A
Admin
Yönetici
Yönetici
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2023/625 E., 2024/369 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi
SAYISI : 2022/2567 E., 2022/2646 K.
KARAR : Davanın reddine
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 12.05.2022 tarihli ve
2021/7257 Esas, 2022/4473 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki kullanım kadastrosuna itiraz davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İstanbul Anadolu 3. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak davanın reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı; İstanbul ili, Sancaktepe (Samandıra) ilçesi, Veysel Karani Mahallesi 102 ada, 7 parselde kayıtlı yaklaşık 135 metrekare taşınmazı 1994 yılında satın aldığını, bu tarihten beri vergilerini ödediğini belirterek Hazine adına olan tapu kaydının iptali ile taşınmazın kendisi adına tescilini talep etmiş, yargılama sırasında davacı vekili, taleplerinin orman sınırı dışına çıkarılan taşınmazın beyanlar hanesinde müvekkili adına kullanım şerhinin gösterilmesi yönünde olduğunu açıklamıştır.
II. CEVAP
Davalı vekili; 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun Ek 4 üncü maddesine göre 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 2/B maddesi kapsamında orman sınırı dışına çıkarılan yerlerin fiili kullanım durumunun beyanlar hanesinde gösterilebilmesi için kişinin taşınmazda tasarrufta bulunur, işgal eder yahut en azından sıkıca sahiplenir nitelikte fiili kullanımının bulunması gerektiğini, davacının bu koşulu sağlamaması nedeniyle davanın haksız ve mesnetsiz olduğunu belirterek reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
1. İlk Derece Mahkemesinin 27.10.2016 tarihli ve 2015/337 Esas, 2016/323 Karar sayılı kararı ile davanın kabulüne karar verilmiş; karara karşı davalı vekilinin istinaf başvurusunda bulunması üzerine Bölge Adliye Mahkemesince 07.03.2017 tarihli, 2017/385 Esas, 2017/379 Karar sayılı kararıyla 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353/1-a-6 ıncı maddesi çerçevesinde eksik inceleme nedeniyle ilk derece kararı kaldırılarak yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın Mahkemeye gönderilmesine karar verilmiştir.
2. İstinaf kararı doğrultusunda yapılan inceleme sonunda Mahkemece 09.01.2020 tarihli ve 2017/169 Esas, 2020/6 Karar sayılı kararla; dava konusu taşınmazın davacı tarafından 01.11.1993 tarihli harici senetle üçüncü kişiden satın alındığı ve dava tarihine kadar davacının tasarrufunda olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne hükmedilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 04.11.2020 tarihli ve 2020/747 Esas, 2020/1686 Karar sayılı kararı ile; kullanım kadastrosu sırasında beyanlar hanesinde kullanıcı olarak ancak kadastro tespiti sırasında çekişmeli taşınmazı ekonomik amacına uygun şekilde fiilen zilyet olarak kullanan kişilerin gösterilebileceği, somut olayda dava konusu taşınmazın kullanım kadastrosunda kullanıcısı bulunmadığı gibi taşınmazın boş arsa olup üzerinde herhangi bir yapı veya muhdesat olmadığının bilirkişi tarafından tespit edildiği, dolayısıyla ekonomik kullanım amacına uygun zilyetlik olgusunun davacı tarafça ispat edilemediği gerekçesi ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak davanın reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; “…Kullanım kadastro çalışmaları sonucunda, İstanbul İli Sancaktepe İlçesi Veysel Karani Mahallesi 102 ada, 7 parselde kayıtlı 106,14 m2 yüzölçümlü taşınmazın beyanlar hanesine, 6831 sayılı Kanun'un 2/B maddesi uyarınca orman sınırları dışına çıkartıldığı şerhi verilerek, bahçe vasfıyla Hazine adına tespit ve tescil edilmiştir.
Davacı vekili dava konusu taşınmazın 1994 yılında satın alındığını kadastro tespiti sırasında kullanıcı şerhi bulunmadan Hazine adına tespit edilmesinin hatalı olduğunu belirterek kadastro işleminin iptali ile müvekkilinin kullanıcı olduğunun tespiti ve tapu kütüğünün beyanlar hanesine tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Mahkemece yapılan yargılama sonunda 01.11.1993 tarihli adi satış senedi ile davacının bu yeri ...isimli kişiden haricen satın aldığı ve dava tarihine kadar tasarrufunda bulunduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş; hükmün, davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak davanın reddine karar verilmiş olup, davacı vekilince Bölge Adliye Mahkemesi karar temyiz edilmiştir.
Dava konusu taşınmazda 21.07.2010 tarihinde düzenlenen kullanım kadastro tutanağında kullanıcı belirlenemediği belirtilmiştir. Davacı askı ilan süresinden sonra Asliye Hukuk Mahkemesinde açmış olduğu davada delil olarak 1993 tarihli satıcının ...alıcının davacı ... olduğu adi yazılı senede dayanmıştır. Senet tanığı ... keşifte dinlenmiş ve senede konu taşınmazın keşif yapılan taşınmaz olduğunu doğusunda bulunan taşınmazın ise kendisine ait olduğunu davacının taşınmazı 1993 veya 1994 yılında satın aldığını beyan etmiştir. Yargılama sırasında Sancaktepe Belediyesi yazı cevabı uyarınca davacı adına 1990-1993,1998-2001 yıllarına ilişkin 130 m2,Veysel Karani Mahallesi Nursi caddesi Kadir Sokak adresine ilişkin arsa vergi beyannamesi ve 2014-2015-2016 yıllarına ilişkin olarak tahakkuk ettirilerek 22.04.2016 tarihinde tahsil edilen vergi makbuzları gönderilmiştir.
