FERDİ BABA gibi uğurlanmayı hak etmek

  • Konbuyu başlatan Admin
  • Başlangıç tarihi
A

Admin

Yönetici
Yönetici
Babalık, yalnızca biyolojik bir bağdan ibaret değildir. Bazen bir çocuğa, bazen bir topluma, bazen de bir fikre omuz vermektir. Her baba evladına karşı sorumludur ama bu sorumluluk sadece kan bağından doğmaz. Kimi zaman bir ülkenin yükünü sırtlayan liderde, kimi zaman bir şehrin ruhunu taşıyan yöneticide, bazen de iş dünyasında, bilimin ön saflarında ya da adaletin terazisinde elini taşın altına koyan bir yürekte hayat bulur babalık. Gerçek babalık, sahip çıkmakla başlar; korumakla, geliştirmekle ve geleceğe umut taşımakla devam eder. VEDA GERÇEĞİ GÖSTERİR Bir ülkenin lideri, gerçekten halkının "babası" olabiliyorsa, bunun en çarpıcı göstergesi ölümünden sonra yaşanıyor. Öyle liderler vardır ki, vefat ettiklerinde milyonlar, yas tutmak için sokaklara dökülüyor. Gözyaşları sel oluyor, yas evrensel bir saygıya dönüşüyor. Tıpkı Mustafa Kemal Atatürk, Mahatma Gandhi, Alpaslan Türkeş ya da Turgut Özal’ın cenazelerinde olduğu gibi… Halk, onları sadece bir yönetici değil, aynı zamanda kendi kaderlerine ortak olan birer “baba figürü” olarak benimsemiştir. BUGÜNÜN BABALIK SINAVI Bugünün dünya sahnesinde ise bu tür bir bağlılık ve sevgiyi gerçekten hak edip etmedikleri zamanla ortaya çıkacak liderler var: Donald Trump, Vladimir Putin, Şi Cinping, Recep Tayyip Erdoğan, Kim Jong-un, Binyamin Netanyahu ve Volodimir Zelenskiy... Her biri kendi halkının başında; kimileri tartışmalı, kimileri popüler; ancak nihai sınav, halkın onları uğurlarken gösterdiği samimiyette saklı olacak. 98 yaşında hayatını kaybeden Kenan Evren’in cenazesinde neredeyse kimse yoktu. Bu yalnızlık, liderlik ile halkla bağ kurmak arasındaki farkı turnusol kağıdı gibi ortaya koydu. Öyle ya, halkın kalbinde iz bırakmayan bir yönetici, resmi törenlerle uğurlansa bile, geride sessiz bir boşluk bırakır. Gerçek bir baba lideri ise, ardından dökülen gözyaşları anlatır. İZ BIRAKAN BABALAR Recep Yazıcıoğlu... Devletin sert yüzü yerine vicdanlı sesini duyuran, sistemin çarklarına takılmadan halkın arasında yürüyen bir valiydi. “Halkın valisi” unvanını öylesine almadı; gönüllerde iz bıraktı. Emniyet Müdürü Gaffar Okkan, dürüstlüğü ve halkla iç içe duruşuyla sadece Diyarbakır’ın değil, tüm Türkiye’nin yüreğine kazındı. Uğur Mumcu, kalemini yalnızca gerçeğin hizmetine veren bir gazeteciydi; susturulmak istenen ama fikirleri hâlâ konuşulan bir vicdandı. Televizyon ekranlarında toplumsal sorumluluğu elden bırakmayan Erhan Önel de izleyicinin güvenini kazanmış, veda ederken bile bir duruşu temsil etmişti. Onları son yolculuklarına uğurlarken bu toplumun belleğine bir şey daha kazındı: Gerçek babalık, görevini layıkıyla yapmaktan, arkasında güven, iz ve onur bırakmaktan geçer. Şimdi kendimize şunu soruyu sormalıyız: İzmir’de görev yapan valiler, emniyet müdürleri, biz gazeteciler bu güzel kente karşı sorumluluğumuzu yerine getirirken, günü kurtarmanın ötesinde bir iz bırakabilecek miyiz? Gerçekleri yazarken, kamu görevimizi icra ederken, sokaktaki yurttaşın yüreğine dokunabilecek miyiz? Yarın bir gün arkamızdan “o da babalar gibi uğurlandı” denmesini hak edebilecek miyiz? GÜNÜ DEĞİL GELECEĞİN Peki ya bugün ekonominin direksiyonunda oturanlar? Bulundukları ilin, temsil ettikleri iş dünyasının ya da ülke ekonomisinin en üstündeki isimler... İzmir Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği Başkanı Yalçın Ata, İzmir Ticaret Odası Başkanı Mahmut Özgener, Ege Bölgesi Sanayi Odası Başkanı Ender Yorgancılar, Deniz Ticaret Odası Başkanı Yusuf Öztürk, Ege İhracatçı Birlikleri Koordinatör Başkanı Jak Eskinazi, Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu Genel Başkanı Bendevi Palandöken, Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı Mustafa Gültepe, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı M. RifatHisarcıklıoğlu, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek… BABALIĞIN AĞIRLIĞI VAR Hepsi, geniş kitlelerin geçim derdini, üretim mücadelesini ve geleceğe dair umutlarını omuzlarında taşıyor. Peki, temsil ettikleri kesimlere, gerçekten bir babanın çocuklarına duyduğu şefkatle ve sorumlulukla yaklaşabiliyorlar mı? Velayetini üstlendikleri milyonlarca yurttaşın, bir gün onları gözyaşları içinde, eller üzerinde, saygıyla ve minnetle uğurlayacağı bir ömür mü inşa ediyorlar? Yoksa görev süresi bittiğinde arkalarında sessizlikten başka bir şey mi kalacak? GÖNÜLLERE GİREBİLMEK Liderlik; yalnızca karar vermek, yönetmek değil, halkın kalbine girebilmektir. Ve bunu en iyi anlatan şey, ardından dökülen gözyaşlarıdır. Cenazelerdeki kalabalıklar, sadece birer törensel katılım değil; gerçek bir gönül bağının, halkla kurulan samimi ilişkinin aynasıdır. Görev başındayken hayata veda eden İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Piriştina’nın cenazesinde yaşanan sevgi seline bizzat tanıklık ettim. Bugün hâlâ aramızda olan İzmir’in önceki büyükşehir belediye başkanları Burhan Özfatura, Yüksel Çakmur, Aziz Kocaoğlu, Tunç Soyer ve göreve geleli henüz bir yıl olan Cemil Tugay, Allah hepsine uzun ömürler versin. Ama bir gün bizler gibi bu dünyaya veda edecekler. Dile getirmek kolay değil elbette ama hayatın akışı böyle... O gün geldiğinde İzmirli, onları nasıl uğurlayacak? Cenazelerinde on binler mi olacak, yoksa birkaç resmi protokol kalabalığıyla mı yetinilecek? Kentin belleğinde hoş bir sada bırakmış “baba”lar gibi mi anılacaklar? SON YOLCULUK SINAVI Asıl ölçü, hayattayken arkamızdan kimlerin geldiği değil; son yolculuğumuzda kaç kişinin gerçekten bir eksilme hissiyle, yürekten bir veda duygusuyla gelmesidir. İzmirli, kendi iradesiyle, hiçbir yönlendirmeye ihtiyaç duymadan sokaklara dökülecek mi? Sessiz bir minnetle son görevini yapmak isteyecek mi? Bunu bugünden bilemeyiz ama her yöneticinin kendine sorması gereken bir sorudur bu: Bir gün uğurlanırken, geride ne bıraktım? Ölümünü aklımıza bile getirmek istemediğimiz Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı Ferdi Zeyrek’i bir hafta önce kaybettik. Her birimizi derinden sarsan bu beklenmedik kayıp, sadece bir yöneticiyi değil, bir kentin babasını yitirmiş olmanın acısıydı. Elektrik kaçağından kaynaklı trajik bir ölüm... İçimizi burkan bu son, hepimize hayatın ne kadar kırılgan olduğunu bir kez daha gösterdi. Hiçbirimiz böyle bir sonu yaşamak istemeyiz ama o son geldiğinde, Ferdi Zeyrek gibi uğurlanmayı da istemeyecek bir kişi bile yoktur. FERDİ BABA GİBİ Cenazeye katıldım. Oradaydım. Ekranlardan izleyerek, gazetelerden okuyarak hissedilemeyecek bir şeydi yaşanan... Kelimelerin kifayetsiz kaldığı, suskunluğun bile anlam kazandığı bir atmosfer. Mahşeri bir kalabalık, yağmur gibi dökülen gözyaşları, içten edilen dualar... Tüm bunlar, Ferdi Zeyrek’in bir kentin yüreğinde nasıl kök saldığının, o kente gerçekten nasıl "babalık" ettiğinin apaçık göstergesiydi. Ve o gün, babalar gibi uğurlandı. BABA GİBİ YAŞAMAK Şimdi hepimize düşen bir soru var: Biz kendi ailemizin, temsil ettiğimiz mesleğin, sorumluluğunu taşıdığımız toplumun gerçekten “babası” olabiliyor muyuz? Geride kalacak olanların gönlünde öyle bir iz bırakabiliyor muyuz ki, bir gün geldiğinde onlar da bizi Ferdi Zeyrek gibi, “Ferdi Baba” gibi uğurlasınlar? Çünkü o veda, öyle bir veda ki; sadece bir tören değil, bir hayatın karşılıksız sevgiyle yazılmış özetiydi. Ve bu dünyadan babalar gibi uğurlanmak istiyorsak, bu dünyada gerçekten baba gibi yaşamak zorundayız. Gölgesiyle sığınak olan, duruşuyla yol gösteren, babalar gibi yaşamayı şeref bilen tüm yüce yürekli babaların Babalar Günü kutlu olsun.
 
Geri
Üst