FITRATIN FENDİ SÖZÜ YENDİ!

  • Konbuyu başlatan Admin
  • Başlangıç tarihi
A

Admin

Yönetici
Yönetici
İnsan dudakla söz verir, kalbiyle bozar… Bâzı sözler iyilikle başlar; ama söz değil, fıtrat yürür. Ve yürüdüğü yol çoğu zaman doğruya değil, doğasına çıkar. Tıpkı bir yılanın, bir köpeğin sırtına dostlukla tırmanması gibi... Oysa bâzı fıtratlar, söze sadâkat gösteremez. Çünkü insan nehir geçerken değil, iç çekerken boğulur. Bir siyah yılan, nehrin kıyısına kadar gelir. Hedefi karşıya geçmektir, fakat suya girmekte tereddüt eder; çünkü doğası buna müsâade etmez. Orada beklemekte olan köpeğin yanına sokularak: — Dostum! Gâliba karşıya geçeceksin? Ben de karşıya geçeceğim, ama senin kadar yüzme bilmiyorum. Benim karşıya geçmeme yardımcı olur musun?” der. Köpek: — Olur, ama sana pek güvenemem. Beni sokarsın diye korkarım!” der. Yılan: — Nasıl yaparım böyle bir alçaklığı ve vefâsızlığı? Sen beni karşıya geçireceksin, ben sana kötülük mü edeceğim? Olmaz öyle şey!” der. Bunun üzerine köpek yılana: — Pekî, o zaman dolan belime!” der. Yılan, köpeğin beline sarılır ve birlikte nehri geçmeye başlarlar. Nehir yarılandığında yılan duraksar. Fıtratına yenik düşer ve söz verdiği halde, köpeğin kaburgalarını sıkmaya başlar. Köpek, yılanın kendisini boğmak üzere olduğunu fark eder ve şaşkınlıkla: — N’âpıyorsun? Hani bir kötülük yapmayacaktın bana, söz vermiştin!” der. Yılan: — Sözümde durdum, seni sokmuyorum ama ne yapayım fıtratım bu. Bir zarar vermeden de edemiyorum. O yüzden sıkıyorum seni!” der. Köpek âkıbetini anlayınca: — Anlaşıldı, sen beni öldürmeye öldüreceksin. Bâri son bir arzumu yerine getir!” der. Yılan: — Nedir son arzun?” diye sorar. Köpek: — Arzum, senin o parlak ve güzel gözlerini son bir defâ daha görmek!” der. Yılan başını köpeğin göz hizâsına yaklaştırınca, köpek bir hamleyle yılanın başını yakalar ve bir çırpıda öldürür yılanı. Sâhile vardıklarında, köpek yılanı yere bırakır. Yılanın hareket etmeden, eğri büğrü bir şekilde yere serildiğini görünce, öfkeyle yılanın başını ağzında biraz daha sıkar, kuyruğuna basarak da: — Hayatında olduğu gibi, ölümünde de eğrisin. Belki sen dosdoğru olduğunu sanıyordun, ama gerçekte eğriydin. Bâri şimdi dosdoğru ol!” diye onu düzeltmeye çalışır. İslâm ahlâk literatüründe ‘mâ‘rifet-i nefs’ terimi, insanın ruhunu, karakterini, yeteneklerini ve zaaflarını tanımasını ifâde eder. Bu, ahlâkî gelişimin temelidir; çünkü kişinin ruhunu kötü huylardan arındırması ve erdemlerle bezemesi için önce kendini bilmesi gerekir. Kur’ân’da şöyle buyrulur: “İnancı tam olanlar için yeryüzünde âyetler vardır, nefislerinizde de öyle, görmüyor musunuz?” (51/21). Yûnus Emre: “İlim ilim bilmektir, İlim kendin bilmektir, Sen kendini bilmezsin, Ya nice okumaktır;” Hacı Bayrâm-ı Velî: “Bayram özünü bildi, Bileni anda buldu! Bulan ol kendi oldu, Sen seni bil sen seni!” gibi mısraları bunu anlatmaktadır. “Hakîki dost sıkıntılı