Hal böyle olunca, davacının sunduğu adi senede konu taşınmazın dava konusu yer olduğu senet tanığının yer göstermesi ve beyanından anlaşılmış, belediye yazı cevabında ise davacı adına satın alma tarihi olan 1993 yılından günümüze kadar vergi ödeme kayıtları tespit edilmiş ve mahalle içinde kalan dava konusu 106,14 metrekarelik alan üzerinde konteyner bulunduğu da tespit edilmiş olması karşısında davacının davasının kabulü gerekirken reddi doğru olmamıştır…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki karar gerekçesi yanında, keşifte belirlenen ve bozma kararında bahsi geçen konteynerin komşu parseldeki inşaata ait olduğu, davacının harici satış senedi ile emlak vergisi ödemelerinden öte hiçbir kullanım iddiasına dayanmadığı, fiili kullanım şartının emare düzeyinde dahi somutlaştırılarak ispatlanamadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacı vekili; dosya kapsamındaki adi yazılı sözleşme, tanık beyanları, vergi ödemeleri, keşif ve bilirkişi incelemesi ile müvekkilinin fiili kullanımının ispat edildiği, dava konusu taşınmazın çevresinde yapılaşma başladığı hâlde kimsenin taşınmazı kullanmamasının da taşınmazın davacı tarafça sahiplenilip muhafaza edildiğini gösterdiği belirtilerek hükmün bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 2/B maddesi uyarınca orman sınırı dışına çıkarılan ve beyanlar hanesinde kullanıcı şerhi bulunmaksızın Hazine adına tescil edilen taşınmaz yönünden 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun Ek 4 maddesi çerçevesinde kullanım kadastrosuna itiraz davasında davacının kadastronun yapıldığı tarih itibarıyla fiilî kullanımı bulunduğu iddiasını dosya kapsamı itibarıyla ispat edip edemediği, burada varılacak sonuca göre davanın kabulüne karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 6831 sayılı Kanun’un 2/B maddesi.
2. 3402 sayılı Kanun’un Ek 4 maddesi.
2. Değerlendirme
1. 3402 sayılı Kanun’a 15.01.2009 tarihli ve 5831 sayılı Tapu Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 8 inci maddesi ile eklenen Ek 4 üncü maddesinin birinci fıkrasında, 6831 sayılı Kanun'un 20.06.1973 tarihli ve 1744 sayılı Kanun'la değişik 2 nci maddesi ile 23.09.1983 tarihli ve 2896 sayılı, 05.06.1986 tarihli ve 3302 sayılı kanunlarla değişik 2 nci maddesinin (B) bendine göre orman kadastro komisyonlarınca Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerlerin, fiilî kullanım durumları dikkate alınmak ve varsa üzerindeki muhdesatın kime veya kimlere ait olduğu ve kim veya kimler tarafından ne zamandan beri kullanıldığı kadastro tutanağının beyanlar hanesinde gösterilmek suretiyle, bu Kanun'un 11 inci maddesinde belirtilen askı ilanı hariç diğer ilanlar yapılmaksızın öncelikle kadastrosu yapılarak Hazine adına tescil edileceği hükme bağlanmıştır.
2. "Kullanım kadastrosu" olarak isimlendirilen bu çalışmanın amacı, 2/B sahalarını, fiilî kullanım durumlarını dikkate alarak parsellere ayırmak ve bu taşınmazları 2/B alanı olarak Hazine adına tescil ederken, taşınmazlar üzerinde fiilî kullanımı bulunanları ve muhdesatları tespit ederek tapunun beyanlar hanesinde göstermektir. Bu maddeye göre kullanım kadastrosu sırasında beyanlar hanesinde kullanıcı olarak gösterilebilecek kişiler, kadastro tespiti sırasında çekişmeli taşınmazı fiilen kullanan kişilerdir.
3. Kullanım kadastrosu sırasında, hakkında kullanım kadastrosu tespit tutanağı düzenlenen taşınmazların beyanlar hanesinde yer alan ya da alması gereken kullanıcı ve muhdesat şerhlerine ilişkin olarak askı ilan süresi içinde kadastro mahkemesinde, askı ilanından sonra ise genel mahkemelerde kullanım kadastrosuna itiraz davası açılmasının mümkün olduğu hususu tartışmasızdır. Kadastro mahkemelerinde askı ilanı içinde 3402 sayılı Kanun'un Ek 4 üncü maddesi gereğince açılacak davalar kullanıcı şerhine ilişkin olup söz konusu taşınmazın mülkiyeti Hazineye ait olduğundan mülkiyet hakkı bakımından değerlendirme yapılması mümkün değildir.
4. Diğer taraftan 19.04.2012 tarihli ve 6292 sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi İle Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanun (6292 sayılı Kanun) 26.04.2012 tarihli ve 28275 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiş, aynı Kanun'la 17.10.1983 tarihli ve 2924 sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi Hakkında Kanun ile 16.02.1995 tarihli ve 4070 sayılı Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanun yürürlükten kaldırılmıştır.
5. 6292 sayılı Kanun’un 1 inci maddesinde Kanun’un amacı; 31.08.1956 tarihli ve 6831 sayılı Kanun’un 2 nci maddesi gereğince, Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerlerin değerlendirilmesi, yeni orman alanlarının oluşturulması, nakline karar verilen Devlet ormanları içinde veya bitişiğinde bulunan köyler halkının yerleştirilmesi ve orman köylülerinin kalkındırılmasının desteklenmesi ile Hazineye ait tarım arazilerinin satışına ilişkin usul ve esasların belirlenmesi olarak ifade edilmiş, 6831 sayılı Kanun’un 2 nci maddesine göre Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerler ile Hazineye ait tarım arazileri hakkında uygulanacağı açıklanmıştır.
