A
Admin
Yönetici
Yönetici
Hayat boyu öğrenmeye inanmak ve onu ilke edinmek yetmiyor, pratiklerini de gerçekleştirmek gerek.
Kişisel olarak bu inanç ve ilkeyi, gündelik hayatta sürekli okuma ile eyleme döküyorum.
Eyleme dönüşmemişse ne inanç inançtır ne de ilke ilkedir!
Kişisel kanonum yoğun ve ona bir takvim dahilinde sadakat göstersem de arada tatlı kaçamaklar yaptığım farklı beslenme eserlerine de yöneliyorum.
Özellikle aylık fikir, kültür ve edebiyat dergilerine ilgi duymakla kalmıyor; yaşadığımız şehirde benzer bir yayın üretilemiyor olmasına içerliyor ve ileriye matuf bir dergi kadrosu hayalleri kuruyorum.
“Dergi çıkarmak da ne var ki! Yazı, mürekkep, kâğıt!” deyip ‘hayal edecek bir şey bulamamış’ diye düşünebilirsiniz.
Fakat bu doğru olmaz. Zira hayalini kurduğum elle tutulur bir matbuattan fazlasıdır.
Dergi ve dergicilik, bir ekip ve kadro işidir. Eser niteliğindeki bir dergi, yüksek şahsiyetlerin inşa ettiği ekosistemin ürünüdür.
Son günlerde Türkiye Günlüğü adlı dergiye zaman ayırıyorum.
Bursa Ticaret ve Sanayi Odası (BTSO) kurumsal iletişim birimini ziyaretimde elime geçen dergi hem besleyici hem de ilham verici…
Dergi, Mart/Nisan aylarını kapsayan sayısında ‘Aydınlar Nerede?!’ başlığını tartışıyor.
Birçok saygın isim bu ana temada makaleleriyle ufkun sınırlarını ileriye taşıyor.
‘Aydınlar Nerede Duruyor!’ başlığını attığı makalesinde Vedat Bilgin, ‘Resmi Aydın’ adını verdiği tipolojinin tarifini şöyle yapıyor:
“…Resmi aydınlar, doğru bulsa da bulmasa da yanlış olduğunu bile bile yapılan şeylere karşı tavır almak bir tarafa o yönde atılan adımları onaylayan, şahsi çıkarlarının, beklenti içinde olduğu makam ve mevkilerin hatırına yahut bulunduğu konumu muhafaza etmek için yapılan her işe evet diyen onaylayan bir tutum sahibidirler…”
Üniversite yıllarında Julien Benda’nın ‘Aydınların İhaneti’ adlı kitabında kuramsal ve tarihsel düzlemde karşılaştığım bu tipolojiye hayatın olağan seyrinde de çokça rastladım.
Bırakınız ‘aydın’ tanımlamasını ‘okumuş’ demenin bile fazla sayılabileceği tiplerin, güce yakın konumları dolayısıyla büründükleri rollerdeki acemiliklerini de maskelerini düşürecek ölçüdeki tutarsızlıklarını da birebir gördüm.
Tüm hayatı ‘kurnazlık’ üzerine kurulu tiplerin kayırma, yaranma ve yamanarak edindikleri yerden bilmişlik taslamalarını, bir dönem asap bozucu şimdi ise komik buluyorum.
‘Aydın’ veya ‘entelektüel’ olmak üzere bireyin bir iddiası olamayacağı, sadece bu yönde çaba gösterebileceğine inandığım için kişisel konuşlanmama böyle bir tanımlama yapmaktan imtina ediyorum.
Nihayetinde biliyorum ki birey içinde bulunduğu ekosistemin bir yansımasıdır. Aydın, sadece anlatan değil anlaşılandır. Anlaşılmadığı yer ve zamanın mesuliyeti de tek başına onun sırtına yüklenilemez!
Bu sebepten yaşadığımız şehirde fikir, kültür, sanat, edebiyat üreten bir çevreyi bir dergiyle temsile dönüştürme hayali kuruyorum. Bu kentte anlama becerisini de çabasını da geliştirmek zorundayız!
Ne yazık ki güç ve rantla kan bağı derecesinde uyumlu, korkak ve sinik bir yığının ‘aydın’ kimliğinin alanını işgal ettiğini görüyorum. Üstelik algılama ve anlama becerileri de vasatın altında iken!
Kerameti kendinden menkul tiplerin ‘emek’, ‘gayret’, ‘zahmet’, ‘çaba’ ve benzeri değerlerin uzağında kolaycı bir yoldan rant ve güç devşirme eğilimini, ‘aydınlık’ olarak yutturma girişimlerine denk geliyorum.
