Hukuk Genel Kurulu’nun 2023/970 E., 2025/118 K. sayılı kararı

A

Admin

Yönetici
Yönetici
T.C.

Yargıtay

Hukuk Genel Kurulu

2023/970 E., 2025/118 K.

"İçtihat Metni"



MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

SAYISI : 2023/66 E., 2023/135 K.


ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 25.10.2022 tarihli ve

2021/10364 Esas, 2022/13014 Karar sayılı BOZMA kararı


Taraflar arasındaki tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Kararın davalılar vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalılar vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davalılar vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:


I. DAVA

Davacılar vekili; müvekkillerinin murisi ...’nin yarbay rütbesi ile emekli olduktan sonra davalılara ait Tuzla’daki işyerinde çalışmaya başladığını, kısa bir süre sonra Türkmenistan’a gönderildiğini, Türkmenistan'da eğitim koordinatörü olarak çalışmakta iken davalılar tarafından tutulan evde konakladığı sırada 04.01.2013 tarihinde meydana gelen gaz kaçağı sonucunda vefat ettiğini, iş kazasının meydana gelmesinde davalıların kusurlu olduğunu ileri sürerek müteveffanın eşi ... ve kızı ... için ayrı ayrı 2.500’er TL maddi ve 100.000’er TL manevi tazminatın davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiş, 17.09.2020 tarihli talep artırım dilekçesi ile maddi tazminat talebini ... için 547.586,90 TL’ye, ... için ise 113.161,17 TL’ye yükseltmiştir.

II. CEVAP

Davalılar vekili; müteveffanın müvekkili şirketin Türkmenistan’daki ... Tersanesi şantiyesinde eğitim koordinatörü olarak görev yaptığını, müvekkil şirketin temin ettiği yerde kalmayıp kendisine ev kiraladığını, evin kirasının müteveffa tarafından ödendiğini, müteveffanın vefatına sebep olan olayın kendisinin tuttuğu evde meydana gelmesi sebebiyle iş kazası sayılamayacağını, olayda müvekkili şirketlerin hiçbir kusurunun bulunmadığını, tazminat isteme koşullarının oluşmadığını, talep edilen manevi tazminatın fahiş olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 12.10.2020 tarihli ve 2016/486 Esas, 2020/510 Karar sayılı kararı ile; iş kazası tespitine yönelik açılan İstanbul Anadolu 21. İş Mahkemesinin 2015/300 Esas 2016/489 Karar sayılı dosyasında 06.10.2015 tarihli Sosyal Güvenlik Kurumu inceleme raporu ile olayın 5510 sayılı Kanun'un 13/1-c maddesi uyarınca iş kazası olduğu tespit edildiğinden davanın konusuz kalması sebebiyle esas hakkında hüküm kurulmasına yer olmadığına ilişkin verilen kararın Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesinin 26.04.2018 tarihli ve 2016/19332 Esas, 2018/4388 Karar sayılı ilâmı ile onanarak kesinleştiği, müteveffanın davalılarca proje kapsamında Türkmenistan'da görevlendirildiği, yurt dışı iş sözleşmesinin 14. maddesi uyarınca müteveffanın tek başına Türkmenistan'da ev kiralamasının işverenden bağımsız olarak değerlendirilemeyeceği, kira sözleşmesinde müteveffanın isim ve imzasının bulunmasının barınma masraflarının ve sorumluluğunun müteveffada olduğuna dair tek başına delil oluşturmayacağı, 31.05.2019 tarihli bilirkişi kurulu raporunda iş kazası olayında kaçınılmazlık durumunun söz konusu olmadığı, davalı şirketlerin müştereken ve müteselsilen %80, müteveffanın %20 oranında kusurlu olduğunun tespit edildiği, yargılama sırasında alınan denetime elverişli hesap ve ek hesap raporları doğrultusunda davacılar vekilince maddi tazminata yönelik talep arttırımı yapıldığı, davacıların sosyal ve ekonomik durumu da gözetilerek manevi tazminata hükmedildiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 23.06.2021 tarihli ve 2020/2559 Esas, 2021/1115 Karar sayılı kararı ile; İlk Derece Mahkemesi kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle davalılar vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;