6. Anılan Kanun’un genel gerekçesinde bilim ve fen bakımından orman niteliğini tamamen kaybetmiş ve ormana geri dönüşümü artık mümkün bulunmayan ve özellikle yerleşim alanı olarak işgal edilerek kullanılan bu alanlarda; imar planları yapılamaması yüzünden şehircilik anlayışı ve planlama ilkelerine aykırı oluşmuş çarpık yerleşim alanlarının varlığı nedeniyle düzenli ve planlı kentleşmenin yapılamadığı, oluşan fiilî durum sonrasında bu alanlardaki yerleşim yerlerine götürülmek zorunda kalınan kamu yatırımlarının yapılmasının zorluğu, bu alanların orman sınırları dışına çıkartıldıkları tarihler itibarıyla yaklaşık on ilâ otuz yıldır herhangi bir bedel ödenmeksizin kullanıcılarının tasarrufunda bulunduğu ve bu alanların kullanıcıları tarafından haricen yapılan satışlarla el değiştirdiği, bu yerlere ilişkin olarak Devlet ile vatandaşlar arasında uzun süren hukukî ihtilafların meydana geldiği, Devletin bu yerleri tasarruf edememesi sebebiyle önemli ölçüde gelir kaybının oluştuğu belirtilerek bu alanlarla ilgili fiilî durumun hukuki zemine kavuşturulmasının bir zorunluluk hâline geldiği ifade edilmiştir.
7. 6292 sayılı Kanun’un 6 ncı maddesinde yer alan hüküm ile de; 2/B alanlarında bulunan taşınmazlar hakkında, bu Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten önce düzenlenen veya bu Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten sonra düzenlenecek güncelleme listelerine veya kadastro tutanaklarına ya da kesinleşmiş mahkeme kararlarına göre oluşturulacak tapu kütüklerinin beyanlar hanesine göre taşınmazların 31.12.2011 tarihinden önce veya sonra kullanıcısı ve/veya üzerindeki muhdesatın sahibi olarak gösterilen ve hak sahibi sayılan kişilerin, 6292 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 26.04.2012 tarihinden itibaren idareye başvurmaları sağlanarak bu şekilde hak sahibi kişilerin mağduriyetlerinin önlenmesi ve bu taşınmazların da değerlendirilmelerine imkân sağlanması amaçlanmıştır.
8. Bir diğer anlatımla 3402 sayılı Kanun’un Ek 4 üncü maddesine göre tapu kütüğünün beyanlar hanesinde söz konusu taşınmazın kullanıcısı olarak ve/veya muhdesatın sahibi olarak gösterilen kişilere anılan kanun hükümleri ile taşınmazı satın alma hakkı tanınmıştır. Yani, bu madde taşınmazı öncelikli alım hakkı konusunda kişiye bir şahsi hak tanımakta olup doğrudan doğruya mülkiyet hakkı kazanımı sağlanmamaktadır. Bu nedenle de beyanlar hanesinde kullanıcı olarak gösterilecek kişinin iyi niyetli olup olmadığı, malik sıfatıyla zilyetliğini sürdürüp sürdürmediği, ekonomik amaç ile kullanıp kullanmadığı araştırılması gerekmeksizin kullanım kadastrosunun yapıldığı tarihte 2/B alanında yer alan taşınmazın etrafının tel çit, ağıl, taş duvar ve benzeri yapılarla dış çevreden soyutlanması, taşınmaz zemininin kullanmaktan dolayı yapısal olarak değişmesi, doğal unsurların, çalı, ağaç ve benzerlerinin temizlenmesi, taşlarının ayıklanması, duvar ve benzerleri yapıların yapılması, meyve ağaçları ile ağaçlandırılması, tarla bitkilerinin yetiştirilmesi, düzenli işlenmekten ve imardan dolayı toprak ve zemin yapısının değişmesi, üzerine ev, ahır, kümes ve benzeri yapı yapılması eylemleri sahiplenme arzusu olduğunu göstermekte olup fiilî kullanımın ispatı için yeterlidir.
9. Ayrıca belirtmek gerekir ki; taşınmazların kazandırıcı zamanaşımı zilyetlik yoluyla edinilmelerini düzenleyen 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 713 üncü ve 3402 sayılı Kanun’un 14 üncü maddelerinde mülkiyet kazanımı için aranan davasız (çekişmesiz-nizasız) ve aralıksız (fasılasız) yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulundurma koşulu 3402 sayılı Kanun’un Ek 4 üncü maddesine göre yapılan kullanım kadastrosunda taşınmazı kullanan kişinin tespitinde aranmamaktadır. Zira, kazandırıcı zamanaşımı yoluyla edinimde Kanun zilyet olunmasını ararken kullanım kadastrosunda fiilî kullanımı esas almaktadır.
10. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 12.10.2021 tarih, 2017/(16)8-3106 Esas, 2021/1203 Karar, 28.02.2024 tarih, 2023/8-561 Esas, 2024/125 Karar, 15.05.2024 tarih, 2023/(16)8-562 Esas, 2024/236 Karar ve 29.05.2024 tarih, 2023/8-919 Esas, 2024/304 Karar sayılı kararlarında da aynen benimsenmiştir.