Hakiki aydından, bir deli gömleği gibi giydirilerek ‘cesaret’ beklenirken Bilgin’den mülhem resmi aydınlar uyumculuğun kaymağını sıyırıyor, parmakları yalıyor.
Sıyırmaya, yalamaya alışkın bu tiplerin kendi gerçekliklerini yadsıyıp ‘ele verir talkını kendi yutar salkımı’ sözünün ispatına dönüşmüş varlıkları ortadadır! Herkesin ne olduğunu bildiği ama bir tek kendisinin farkında olmadığı düşüklük!
Zenginlik ve refah devşirdikleri güçlerin kapısından zincirleri kadar uzaklaşabilenler, inandığı değerler uğruna yaşayan ve dolayısıyla hem maddi hem de manevi bedel ödeyenleri anlayamazlar, anlayamıyorlar!
İşte bu çerçevede ebeveyn ve gençlere ‘en iyi üniversite tercihi’ başlığıyla acizane bir tavsiyede bulunmak istiyorum. Zira her üniversite mezunu aynı zamanda bir aydın adayıdır!
Gençler, bir üniversite veya bölüm seçmeden önce nerede yaşayacağına karar vermelisiniz!
4-5 yıl eğitim aldığınız kentten yaşamak zorunda kaldığınız kente döndüğünüzde her anlamda tutunacak tek dalınız anılarınız veya akrabalarınız olmamalı.
Mesela mezun olduktan sonra dönüp yine Bursa’da yaşayacaksanız üniversite okumak için şehir değiştirmeniz hele ki uzak illere gitmeniz zaman, imkân ve emek kaybından başka bir şey değil…
Yaşadığınız şehirdeki üniversitede okumaya ve özellikle de apartmandan bozma özel üniversitelerde değil devlet üniversitelerine yönelin.
Sevgili aileler, çocuklarınıza ‘kendi hayallerini’ gerçekleştirebileceği imkanlar sunabilecekseniz üniversiteye gönderin…
Çocuğunuzun toplumsal sorumluluk ve aidiyet hissine, en az borsadaki hisseleriniz kadar yatırım yapın.
Sadece sözüyle değil eylemiyle ilkesel tutarlılık içerisindeki aydınlara saygıyla…
Kişisel olarak bu inanç ve ilkeyi, gündelik hayatta sürekli okuma ile eyleme döküyorum.
Eyleme dönüşmemişse ne inanç inançtır ne de ilke ilkedir!
Kişisel kanonum yoğun ve ona bir takvim dahilinde sadakat göstersem de arada tatlı kaçamaklar yaptığım farklı beslenme eserlerine de yöneliyorum.
Özellikle aylık fikir, kültür ve edebiyat dergilerine ilgi duymakla kalmıyor; yaşadığımız şehirde benzer bir yayın üretilemiyor olmasına içerliyor ve ileriye matuf bir dergi kadrosu hayalleri kuruyorum.
“Dergi çıkarmak da ne var ki! Yazı, mürekkep, kâğıt!” deyip ‘hayal edecek bir şey bulamamış’ diye düşünebilirsiniz.
Fakat bu doğru olmaz. Zira hayalini kurduğum elle tutulur bir matbuattan fazlasıdır.
Dergi ve dergicilik, bir ekip ve kadro işidir. Eser niteliğindeki bir dergi, yüksek şahsiyetlerin inşa ettiği ekosistemin ürünüdür.
Son günlerde Türkiye Günlüğü adlı dergiye zaman ayırıyorum.
Bursa Ticaret ve Sanayi Odası (BTSO) kurumsal iletişim birimini ziyaretimde elime geçen dergi hem besleyici hem de ilham verici…
Dergi, Mart/Nisan aylarını kapsayan sayısında ‘Aydınlar Nerede?!’ başlığını tartışıyor.
Birçok saygın isim bu ana temada makaleleriyle ufkun sınırlarını ileriye taşıyor.
‘Aydınlar Nerede Duruyor!’ başlığını attığı makalesinde Vedat Bilgin, ‘Resmi Aydın’ adını verdiği tipolojinin tarifini şöyle yapıyor:
“…Resmi aydınlar, doğru bulsa da bulmasa da yanlış olduğunu bile bile yapılan şeylere karşı tavır almak bir tarafa o yönde atılan adımları onaylayan, şahsi çıkarlarının, beklenti içinde olduğu makam ve mevkilerin hatırına yahut bulunduğu konumu muhafaza etmek için yapılan her işe evet diyen onaylayan bir tutum sahibidirler…”
Üniversite yıllarında Julien Benda’nın ‘Aydınların İhaneti’ adlı kitabında kuramsal ve tarihsel düzlemde karşılaştığım bu tipolojiye hayatın olağan seyrinde de çokça rastladım.
