A
Admin
Yönetici
Yönetici
Düşünce ve düşündüklerini ifade etme özgürlüğü ile eleştiri hakkı demokratik her toplumda ve kuruluşta yaşamsal değerdedir. Zira düşünce ve düşündüklerini ifade etme özgürlüğü, hem yeni ve farklı düşüncelerin ortaya çıkmasına olanak sağlar, hem de bireylere farklı düşünceler arasında seçim yapma ve yanı sıra kendi düşüncelerinin doğru veya yanlış olduğunu sınama olanağını verir. Yine düşünce ve ifade özgürlüğünün vazgeçilmez bir parçası olan eleştiri hakkı, demokratik hukuk devletinde yönetilen konumundaki her bireyin sahip olduğu temel bir haktır. Esasen eleştiri kültürünü özümseyenler için eleştiri, hangi konumda olursa olsun eleştirilen kişi veya kişilerin kişilik haklarına karşı bir saldırı olmayıp, o kişi ya da kişileri düzelmeye davet, eleştiriye açık olmak ise, düzelmeyi kabul etmektir. O nedenle, her düzeyde kamusal yetki kullanan kişilerin, yasanın ve kamuoyunun denetimine tabi ve sivil eleştirilere açık olması gerekir. Ama her hak ve özgürlük gibi eleştiri hakkının da kişiliği hedef almaması, itibar suikastı yapmaması, sadece kişilerin yaptıklarını veya yapmadıklarını hedef alması ve bu çerçevede kullanılması gerekir. Yüzyılımızın en önemli kişilerinden biri olan, eleştirmenlerce ‘bugün bizim için Galileo, Descartes, Newton, Mozart ya da Picasso ne anlam taşıyorsa, gelecek yüzyıllar için de o anlamı taşıyacaktır’ denilen ve halen yaşayan insanlar içinde eserlerinden en çok alıntı yapılan kişi olan (Art and Humanities Citation Index’te 1980 ile 1992 yılları arasında eserlerinden yapılan alıntı sayısı 4000 olarak verilmektedir), Marx’ı ve Freud’u da içeren, bütün zamanların en çok alıntı yapılan kişileri listesinde sekizinci sırada yer alan, dilbilim, felsefe, politika, bilişsel bilimler ve psikolojinin de içinde bulunduğu çeşitli konularda yetmişi aşkın kitap ve bini aşkın makale yayımlayan Amerikalı düşünür Noam Chomsky, ‘susturucu gerekçeler ya da insanları yalnızca birilerinin duymak istemedikleri şeyleri söyledikleri için susturmanın yanlış olduğuna’ işaret ediyor ve devamla şöyle diyor; ‘Hiç kimsenin hiçbir şeye izin verme yetkisi olmamalıdır ve -en önemlisi- ben serbest ifadeye izin verme nedeninin, yararlı ya da değerli şeylerin bastırılabileceği endişesi olduğunu öne sürmüyorum. Düşünce özgürlüğü ve eleştiri hakkı bundan çok daha temeldir ve insanın düşündüklerini -ne kadar çılgınca olursa olsun- serbestçe ifade etme hakkı, bu pragmatik düşüncelerin çok ötesindedir. Ben devletin ya da herhangi bir başka örgütlü güç veya zorbalık sisteminin insanların ne düşüneceklerine ve ne söyleyeceklerine karar verme hakkının bulunduğunu kabul etmiyorum. Devlete beni susturma hakkı verilmesine karşı benim öne süreceğim gerekçe, söylediklerimin değerli şeyler olabileceği değildir. Esasen bana göre bu tiksindirici bir tutumdur. Ancak ben çok önceleri özgürlükçü denen insanların standart tutumunun bu olduğunu da biliyorum.’ Noam Chomsky’nin ismini telaffuz etmeden, ifade özgürlüğünü fayda temelinde savunduğu için eleştirdiği John Stuart Mill ise, henüz aşılamamış olan 1859 yılında yazdığı ‘Özgürlük Üstüne’ isimli abidevi eserinin merkezini oluşturan fikir ve ifade özgürlüğü konusunda ‘bir fikrin susturulmasının, fikri susturulan insandan çok insan cinsine, yaşayan nesle olduğu kadar gelecek nesillere karşı da haydutluk olduğuna’ işaret ediyor ve devamla şöyle diyor; ‘Şayet bir teki hariç bütün insanlar aynı fikirde olsalar ve yalnız bir kişi muhalif fikirde olsa, nasıl bir şahsın, elinde kuvvet olsa, insanları susturmaya hakkı yoksa, insanların da bu tek kişiyi susturmaya daha fazla hakları yoktur.’ Diğer taraftan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Fressoz & Roire v.France/1999 ve TBKP v. Turkey/1998 kararlarında ‘İfade özgürlüğü ile bunun bir parçası olan eleştiri hakkı, demokratik bir toplumun temellerindendir. Sözleşmenin 10. maddesinin 2. fıkrasının ifade özgürlüğü için getirdiği güvence, sadece uygun bulunan, benimsenen ve rahatsızlık duyulmayan yahut kayıtsız kalınan bilgi ve/veya fikirler için değil, aynı zamanda rahatsız edici, sarsıcı ve/veya altüst edici bilgi ve fikirler için de geçerlidir. Bunlar, demokrasinin varlık şartı olan çoğulculuk, hoşgörü ve geniş fikirliliğin icaplarıdır’ demek suretiyle, ifade özgürlüğünün, eleştiri hakkının önemine ve değerine vurgu yapmaktadır. Modern siyasi demokrasi, yönetenlerin, yaptıklarından dolayı seçilmiş temsilcilerinin rekabet ve işbirliği yoluyla dolaylı olarak hareket eden vatandaşlar tarafından, kamusal alanda sorumlu tutuldukları ve eleştirildikleri bir yönetim biçimidir. Öyle olduğu için Voltaire’den Marquez’e, Sartre’dan Russell’a kadar uygar dünyanın örnek aldığı, hayranlık duyduğu yazarlar, kendi ülkelerinin, kurumlarının sorunlarını, yöneticilerini üstelik bağırarak eleştirdikleri, dünya ve kamu önünde açıkça tartıştıkları için, hem kendi kültürlerini taşra kültürü olmaktan kurtarmışlar ve hem de kendi ulusal kültürlerini dünya sahnesine taşımışlardır. Vaclav Havel, ‘Times Literary Supplement’ de verdiği bir röportajda; ‘Bu resmi yorum sonuç olarak gerçeklikle birleşir. Genel ve her şeyi kapsayan bir yalan egemen olmaya başlar, insanlar ona adapte olmaya başlarlar ve herkes yaşamının bazı kısımlarında yalanla uzlaşırlar ya da onunla birlikte yaşarlar. Bu koşullar altında, insanın bütün dünyayı karşısında bulması riski de dahil olmak üzere her şeye rağmen, her şeyi saran yalanlar ağını parçalayarak doğrunun öne sürülmesi ve içten bir şekilde davranılması olağanüstü politik öneme sahip bir edimdir’ diyor. Uzun bir tarihsel kesiti ele aldığımızda, Vaclev Havel’in işaret ettiği çerçevede, açık politik muhalefetin hem nadir ve hem de yeni bir şey olduğunu görebiliriz. Bu bağlamda, Amerikalı siyaset bilimci J. C. Scott’un ‘Tahakküm ve Direniş Sanatları – Gizli Senaryolar’ isimli özgün eserinde ifade ettiği üzere, açık politik muhalefet eylemi ile eş anlamlı olan ‘iktidara doğruyu söylemek’ ediminin, ‘modern demokrasilerde bile hala ütopyacı bir çağrışımı varsa, bunun nedeni çok ender uygulanmış olmasıdır. İktidar karşısında güçsüzün ikiyüzlülük etmesi ise şaşırtıcı bir durum değildir.’ Dahası bu durum her yerde hazır ve nazırdır. Oysa iktidarın, ikiyüzlülük eden riyakârlara, gerçeği görmesini engelleyen dalkavuklara değil, doğruyu söyleyen, bu amaçla iktidarı eleştiren muhaliflere gereksinimi vardır. O nedenle, bu referanslardan hareket edildiğinde ve demokratik bir sistemde, her türlü eleştirinin yurttaşların temel hakkı olduğunun, hiçbir kişi ve kurumun eleştiri dışı olmadığının ve esasen yerleşik kurumların ve uygulamaların eleştirilmediği bir toplumda, demokrasiden söz etmenin mümkün bulunmadığının kabul edilmesi gerekir. Louis Althusser’in özlü ifadesiyle; ‘Düşünceniz kendisini hangi siyasal kategoriye koyarsa koysun, bizim için fark etmez; öteki düşünceyi reddetmeyen, boş sözle yetinmeyen, tezvirat/dedikodu değil, eleştiri yapan, boş sözle zaman geçirmeyen, ortalama akla, duyguya ve vicdana ters düşmeyen, sorun çözen, kendine ve başkalarına masal anlatmayan, kimi zaman bizi ezen ideolojik tabakayı delip geçen ve âdete maddesel bir temas kurur gibi gerçeği yakalayan her düşünce, her eleştiri bizi ilgilendirir, bizim için önemli ve değerlidir.’ Althusser’in bu tespitinden hareketle demek gerekir ki, kendisine ve yaptıklarına güvenen bir iktidarın gerçeği yakalayan her düşünceye, her eleştiriye önem ve değer vermesi gerekir. Ne var ki, bizim ülkemizde bu işler böyle olmuyor. Zira biz eleştirilerden ders almak ve yararlanmak yerine dalkavuklara itibar ediyoruz ve dedikodu ile tezvirat yapmayı daha çok seviyoruz. Dahası eleştirenlere cephe alıyor, onlara pusu kuruyor, onları düşman ilan ediyoruz. Bilge Çetin Altan’ın ‘Batıda düello, doğuda pusu kültürü vardır’ demesi bundandır, bundan dolayıdır.