11. Somut olayda; dava konusu taşınmaz 2010 yılındaki kadastro çalışmaları sırasında 6831 sayılı Kanun’un 2/B maddesi çerçevesinde orman sınırı dışarısına çıkarılan yerlerden olduğu belirtilerek fiili kullanıcısı tespit edilmeksizin Hazine adına tespit görmüş, davacı 2015 yılında dava açarak kadastro öncesinde bu yeri satın aldığını ileri sürerek adına kullanıcı şerhi oluşturulmasını talep etmiş, iddiasını ispat için ise 01.11.1993 tarihli satış senedi ve vergi kayıtları ile tanık deliline dayanmıştır. Söz konusu harici satış senedinde satıcı olarak yer alan ...’ın kendisine ait taşınmazın 130 metrekarelik kısmını, bedeli karşılığında davacı ...’e sattığı yazılıdır. Dava dilekçesi ekinde birtakım vergi ödemelerine dayanılması nedeniyle Mahkemece bu husus ilgili belediyeden araştırılmış ve Samandıra Belediyesinden gelen müzekkere cevabı ve ekindeki belgelere göre davacının satıştan hemen sonra söz konusu satış sözleşmesini eklemek suretiyle vergi beyannamesinde bulunduğu, beyannamede dava konusu yere ilişkin olarak “tapusuz” şeklinde açıklama yer aldığı ve davacının bu andan itibaren dava tarihinden sonraki dönem de dâhil olmak üzere tahakkuk eden vergileri ödediği hususu gerek Bölge Adliye Mahkemesi gerekse Özel Daire tarafından kabul edilmiştir. Mahkemece yapılan ilk keşif sırasında sözleşme altında şahit olarak yer alan ... tanık sıfatıyla dinlenmiş ve sözleşmedeki yer ile dava konusu parselin aynı yer olduğunu teyit etmiş, davacı tanığı ... davacının bu yeri satın aldığını, ara ara gelip kontrol ettiğini, hatta yan parseldeki taşınmaz sahibiyle kendisinin arsasına taşma yaptığı için tartıştığını ifade etmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi Mahkemesinin eksik inceleme yönündeki değerlendirmeyle verdiği kaldırma kararı sonrasında Mahkeme bu kez mahalli bilirkişileri ve kadastro tutanağında yer alan kişileri taşınmaz başında dinlemiş, bu tanıklar da satış sözleşmesinin varlığı yönünde davacıyı doğrulamıştır. Gerek ilk gerekse ikinci keşifte yapılan belirlemede taşınmazın etrafının tümüyle yapı ve evlerle dolu olduğu, yerleşim alanı içerisinde kaldığı, arsa olarak boş vaziyette bulunduğu tespit edilmiş, bununla birlikte ikinci keşif anında yan parseldeki inşaatta kullanılmak üzere dava konusu taşınmaza konteynır konulduğu hususu zapta geçmiştir.
12. Tüm bu olgular, yukarıda yapılan açıklamalar ışığında incelendiğinde; kullanım kadastrosuna itiraz davalarında fiili kullanıcı olduğu iddiasında bulunan kişinin samimi sahiplenme arzusu ve fiili kullanımının var olup olmadığının taşınmazın niteliği ve konumuna göre her davaya özgü olarak ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiği, bu çerçevede yapılan incelemede tanıklarca doğrulanmış satış sözleşmesi, yıllarca süren vergi ödemeleri, taşınmazın davacı tarafın kullanımında bulunduğunun çevredeki insanlar tarafından bilinmesi ve bu sebeple üçüncü kişilerin müdahalesine/kullanımına izin verilmemesinin somut olay bakımından yerleşim yeri içerisinde kalmış taşınmaz yönünden davacının kadastro çalışmaları sırasındaki fiili kullanımının varlığını ispata yeterli olduğu anlaşılmaktadır.
13. Nitekim Özel Daire bozma kararında da aynı hususa işaret edilmiştir. Bununla birlikte bozma kararında taşınmazda bulunan konteynerin davacıya ait olduğu yönündeki bir kabule dayalı olarak açıklamada bulunulmuş ise de bahsi geçen geçici yapının yan parseldeki inşaata ait olduğu sabittir. Bu hâlde, sonradan konulmuş ve davacıya ait olmayan konteynerin varlığının fiili kullanım iddiasının dayanağı olarak kabul edilemeyeceği açıktır. Özel Daire bozma gerekçesinden bu yönden ayrılınmakla beraber açıklanan diğer delillerin varlığı davanın kabulüne yeterli olduğundan söz konusu yanılgılı değerlendirmenin sonuca etkisi bulunmadığı kabul edilmiş ve gerekçe bu yönde değiştirilerek kararın bozulması uygun bulunmuştur.
14. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmelerde, kullanıcı şerhi verilmesi yönündeki taleplerde fiili kullanım durumunun mülkiyet kazanımı için kanunun aradığı koşullardan farklı olduğu konusunda tereddüt bulunmamakla beraber, 3402 sayılı Kanun’un Ek 4 üncü maddesi anlamında fiili kullanıcı olma hâlinin taşınmazın kadastro işlemleri sırasındaki durumu, konum ve özelliklerine göre titizlikle değerlendirilmesi gerektiği, somut olayda yalnızca harici satış sözleşmesi ve vergi ödemelerine dayanıldığı, taşınmazın hiçbir şekilde fiilen kullanılmadığı, bu nedenle direnme kararının yerinde olduğu ve onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
15. Hâl böyle olunca direnme kararının yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı bozulması gerekmiştir.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
10.07.2024 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2023/625 E., 2024/369 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi
SAYISI : 2022/2567 E., 2022/2646 K.