"...Somut olayda, Sosyal Güvenlik Kurumu ve adi ortaklığı oluşturan davalı şirketlere karşı yöneltilen husumetle açılan iş kazasının varlığının tespitine yönelik davanın yargılama aşamasında Kurum’un iş kazasının varlığını kabul eden inceleme(tahkikat) raporuna istinaden ve Kurum kabulü gözetilerek İstanbul Anadolu 21. İş Mahkemesi’nin 25/05/2016 tarih ve 2015/300 Esas, 2016/489 Karar sayılı kararı ile davanın konusuz kaldığından bahisle esas hakkında hüküm kurulmasına yer olmadığına karar verilmiş, anılan kararın o dosyanın davalısı Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından temyiz edilmesi üzerine ilk derece mahkemesi kararı Yargıtay (kapatılan) 21. Hukuk Dairesi’nin 26/04/2018 tarih ve 2016/19332 Esas, 2018/4388 Karar sayılı kararı ile onanmıştır. Davanın konusuz kaldığına dair anılan karar davacı hak sahipleri ve Sosyal Güvenlik Kurumu arasında iş kazasının varlığı ve sübutu noktasında kesin hüküm teşkil eder ise de diğer davalı şirketler yönünden iş kazasının varlığı ya da yokluğuna ilişkin koşullar araştırılıp irdelenmediği, bu yönde davalı şirketlere yönelik olarak bir karar da tesis edilmediği için işverenlikler yönünden zararlandırıcı olayın bir iş kazası olduğunun kesin olarak tespit edildiğinden söz edilemeyecektir. Öncelikle konusuz kalan önceki davanın, sadece davalı işveren şirketler yönünden iş kazası koşullarının tetkiki, giderek olayın 5510 sayılı Yasanın 13. maddesinin birinci fıkrası kapsamında işveren şirketler yönünden de iş kazası olup olmadığının tespiti noktasında, yine aynı davalılara karşı yeniden açılması ve Kurum’un da şekli anlamda zorunlu dava arkadaşı olarak açılacak davada yer alması sağlanıp, açılacak davanın temyiz incelemesine konu eldeki dava dosyası için bekletici mesele yapılarak sonucuna göre ve davacı tarafça eldeki dava dosyası yönünden kanun yoluna başvurulmadığı dikkate alındığında oluşan diğer usuli kazanılmış haklarla birlikte, yeniden hesap raporu alınmasının gerekli olması halinde bilinen dönemin değiştirilmemesi, bilinen dönem başlangıç ve bitiş tarihlerinin aynen hükme esas bilirkişi hesap raprorundaki tarihler olarak kabul edilmesi gerektiği gözetilerek karar verilmesi gerekir.

Mahkemece, yukarıda belirtilen hukuki ve maddi olgular göz önünde bulundurulmaksızın eksik inceleme ve araştırma sonucu yazılı şekilde karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir...." gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki gerekçeye ilaveten iş kazası tespiti davasının tarafları ile eldeki davanın taraflarının aynı olduğu, iş kazası tespiti davasında verilen karara karşı davalı taraflarca kanun yoluna başvurulmadığı gibi davalı Sosyal Güvenlik Kurumu vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile kararın kesinleştiği, bu itibarla davaya konu olayın iş kazası olduğuna ilişkin tespitin de tüm davalılar yönünden kesinleştiği ve tüm davalılar hakkında hüküm doğurduğu gerekçesi ile önceki gerekçe de tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Direnme kararına karşı süresi içinde davalılar vekillerince temyiz isteminde bulunulmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davalılar vekili, iş kazası tespiti davası açılması için davacılara süre verilmemesi ve açılacak davanın bu dava bakımından bekletici mesele yapılmamasının hatalı olduğunu, kazanın müteveffanın yaşadığı evde özel yaşam alanında, "işyeri" olarak nitelendirilemeyecek bir yerde meydana geldiğini, bu nedenle iş kazası olarak kabul edilemeyeceğini, müteveffanın iş ile illiyet bağı bulunmayan bir sebeple vefat ettiğini, müteveffanın kaldığı evin kirasının kendisi tarafından karşılandığını, yurt dışı iş sözleşmesi hükmünden yola çıkılarak yapılan tespitin hatalı olduğunu, sunulan uzman görüşünde illiyet bağının kesildiğinin ve Kurum raporu ile de müteveffanın %100 kusurlu olduğunun tespit edildiğini, hesap raporunun da hatalı olduğunu belirterek direnme kararının bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacılar tarafından dava dışı Sosyal Güvenlik Kurumu ve davalı şirketlere karşı açılan iş kazasının tespitine yönelik davanın yargılama aşamasında davalı Kurumun olayı iş kazası kabul etmesi nedeniyle İlk Derece Mahkemesince konusu kalmayan davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına ilişkin verilen kararın diğer davalılar tarafından temyiz edilmeyip sadece davalı Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesi tarafından onandığı gözetildiğinde, davaya konu olayın iş kazası olduğuna ilişkin tespitin davacı hak sahipleri ve Sosyal Güvenlik Kurumu arasında iş kazasının varlığı noktasında mı yoksa tüm taraflar yönünden mi kesin hüküm teşkil edeceği; buradan varılacak sonuca göre davalılara karşı yeniden iş kazası tespiti davası açılması ve Sosyal Güvenlik Kurumunun da şekli anlamda zorunlu dava arkadaşı olarak açılacak davada yer alması sağlanarak açılacak davanın eldeki iş kazasından kaynaklanan maddi-manevi tazminat istemli davada bekletici mesele yapılarak sonucuna göre Özel Daire bozma kararında belirtilen usuli kazanılmış haklar da gözetilmek suretiyle karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

1. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun (5510 sayılı Kanun) 13. maddesi.

2. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 303. maddesi.

2. Değerlendirme

1. Öncelikle uyuşmazlık konusu ile ilgili yasal düzenlemelere kısaca değinilmelidir.

2. İş kazası, sigortalının işyerinde iş dolayısıyla ya da işverence yürütülmekte olan işyeri dışındaki çalışması sırasında ortaya çıkan, sigortalının hemen ya da sonradan sakatlığına neden olan olay olarak tanımlanabilir (Türk Hukuk Lûgatı, Cilt I, Ankara 2021, s.605).

3. Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 13. maddesine göre iş kazası;

"a) Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada,

b) İşveren tarafından yürütülmekte olan iş nedeniyle sigortalı kendi adına ve hesabına bağımsız çalışıyorsa yürütmekte olduğu iş nedeniyle,

c) Bir işverene bağlı olarak çalışan sigortalının, görevli olarak iş yeri dışında başka bir yere gönderilmesi nedeniyle asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda,

d) Bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamındaki emziren kadın sigortalının, iş mevzuatı gereğince çocuğuna süt vermek için ayrılan zamanlarda,

e)Sigortalıların, işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidiş gelişi sırasında, meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedenen ya da ruhen özüre uğratan olaydır." şeklinde tanımlanmıştır.

4. Açıklanan bu madde hükmüne göre iş kazası, maddede sayılı olarak belirtilmiş hâl ve durumlardan herhangi birinde meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedence veya ruhça arızaya uğratan olaydır.

5. Gerek uygulama ve gerek öğretide açıkça kabul edildiği ve madde metninden de anlaşıldığı üzere bu hâllerden birine girmeyen olay iş kazası sayılamaz. Ancak maddede sayılan bu hâllerin birlikte gerçekleşme koşulu bulunmayıp herhangi birinin gerçekleşmiş olması gerekli ve yeterlidir.

6. Başka bir deyişle iş kazası hukuksal nitelikte bir olay olup bu olayın yukarıda açıklanan yasa maddesinde sınırlandırılan ve belirtilen hâllerden herhangi birinin oluşmasıyla ortaya çıkması gerekir.

7. İş kazası nedeniyle sosyal sigorta yardımlarının yapılabilmesi öncelikle Kurumun zararlandırıcı sigorta olayının iş kazası olduğunu kabul etmesine bağlıdır. İş kazası olgusu Kurumca kabul edilmezse sigortalının ya da hak sahiplerinin olayın iş kazası olduğunu dava yolu ile tespit ettirmesi gerekmektedir.

8. Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, olay tarihinde yürürlükte bulunan 5510 sayılı Kanun'un 13. maddesinde iş kazası düzenlenmiş olup meydana gelen bir olayın iş kazası olup olmadığı sigortalıya iş kazası sigorta kolundan yapılacak sigorta yardımları ile meslekte kazanma gücünü %10 veya daha fazla kaybetmesi koşuluna bağlı olarak kendisine; ölümü hâlinde hak sahiplerine gelir bağlanması noktasında ana unsuru teşkil etmektedir. Öte yandan Kurumca sigortalıya veya ölümü hâlinde hak sahiplerine yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri toplamının sigortalı veya hak sahiplerinin işverenden isteyebilecekleri tutarlarla sınırlı olmak üzere işverenden rücuan tahsili 5510 sayılı Kanun'un 21. vd. maddelerinde hüküm altına alınmıştır.