Bırakınız ‘aydın’ tanımlamasını ‘okumuş’ demenin bile fazla sayılabileceği tiplerin, güce yakın konumları dolayısıyla büründükleri rollerdeki acemiliklerini de maskelerini düşürecek ölçüdeki tutarsızlıklarını da birebir gördüm.
Tüm hayatı ‘kurnazlık’ üzerine kurulu tiplerin kayırma, yaranma ve yamanarak edindikleri yerden bilmişlik taslamalarını, bir dönem asap bozucu şimdi ise komik buluyorum.
‘Aydın’ veya ‘entelektüel’ olmak üzere bireyin bir iddiası olamayacağı, sadece bu yönde çaba gösterebileceğine inandığım için kişisel konuşlanmama böyle bir tanımlama yapmaktan imtina ediyorum.
Nihayetinde biliyorum ki birey içinde bulunduğu ekosistemin bir yansımasıdır. Aydın, sadece anlatan değil anlaşılandır. Anlaşılmadığı yer ve zamanın mesuliyeti de tek başına onun sırtına yüklenilemez!
Bu sebepten yaşadığımız şehirde fikir, kültür, sanat, edebiyat üreten bir çevreyi bir dergiyle temsile dönüştürme hayali kuruyorum. Bu kentte anlama becerisini de çabasını da geliştirmek zorundayız!
Ne yazık ki güç ve rantla kan bağı derecesinde uyumlu, korkak ve sinik bir yığının ‘aydın’ kimliğinin alanını işgal ettiğini görüyorum. Üstelik algılama ve anlama becerileri de vasatın altında iken!
Kerameti kendinden menkul tiplerin ‘emek’, ‘gayret’, ‘zahmet’, ‘çaba’ ve benzeri değerlerin uzağında kolaycı bir yoldan rant ve güç devşirme eğilimini, ‘aydınlık’ olarak yutturma girişimlerine denk geliyorum.
Hakiki aydından, bir deli gömleği gibi giydirilerek ‘cesaret’ beklenirken Bilgin’den mülhem resmi aydınlar uyumculuğun kaymağını sıyırıyor, parmakları yalıyor.
Sıyırmaya, yalamaya alışkın bu tiplerin kendi gerçekliklerini yadsıyıp ‘ele verir talkını kendi yutar salkımı’ sözünün ispatına dönüşmüş varlıkları ortadadır! Herkesin ne olduğunu bildiği ama bir tek kendisinin farkında olmadığı düşüklük!
Zenginlik ve refah devşirdikleri güçlerin kapısından zincirleri kadar uzaklaşabilenler, inandığı değerler uğruna yaşayan ve dolayısıyla hem maddi hem de manevi bedel ödeyenleri anlayamazlar, anlayamıyorlar!
İşte bu çerçevede ebeveyn ve gençlere ‘en iyi üniversite tercihi’ başlığıyla acizane bir tavsiyede bulunmak istiyorum. Zira her üniversite mezunu aynı zamanda bir aydın adayıdır!
Gençler, bir üniversite veya bölüm seçmeden önce nerede yaşayacağına karar vermelisiniz!
4-5 yıl eğitim aldığınız kentten yaşamak zorunda kaldığınız kente döndüğünüzde her anlamda tutunacak tek dalınız anılarınız veya akrabalarınız olmamalı.
Mesela mezun olduktan sonra dönüp yine Bursa’da yaşayacaksanız üniversite okumak için şehir değiştirmeniz hele ki uzak illere gitmeniz zaman, imkân ve emek kaybından başka bir şey değil…
Yaşadığınız şehirdeki üniversitede okumaya ve özellikle de apartmandan bozma özel üniversitelerde değil devlet üniversitelerine yönelin.
Sevgili aileler, çocuklarınıza ‘kendi hayallerini’ gerçekleştirebileceği imkanlar sunabilecekseniz üniversiteye gönderin…
Çocuğunuzun toplumsal sorumluluk ve aidiyet hissine, en az borsadaki hisseleriniz kadar yatırım yapın.
Sadece sözüyle değil eylemiyle ilkesel tutarlılık içerisindeki aydınlara saygıyla…