KARAR : Davanın reddine
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 12.05.2022 tarihli ve
2021/7257 Esas, 2022/4473 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki kullanım kadastrosuna itiraz davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İstanbul Anadolu 3. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak davanın reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı; İstanbul ili, Sancaktepe (Samandıra) ilçesi, Veysel Karani Mahallesi 102 ada, 7 parselde kayıtlı yaklaşık 135 metrekare taşınmazı 1994 yılında satın aldığını, bu tarihten beri vergilerini ödediğini belirterek Hazine adına olan tapu kaydının iptali ile taşınmazın kendisi adına tescilini talep etmiş, yargılama sırasında davacı vekili, taleplerinin orman sınırı dışına çıkarılan taşınmazın beyanlar hanesinde müvekkili adına kullanım şerhinin gösterilmesi yönünde olduğunu açıklamıştır.
II. CEVAP
Davalı vekili; 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun Ek 4 üncü maddesine göre 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 2/B maddesi kapsamında orman sınırı dışına çıkarılan yerlerin fiili kullanım durumunun beyanlar hanesinde gösterilebilmesi için kişinin taşınmazda tasarrufta bulunur, işgal eder yahut en azından sıkıca sahiplenir nitelikte fiili kullanımının bulunması gerektiğini, davacının bu koşulu sağlamaması nedeniyle davanın haksız ve mesnetsiz olduğunu belirterek reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
1. İlk Derece Mahkemesinin 27.10.2016 tarihli ve 2015/337 Esas, 2016/323 Karar sayılı kararı ile davanın kabulüne karar verilmiş; karara karşı davalı vekilinin istinaf başvurusunda bulunması üzerine Bölge Adliye Mahkemesince 07.03.2017 tarihli, 2017/385 Esas, 2017/379 Karar sayılı kararıyla 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353/1-a-6 ıncı maddesi çerçevesinde eksik inceleme nedeniyle ilk derece kararı kaldırılarak yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın Mahkemeye gönderilmesine karar verilmiştir.
2. İstinaf kararı doğrultusunda yapılan inceleme sonunda Mahkemece 09.01.2020 tarihli ve 2017/169 Esas, 2020/6 Karar sayılı kararla; dava konusu taşınmazın davacı tarafından 01.11.1993 tarihli harici senetle üçüncü kişiden satın alındığı ve dava tarihine kadar davacının tasarrufunda olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne hükmedilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 04.11.2020 tarihli ve 2020/747 Esas, 2020/1686 Karar sayılı kararı ile; kullanım kadastrosu sırasında beyanlar hanesinde kullanıcı olarak ancak kadastro tespiti sırasında çekişmeli taşınmazı ekonomik amacına uygun şekilde fiilen zilyet olarak kullanan kişilerin gösterilebileceği, somut olayda dava konusu taşınmazın kullanım kadastrosunda kullanıcısı bulunmadığı gibi taşınmazın boş arsa olup üzerinde herhangi bir yapı veya muhdesat olmadığının bilirkişi tarafından tespit edildiği, dolayısıyla ekonomik kullanım amacına uygun zilyetlik olgusunun davacı tarafça ispat edilemediği gerekçesi ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak davanın reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; “…Kullanım kadastro çalışmaları sonucunda, İstanbul İli Sancaktepe İlçesi Veysel Karani Mahallesi 102 ada, 7 parselde kayıtlı 106,14 m2 yüzölçümlü taşınmazın beyanlar hanesine, 6831 sayılı Kanun'un 2/B maddesi uyarınca orman sınırları dışına çıkartıldığı şerhi verilerek, bahçe vasfıyla Hazine adına tespit ve tescil edilmiştir.
Davacı vekili dava konusu taşınmazın 1994 yılında satın alındığını kadastro tespiti sırasında kullanıcı şerhi bulunmadan Hazine adına tespit edilmesinin hatalı olduğunu belirterek kadastro işleminin iptali ile müvekkilinin kullanıcı olduğunun tespiti ve tapu kütüğünün beyanlar hanesine tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Mahkemece yapılan yargılama sonunda 01.11.1993 tarihli adi satış senedi ile davacının bu yeri ...isimli kişiden haricen satın aldığı ve dava tarihine kadar tasarrufunda bulunduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş; hükmün, davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak davanın reddine karar verilmiş olup, davacı vekilince Bölge Adliye Mahkemesi karar temyiz edilmiştir.
Dava konusu taşınmazda 21.07.2010 tarihinde düzenlenen kullanım kadastro tutanağında kullanıcı belirlenemediği belirtilmiştir. Davacı askı ilan süresinden sonra Asliye Hukuk Mahkemesinde açmış olduğu davada delil olarak 1993 tarihli satıcının ...alıcının davacı ... olduğu adi yazılı senede dayanmıştır. Senet tanığı ... keşifte dinlenmiş ve senede konu taşınmazın keşif yapılan taşınmaz olduğunu doğusunda bulunan taşınmazın ise kendisine ait olduğunu davacının taşınmazı 1993 veya 1994 yılında satın aldığını beyan etmiştir. Yargılama sırasında Sancaktepe Belediyesi yazı cevabı uyarınca davacı adına 1990-1993,1998-2001 yıllarına ilişkin 130 m2,Veysel Karani Mahallesi Nursi caddesi Kadir Sokak adresine ilişkin arsa vergi beyannamesi ve 2014-2015-2016 yıllarına ilişkin olarak tahakkuk ettirilerek 22.04.2016 tarihinde tahsil edilen vergi makbuzları gönderilmiştir.