zamanlarda, senin gurur ve izzet-i nefsini kırmadan, sana yardım edendir.” derken Hz. Ali, “Hayâ eden saklanır. Saklanan kişi ise sakınır. Sakınan kişi de Allah tarafından korunur.” der Hz. Ömer. Evet, herkes kendini doğru sanır. Ama gerçekten öyle midir? İnsan kendini içerden öyle gördüğü gibi, dışarıdan da öyle mi görünür acaba? Elbette hayır. Bu yüzden doğruluk şahsî kanaatle değil; Allah’ın koyduğu ölçülerle olur. Diyarbakırlı şâir, yazar ve devlet adamı Saîd Paşa: “Sen usandırma eli, el de usandırmaz seni, Hîlekârlık eyleme, kimse dolandırmaz seni, Dest-i â’dâdan soğuk su içme, kandırmaz seni, Korkma düşmandan ki, âteş olsa yandırmaz seni, Müstakîm ol, Hazret-i Allah utandırmaz seni…” “Sen başkalarını usandırma, ki başkaları da seni usandırmasın. Sen kimseye hîlekârlık yapma ki, kimse seni kandırıp dolandırmasın. Düşmanın elinden soğuk su içmeye ve harâretini teskin etmeye kalkışma. Çünkü düşman eliyle gelen su, seni kandırmaz ve harâretini kesmez. Düşmandan asla korkma, onu gözünde büyütme. Düşmanın ateş olsa, sen doğru olduktan sonra o seni yakamaz. Sen doğru olmaya, müstakîm olmaya bak. Öyle olursan Allah utandırmaz seni.” diyerek ne güzel özetler hâdiseyi. İnsanın duyguları, her zaman gerçekle aynı doğrultuda gitmeyebilir. Verdiğimiz sözler, niyetlerimizin samîmiyeti kadar güçlüdür; ancak fıtrat devreye girdiğinde, kelimelerin ötesinde bir sınavla karşılaşırız. İnsan bâzen kendi sözlerinin kölesi olur. En saf niyetlerle bir şeyler söylerken, fıtrat bir şekilde araya girer ve durumu bir karmakarışıklığa dönüştürür. Sözlerimiz niyet kadar temizdir; ama fıtratın ham sesi bâzen onları bastırır. O an kelimeler değil, içsel direnç konuşur. “Sözlerimiz ne kadar saf olursa olsun, fıtratımız her zaman kendi yolunu bulur!” Bu sebeple (kâl) kelimelerle değil, hâl ile dürüst olmak gerekir. Çünkü fıtrat, kelimelere değil, yaşantıya itaat eder. Yâni Necip Fâzıl’ın sesiyle yankılanır hakîkat: “İnsan âlemde hayâliyle yaşar. Söz, fıtrata yenilirse; kelâm susar, hâl konuşur.” Âsâr-ı Gönül de der ki: “Kimi söz vardır ki, dudaktan döküldüğü an masûmiyetle bezenmiştir; Lâkin fıtratın girdaplı yollarında o söz, ya hezeyâna karışır ya da nefis kuyularında boğulur. Nice niyet vardır ki, billûr gibi saf ve pâk başlar; Ancak kalpteki gizli tortular, o berrak suyu bulanık bir göle çevirir. Zîra kalp arınmamışsa, söz de niyet de menziline erişemez. Yâni, kişi kendine dost olmadıkça, Verdiği hiçbir söze sâdık kalamaz. Kendini tanımayan, kendine vâkıf olmayan kimse, başkasına sadâkat gösteremez. Çünkü sadâkat, önce insanın özüne gösterdiği vefâyla başlar.” Elbette anlayana, anlamak isteyene... Hâsıl-ı Kelâm: “Ölenler Ölümü Bilmez, Ölüm Kalanların Hikâyesidir. Yol Elif İse, Yön Bellidir... Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar... Söz Meclise, Kıssa Herkese… Söz Uzar, Kesmek Gerektir Vesselâm!” Âsâr-ı Gönül’den selâm ve duâ ile...
 
Geri
Üst