9. Görüldüğü üzere meydana gelen bir olayın iş kazası olup olmadığı sigortalıya iş kazası sigorta kolundan yapılacak sigorta yardımları ile meslekte kazanma gücünü %10 veya daha fazla kaybetmesi koşuluna bağlı olarak kendisine; ölümü hâlinde hak sahiplerine gelir bağlanması noktasında ana unsuru teşkil etmektedir.

10. Bu kapsamda olmak üzere 5510 sayılı Kanun'un 13. maddesi ile Kuruma iş kazasını soruşturma yetkisi verilmiş olup anılan hükme göre Kuruma bildirilen olayın iş kazası sayılıp sayılmayacağı hakkında bir karara varılabilmesi için gerektiğinde Kurumun denetim ve kontrol ile yetkilendirilen memurları tarafından veya Bakanlık iş müfettişleri vasıtasıyla soruşturma yapılabilir. Kurum tarafından iş kazası olarak kabul edilmeyen bir olayın sigortalı tarafından iş kazası olduğunun ileri sürülmesi durumunda bu konuda tespit davası açılması gerekmektedir. Bu tür bir davada mahkemece verilecek hüküm gerek sigortalının (ölmüş ise hak sahiplerinin) gerekse Kurumun ve işverenin hak alanını doğrudan etkileyecektir. Zira mahkemece olayın iş kazası olduğunun tespiti durumunda sigortalıya (veya hak sahiplerine) sigorta yardımları yapılması ve gelir bağlanması söz konusu olabilecektir. Daha sonra Kurum yaptığı masrafları olayda kusuru olan işverenden veya üçüncü kişiden talep edebilecektir. Bu itibarla sigortalının (veya hak sahiplerinin) açacağı iş kazasının tespitine ilişkin davada işveren ile Kurum arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunduğu açıktır.

11. Mahkemece yargılama sonucunda, olayın iş kazası olduğunun veya olmadığının tespitine karar verilecektir. Böylece sigortalı, işveren ve Kurum arasındaki sigorta ilişkisinden kaynaklanan durum üç taraf içinde kesin hüküm teşkil edecek şekilde belirlenmiş olacaktır. Olayın, işveren açısından ayrı, Kurum açısından ayrı olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp iş kazası olup olmadığının her iki davalı yönünden bir bütün olarak değerlendirilip tespit edilmesi gerekmektedir.

12. Medeni usul anlamında dava, kişinin özel hukuka ilişkin bir uyuşmazlık hakkında mahkeme aracılığıyla kesin hüküm teşkil edecek şekilde hukukî himaye talep etmesidir. Davacı ve davalı olmak üzere iki taraf sistemine göre kurulmuş olan davada, ihtiyari ya da mecburi dava arkadaşlığı dolayısıyla birden çok gerçek ya da tüzel kişi bir araya gelebilir. Kanun koyucu, taraf çokluğu olarak da adlandırılan bu durumları, yani birden fazla kişinin dava açması veya davanın birden fazla kişi aleyhine açılmasını, somut olayın özelliğine ve talebin niteliğine göre basitlik, ucuzluk ve yargılamanın makul sürede tamamlanması şeklindeki üç ana unsuru içinde barındıran usul ekonomisi ilkesi gereği bazen yargılamanın daha kolay yürütülmesi, çelişkili kararların ortaya çıkmasının engellenmesi için kabul etmiş, bazen de bu durumu dava konusu üzerinde tasarruf etme yetkisinin birden fazla kişiye ait olmasından ya da maddi hukuktan kaynaklanan nedenlerden ötürü zorunlu tutmuştur.

13. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 303. maddesi maddi anlamda kesin hükmün tanımını yapmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasına göre "Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir."

14. Bu hükümden yola çıkıldığında denebilir ki, kesin hükmün ilk koşulu her iki davanın taraflarının aynı kişiler olması, ikinci koşulu müddeabihin aynılığı, üçüncü koşulu ise dava sebebinin aynı olmasıdır.

15. Açılan dava üzerine mahkemece tarafların talepleri hakkında olumlu ya da olumsuz bir karar verilmesi gerekir. Mahkeme talep hakkında herhangi bir karar vermemiş ise o talep hakkında bir hüküm, dolayısıyla bir kesin hüküm de ortaya çıkmayacaktır. Mahkemece, olumlu veya olumsuz olarak karara bağlanmamış bir iddia, yeni bir dava konusu yapılabileceğinden kesin hükmün varlığından söz etme imkânı da bulunmamaktadır.