Hal böyle olunca, davacının sunduğu adi senede konu taşınmazın dava konusu yer olduğu senet tanığının yer göstermesi ve beyanından anlaşılmış, belediye yazı cevabında ise davacı adına satın alma tarihi olan 1993 yılından günümüze kadar vergi ödeme kayıtları tespit edilmiş ve mahalle içinde kalan dava konusu 106,14 metrekarelik alan üzerinde konteyner bulunduğu da tespit edilmiş olması karşısında davacının davasının kabulü gerekirken reddi doğru olmamıştır…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki karar gerekçesi yanında, keşifte belirlenen ve bozma kararında bahsi geçen konteynerin komşu parseldeki inşaata ait olduğu, davacının harici satış senedi ile emlak vergisi ödemelerinden öte hiçbir kullanım iddiasına dayanmadığı, fiili kullanım şartının emare düzeyinde dahi somutlaştırılarak ispatlanamadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacı vekili; dosya kapsamındaki adi yazılı sözleşme, tanık beyanları, vergi ödemeleri, keşif ve bilirkişi incelemesi ile müvekkilinin fiili kullanımının ispat edildiği, dava konusu taşınmazın çevresinde yapılaşma başladığı hâlde kimsenin taşınmazı kullanmamasının da taşınmazın davacı tarafça sahiplenilip muhafaza edildiğini gösterdiği belirtilerek hükmün bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 2/B maddesi uyarınca orman sınırı dışına çıkarılan ve beyanlar hanesinde kullanıcı şerhi bulunmaksızın Hazine adına tescil edilen taşınmaz yönünden 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun Ek 4 maddesi çerçevesinde kullanım kadastrosuna itiraz davasında davacının kadastronun yapıldığı tarih itibarıyla fiilî kullanımı bulunduğu iddiasını dosya kapsamı itibarıyla ispat edip edemediği, burada varılacak sonuca göre davanın kabulüne karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 6831 sayılı Kanun’un 2/B maddesi.
2. 3402 sayılı Kanun’un Ek 4 maddesi.
2. Değerlendirme
1. 3402 sayılı Kanun’a 15.01.2009 tarihli ve 5831 sayılı Tapu Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 8 inci maddesi ile eklenen Ek 4 üncü maddesinin birinci fıkrasında, 6831 sayılı Kanun'un 20.06.1973 tarihli ve 1744 sayılı Kanun'la değişik 2 nci maddesi ile 23.09.1983 tarihli ve 2896 sayılı, 05.06.1986 tarihli ve 3302 sayılı kanunlarla değişik 2 nci maddesinin (B) bendine göre orman kadastro komisyonlarınca Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerlerin, fiilî kullanım durumları dikkate alınmak ve varsa üzerindeki muhdesatın kime veya kimlere ait olduğu ve kim veya kimler tarafından ne zamandan beri kullanıldığı kadastro tutanağının beyanlar hanesinde gösterilmek suretiyle, bu Kanun'un 11 inci maddesinde belirtilen askı ilanı hariç diğer ilanlar yapılmaksızın öncelikle kadastrosu yapılarak Hazine adına tescil edileceği hükme bağlanmıştır.
2. "Kullanım kadastrosu" olarak isimlendirilen bu çalışmanın amacı, 2/B sahalarını, fiilî kullanım durumlarını dikkate alarak parsellere ayırmak ve bu taşınmazları 2/B alanı olarak Hazine adına tescil ederken, taşınmazlar üzerinde fiilî kullanımı bulunanları ve muhdesatları tespit ederek tapunun beyanlar hanesinde göstermektir. Bu maddeye göre kullanım kadastrosu sırasında beyanlar hanesinde kullanıcı olarak gösterilebilecek kişiler, kadastro tespiti sırasında çekişmeli taşınmazı fiilen kullanan kişilerdir.
3. Kullanım kadastrosu sırasında, hakkında kullanım kadastrosu tespit tutanağı düzenlenen taşınmazların beyanlar hanesinde yer alan ya da alması gereken kullanıcı ve muhdesat şerhlerine ilişkin olarak askı ilan süresi içinde kadastro mahkemesinde, askı ilanından sonra ise genel mahkemelerde kullanım kadastrosuna itiraz davası açılmasının mümkün olduğu hususu tartışmasızdır. Kadastro mahkemelerinde askı ilanı içinde 3402 sayılı Kanun'un Ek 4 üncü maddesi gereğince açılacak davalar kullanıcı şerhine ilişkin olup söz konusu taşınmazın mülkiyeti Hazineye ait olduğundan mülkiyet hakkı bakımından değerlendirme yapılması mümkün değildir.
4. Diğer taraftan 19.04.2012 tarihli ve 6292 sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi İle Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanun (6292 sayılı Kanun) 26.04.2012 tarihli ve 28275 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiş, aynı Kanun'la 17.10.1983 tarihli ve 2924 sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi Hakkında Kanun ile 16.02.1995 tarihli ve 4070 sayılı Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanun yürürlükten kaldırılmıştır.
5. 6292 sayılı Kanun’un 1 inci maddesinde Kanun’un amacı; 31.08.1956 tarihli ve 6831 sayılı Kanun’un 2 nci maddesi gereğince, Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerlerin değerlendirilmesi, yeni orman alanlarının oluşturulması, nakline karar verilen Devlet ormanları içinde veya bitişiğinde bulunan köyler halkının yerleştirilmesi ve orman köylülerinin kalkındırılmasının desteklenmesi ile Hazineye ait tarım arazilerinin satışına ilişkin usul ve esasların belirlenmesi olarak ifade edilmiş, 6831 sayılı Kanun’un 2 nci maddesine göre Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerler ile Hazineye ait tarım arazileri hakkında uygulanacağı açıklanmıştır.
