletmelerinde İş Kanunu hükümlerinin uygulandığı işverenler ile üçüncü kişiler, Türkiye genelinde çalıştırdıkları işçi sayısının en az beş olması hâlinde, çalıştırdıkları işçiye o ay içinde yapacakları her türlü ödemenin kanunî kesintiler düşüldükten sonra kalan net tutarını, bankalar aracılığıyla ödemekle yükümlüdürler".
8. Somut uyuşmazlıkta davalı işveren savunmasında, fazla mesai ücretinin ücret içinde kararlaştırıldığını savunduktan sonra, dosya Bölge Adliye Mahkemesi tarafından gönderildikten sonra alınan bilirkişi raporu üzerine, fazla mesai ücretinin elden ödendiğine dair imzalı bordro tahakkukları sunarak, fazla mesai ücretinin elden ödendiğini savunmuş ve ödeme olgusuna dayanmıştır. İşyerinde işçi sayısının beşten fazla olduğu anlaşılmaktadır. Fazla mesai ücretlerine ilişkin bordrolardaki ücretin ödendiğine dair makbuz, davacının açık ikrarı ve özellikle banka kaydına dayanılmamıştır. O hâlde bu bordrolar ödeme olgusunu gösteren belge niteliğinde kabul edilemez. Kaldı ki davalı savunmasına fazla mesai ücretinin asıl ücretin içinde olduğu savunması ile sonradan sunduğu fazla mesai bordrosunda fazla mesai ücretinin ayrı ödendiği itirazı ile çelişkiye düşmüştür.
9. Sonuç olarak çoğunluğun ödeme olgusunu içeren ve borcu sona erdiren delillerin süresinde sunulmadığı için dikkate alınamayacağı görüşüne katılınmamıştır. Ancak davalı işveren sunduğu tahakkuk içeren fazla mesai ücreti bordroları tek başına ödeme olgusu ve borcu sona erdiren niteliği bulunmamaktadır. Direnmenin bu gerekçe ile onaması gerektiği düşüncesinde olduğumdan, karşı onama gerekçesi yazılmıştır.