16. Kesin hükmün amacı kişiler arasındaki uyuşmazlıkların hem kesinleşme anı hem de gelecek için çözümlenmesidir. Bu amacın gerçekleşmesinde, hem davanın taraflarının hem Devletin hem de toplumun yararı vardır. Çünkü kişiler aralarındaki uyuşmazlığın kesin bir biçimde sonuçlanması için dava sırasında bütün olanaklarını kullanırlar ve dava sonucunda verilecek kararla artık bu uyuşmazlığın sona ermesini isterler. Bunda Devletin de yararı vardır. Çünkü Devlet mahkemelerin sınırsız bir biçimde aynı uyuşmazlık ile tekrar tekrar meşgul edilmesini istemez (Ramazan Arslan, Ejder Yılmaz, Sema Taşpınar Ayvaz, Medeni Usul Hukuku, Ankara 2016, s. 664 ).

17. Bir mahkeme kararına karşı başvurulabilecek kanun yolunun hiç olmaması veya mevcut olan kanun yollarının tüketilmesi ya da süresinde kanun yollarına başvurulmaması hâllerinde şekli anlamda kesinlik gerçekleşir.

18. Bir mahkeme kararına karşı kanun yollarına başvurunun çeşitli şartları vardır. Verildiği anda kesin olan kararlar, özellikle kanun yollarının kapalı olduğu kanunlarda gösterilen kararlar ile belirli bir parasal tutarın altında kalan kararlardır. Kanun yoluna başvuru süresinin kaçırılması, bir diğer ifade ile bu süre içinde kanun yoluna gidilmemesi hâlinde de karar şekli anlamda kesinleşir. Bundan sonra (olağanüstü kanun yolları hariç) bu kararlara karşı kanun yoluna gidilemez. Kanun yollarının tüketilmesi ile kanun yollarına hiç başvurulmaması hâlinde bu sonuç değişmemektedir. Bu kural mahkeme kararlarına kesinlik, hukuki gerçeklik ve mutlak bir saygınlık sağlanması amacıyla getirilmiştir (Fabreguettes, M.P., Adalet Mantığı ve Hüküm Verme Sanatı, Ankara 1945, s.63; Çenberci Mustafa, Hukuk Davalarında Kesin Hüküm –Muhkem Kaziye–, Ankara 1965, s.13).

19. Nitekim mahkeme kararını temyiz etmeyen taraf, kararı bu hâliyle benimsemiş demektir. Kararın temyiz edilmeyerek şekli anlamda kesin hükme dönüşmesi hâlinde karar lehine olan için usuli müktesep hak oluştururken, karar aleyhine olan kimse için de bir katlanma yükümlülüğü meydana getirir.

20. Gelinen noktada hukuki güvenlik ilkesine değinilmelidir.

21. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin 1. fıkrasında, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”. Anayasa'nın 138. maddesinin 4. fıkrasında ise "Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” hükümleri bulunmaktadır.

22. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmında ise “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.” düzenlemesi yer almaktadır.

23. Nitekim Anayasa Mahkemesinin 11.09.2014 tarihli ve 29116 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 26.06.2014 tarihli ve 2013/1752 Başvuru numaralı kararında "... Anayasa'nın 36. maddesinde ifade edilen hak arama özgürlüğü, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biri olmakla birlikte aynı zamanda toplumsal barışı güçlendiren, bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme, haksızlığı önleme uğraşının da aracıdır. Hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, sadece yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunmada bulunma hakkını değil, yargılama sonunda hakkı olanı elde etmeyi de kapsayan bir haktır…" şeklinde adil yargılanma hakkının unsurlarına ve içeriğine ilişkin açıklamalar yapılmıştır.

24. Anayasa Mahkemesi bu kararında ve başkaca bir çok kararında hukuki güvenlik ilkesi nin hukuk devletinin unsurlarından biri olduğunu kabul etmiştir. Yüksek Mahkemeye göre hukuk devletinde hukuk güvenliğini sağlayan bir düzenin kurulması asıldır. Hukuki güvenlik ilkesi gereğince devletin, vatandaşların mevcut kanunlara olan güvenine saygılı davranması, bu güveni boşa çıkaracak uygulamalardan kaçınması gerekir.