6. Anılan Kanun’un genel gerekçesinde bilim ve fen bakımından orman niteliğini tamamen kaybetmiş ve ormana geri dönüşümü artık mümkün bulunmayan ve özellikle yerleşim alanı olarak işgal edilerek kullanılan bu alanlarda; imar planları yapılamaması yüzünden şehircilik anlayışı ve planlama ilkelerine aykırı oluşmuş çarpık yerleşim alanlarının varlığı nedeniyle düzenli ve planlı kentleşmenin yapılamadığı, oluşan fiilî durum sonrasında bu alanlardaki yerleşim yerlerine götürülmek zorunda kalınan kamu yatırımlarının yapılmasının zorluğu, bu alanların orman sınırları dışına çıkartıldıkları tarihler itibarıyla yaklaşık on ilâ otuz yıldır herhangi bir bedel ödenmeksizin kullanıcılarının tasarrufunda bulunduğu ve bu alanların kullanıcıları tarafından haricen yapılan satışlarla el değiştirdiği, bu yerlere ilişkin olarak Devlet ile vatandaşlar arasında uzun süren hukukî ihtilafların meydana geldiği, Devletin bu yerleri tasarruf edememesi sebebiyle önemli ölçüde gelir kaybının oluştuğu belirtilerek bu alanlarla ilgili fiilî durumun hukuki zemine kavuşturulmasının bir zorunluluk hâline geldiği ifade edilmiştir.
7. 6292 sayılı Kanun’un 6 ncı maddesinde yer alan hüküm ile de; 2/B alanlarında bulunan taşınmazlar hakkında, bu Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten önce düzenlenen veya bu Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten sonra düzenlenecek güncelleme listelerine veya kadastro tutanaklarına ya da kesinleşmiş mahkeme kararlarına göre oluşturulacak tapu kütüklerinin beyanlar hanesine göre taşınmazların 31.12.2011 tarihinden önce veya sonra kullanıcısı ve/veya üzerindeki muhdesatın sahibi olarak gösterilen ve hak sahibi sayılan kişilerin, 6292 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 26.04.2012 tarihinden itibaren idareye başvurmaları sağlanarak bu şekilde hak sahibi kişilerin mağduriyetlerinin önlenmesi ve bu taşınmazların da değerlendirilmelerine imkân sağlanması amaçlanmıştır.
8. Bir diğer anlatımla 3402 sayılı Kanun’un Ek 4 üncü maddesine göre tapu kütüğünün beyanlar hanesinde söz konusu taşınmazın kullanıcısı olarak ve/veya muhdesatın sahibi olarak gösterilen kişilere anılan kanun hükümleri ile taşınmazı satın alma hakkı tanınmıştır. Yani, bu madde taşınmazı öncelikli alım hakkı konusunda kişiye bir şahsi hak tanımakta olup doğrudan doğruya mülkiyet hakkı kazanımı sağlanmamaktadır. Bu nedenle de beyanlar hanesinde kullanıcı olarak gösterilecek kişinin iyi niyetli olup olmadığı, malik sıfatıyla zilyetliğini sürdürüp sürdürmediği, ekonomik amaç ile kullanıp kullanmadığı araştırılması gerekmeksizin kullanım kadastrosunun yapıldığı tarihte 2/B alanında yer alan taşınmazın etrafının tel çit, ağıl, taş duvar ve benzeri yapılarla dış çevreden soyutlanması, taşınmaz zemininin kullanmaktan dolayı yapısal olarak değişmesi, doğal unsurların, çalı, ağaç ve benzerlerinin temizlenmesi, taşlarının ayıklanması, duvar ve benzerleri yapıların yapılması, meyve ağaçları ile ağaçlandırılması, tarla bitkilerinin yetiştirilmesi, düzenli işlenmekten ve imardan dolayı toprak ve zemin yapısının değişmesi, üzerine ev, ahır, kümes ve benzeri yapı yapılması eylemleri sahiplenme arzusu olduğunu göstermekte olup fiilî kullanımın ispatı için yeterlidir.
9. Ayrıca belirtmek gerekir ki; taşınmazların kazandırıcı zamanaşımı zilyetlik yoluyla edinilmelerini düzenleyen 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 713 üncü ve 3402 sayılı Kanun’un 14 üncü maddelerinde mülkiyet kazanımı için aranan davasız (çekişmesiz-nizasız) ve aralıksız (fasılasız) yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulundurma koşulu 3402 sayılı Kanun’un Ek 4 üncü maddesine göre yapılan kullanım kadastrosunda taşınmazı kullanan kişinin tespitinde aranmamaktadır. Zira, kazandırıcı zamanaşımı yoluyla edinimde Kanun zilyet olunmasını ararken kullanım kadastrosunda fiilî kullanımı esas almaktadır.
10. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 12.10.2021 tarih, 2017/(16)8-3106 Esas, 2021/1203 Karar, 28.02.2024 tarih, 2023/8-561 Esas, 2024/125 Karar, 15.05.2024 tarih, 2023/(16)8-562 Esas, 2024/236 Karar ve 29.05.2024 tarih, 2023/8-919 Esas, 2024/304 Karar sayılı kararlarında da aynen benimsenmiştir.