25. Başka bir anlatımla hukuk devletinin hukuki güvenlik ilkesi, herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve davranışlarını buna göre güvenle düzenleyebilmesi anlamına gelir. Kişilerin davranışlarını düzenleyen kurallar onlara güven sağlamalıdır. Bu güvenin sağlanabilmesi, her şeyden önce, devletin kendi koyduğu hukuk kurallarına kendisinin de uymasına bağlıdır. Kanunları uygulama durumunda bulunanların da, başta mahkemeler olmak üzere bu ilke ile bağlı olduğu da açıktır.

26. Somut olayda davacılar murisi ...'nin davalı şirketlerin oluşturduğu adi ortaklık nezdinde Türkmenistan'da bulunan şantiyede eğitim koordinatörü olarak çalıştığı, 04.01.2013 tarihinde kaldığı evde gaz zehirlenmesi sebebiyle vefat etmesi sonrası davacılar tarafından dava dışı Sosyal Güvenlik Kurumu ve davalı şirketlere karşı 30.03.2015 tarihinde açılan iş kazası tespitine yönelik davanın yargılama aşamasında Kurumun 06.10.2015 tarihli ve 93248/6/İR/6 sayılı inceleme raporu ile olayın 5510 sayılı Kanun'un 13/1-c maddesi uyarınca iş kazası olduğu yönünde yapılan tespit üzerine İstanbul Anadolu 21. İş Mahkemesinin 25.05.2016 tarihli ve 2015/300 Esas, 2016/489 Karar sayılı kararı ile Kurum inceleme raporunda olayın iş kazası olduğu tespit edildiğinden davanın konusuz kalması sebebiyle esas hakkında hüküm kurulmasına yer olmadığına karar verildiği, verilen kararın sadece davalı Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesi tarafından 26.04.2018 tarihli 2016/19332 Esas, 2018/4388 Karar sayılı ilâmı ile onandığı, 12.07.2016 tarihinde ise eldeki iş kazasından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat davasının açıldığı anlaşılmaktadır.

27. Yukarıda yer verilen mevzuat hükümleri ile yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacılar tarafından dava dışı Sosyal Güvenlik Kurumu ile davalı şirketlere karşı açılan iş kazası tespiti davasında Kurum tarafından olayın iş kazası olarak kabul edildiği gerekçesiyle davanın konusuz kalması sebebiyle esas hakkında hüküm kurulmasına yer olmadığına karar verilmiş ve bu karar sadece davalı Kurumun temyizi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesince temyiz itirazlarının reddi ile onanarak kesinleşmiş ise de, sözü edilen davada davalı şirketler yönünden de iş kazasının varlığı ya da yokluğuna ilişkin koşullar araştırılıp irdelenerek davalı şirketlere yönelik bir karar tesis edilmediğinden kesin hükmün varlığından söz etmek mümkün olmamakla birlikte Kurum tarafından yapılan inceleme sonucu olayın iş kazası olduğuna ilişkin tespit doğrultusunda Mahkemece verilen davanın konusuz kalması nedeniyle esas hakkında hüküm kurulmasına yer olmadığına ilişkin karar davalı şirketlerce temyiz edilmeyerek benimsenmiş olduğundan bu kararın davalı şirketler yönünden bağlayıcı olduğunun kabulü gerekmektedir. Hukuki güvenlik ilkesi de bu sonuca varmayı zorunlu kılmaktadır.

28. Hâl böyle olunca direnme kararı bu değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı usul ve yasaya uygundur.

29. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında; Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından düzenlenen raporların Kurum dahil bağlayıcılığının olmadığı, davanın konusuz kaldığına dair anılan kararın davacı hak sahipleri ile Sosyal Güvenlik Kurumu arasında iş kazasının varlığı ve sübutu noktasında kesin hüküm teşkil edeceği, davalı işverenler yönünden kesin bir tespit yapılmadığı, kesin hükümden söz edebilmek için o davanın esası hakkında taraf menfaatinin kalmaması gerektiği, Özel Daire bozma kararının yerinde olduğu, bu nedenle direnme kararının bozulması gerektiği ileri sürülmüş ise de Kurul çoğunluğu tarafından bu görüş benimsenmemiştir.


30. Ne var ki, Özel Dairece bozma nedenine göre davalılar vekilinin sair temyiz itirazları incelenmediğinden bu yönde inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.



VII. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Direnme değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı uygun bulunduğundan davalılar vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,


12.03.2025 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.
 
Geri
Üst