11. Somut olayda; dava konusu taşınmaz 2010 yılındaki kadastro çalışmaları sırasında 6831 sayılı Kanun’un 2/B maddesi çerçevesinde orman sınırı dışarısına çıkarılan yerlerden olduğu belirtilerek fiili kullanıcısı tespit edilmeksizin Hazine adına tespit görmüş, davacı 2015 yılında dava açarak kadastro öncesinde bu yeri satın aldığını ileri sürerek adına kullanıcı şerhi oluşturulmasını talep etmiş, iddiasını ispat için ise 01.11.1993 tarihli satış senedi ve vergi kayıtları ile tanık deliline dayanmıştır. Söz konusu harici satış senedinde satıcı olarak yer alan ...’ın kendisine ait taşınmazın 130 metrekarelik kısmını, bedeli karşılığında davacı ...’e sattığı yazılıdır. Dava dilekçesi ekinde birtakım vergi ödemelerine dayanılması nedeniyle Mahkemece bu husus ilgili belediyeden araştırılmış ve Samandıra Belediyesinden gelen müzekkere cevabı ve ekindeki belgelere göre davacının satıştan hemen sonra söz konusu satış sözleşmesini eklemek suretiyle vergi beyannamesinde bulunduğu, beyannamede dava konusu yere ilişkin olarak “tapusuz” şeklinde açıklama yer aldığı ve davacının bu andan itibaren dava tarihinden sonraki dönem de dâhil olmak üzere tahakkuk eden vergileri ödediği hususu gerek Bölge Adliye Mahkemesi gerekse Özel Daire tarafından kabul edilmiştir. Mahkemece yapılan ilk keşif sırasında sözleşme altında şahit olarak yer alan ... tanık sıfatıyla dinlenmiş ve sözleşmedeki yer ile dava konusu parselin aynı yer olduğunu teyit etmiş, davacı tanığı ... davacının bu yeri satın aldığını, ara ara gelip kontrol ettiğini, hatta yan parseldeki taşınmaz sahibiyle kendisinin arsasına taşma yaptığı için tartıştığını ifade etmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi Mahkemesinin eksik inceleme yönündeki değerlendirmeyle verdiği kaldırma kararı sonrasında Mahkeme bu kez mahalli bilirkişileri ve kadastro tutanağında yer alan kişileri taşınmaz başında dinlemiş, bu tanıklar da satış sözleşmesinin varlığı yönünde davacıyı doğrulamıştır. Gerek ilk gerekse ikinci keşifte yapılan belirlemede taşınmazın etrafının tümüyle yapı ve evlerle dolu olduğu, yerleşim alanı içerisinde kaldığı, arsa olarak boş vaziyette bulunduğu tespit edilmiş, bununla birlikte ikinci keşif anında yan parseldeki inşaatta kullanılmak üzere dava konusu taşınmaza konteynır konulduğu hususu zapta geçmiştir.
12. Tüm bu olgular, yukarıda yapılan açıklamalar ışığında incelendiğinde; kullanım kadastrosuna itiraz davalarında fiili kullanıcı olduğu iddiasında bulunan kişinin samimi sahiplenme arzusu ve fiili kullanımının var olup olmadığının taşınmazın niteliği ve konumuna göre her davaya özgü olarak ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiği, bu çerçevede yapılan incelemede tanıklarca doğrulanmış satış sözleşmesi, yıllarca süren vergi ödemeleri, taşınmazın davacı tarafın kullanımında bulunduğunun çevredeki insanlar tarafından bilinmesi ve bu sebeple üçüncü kişilerin müdahalesine/kullanımına izin verilmemesinin somut olay bakımından yerleşim yeri içerisinde kalmış taşınmaz yönünden davacının kadastro çalışmaları sırasındaki fiili kullanımının varlığını ispata yeterli olduğu anlaşılmaktadır.
13. Nitekim Özel Daire bozma kararında da aynı hususa işaret edilmiştir. Bununla birlikte bozma kararında taşınmazda bulunan konteynerin davacıya ait olduğu yönündeki bir kabule dayalı olarak açıklamada bulunulmuş ise de bahsi geçen geçici yapının yan parseldeki inşaata ait olduğu sabittir. Bu hâlde, sonradan konulmuş ve davacıya ait olmayan konteynerin varlığının fiili kullanım iddiasının dayanağı olarak kabul edilemeyeceği açıktır. Özel Daire bozma gerekçesinden bu yönden ayrılınmakla beraber açıklanan diğer delillerin varlığı davanın kabulüne yeterli olduğundan söz konusu yanılgılı değerlendirmenin sonuca etkisi bulunmadığı kabul edilmiş ve gerekçe bu yönde değiştirilerek kararın bozulması uygun bulunmuştur.
14. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmelerde, kullanıcı şerhi verilmesi yönündeki taleplerde fiili kullanım durumunun mülkiyet kazanımı için kanunun aradığı koşullardan farklı olduğu konusunda tereddüt bulunmamakla beraber, 3402 sayılı Kanun’un Ek 4 üncü maddesi anlamında fiili kullanıcı olma hâlinin taşınmazın kadastro işlemleri sırasındaki durumu, konum ve özelliklerine göre titizlikle değerlendirilmesi gerektiği, somut olayda yalnızca harici satış sözleşmesi ve vergi ödemelerine dayanıldığı, taşınmazın hiçbir şekilde fiilen kullanılmadığı, bu nedenle direnme kararının yerinde olduğu ve onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
15. Hâl böyle olunca direnme kararının yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı bozulması gerekmiştir.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
10.07.2024 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.