Dinimizde “vahdet”in önemi- 6

  • Konbuyu başlatan Admin
  • Başlangıç tarihi
A

Admin

Yönetici
Yönetici
“Vahdet”i yani toplumsal birlik ve beraberliği sağlamanın temel şartlarından biri de hiç şüphe yok ki, “adalet”tir. Yüce dinimiz İslâm, getirdiği mutlak “adalet” ilkesiyle; dilleri, renkleri, coğrafyaları, mezhep ve meşrepleri farklı milyarlarca insanı, aynı inanç ve itikad etrafında birleştirip kardeş yapmıştır. İslâm dini; Müslümanlar arasından hiçbir insana, hiçbir kesime ve hiçbir sosyal gruba üstünlük tanımayan prensibiyle bütün beşerî hukuk sistemlerinin gerçekleşmesini imkânsız gördüğü mutlak “adâlet”i gerçekleştirmiştir. Çünkü İslâm; insan olma noktasında bütün insanları eşit sayıp, kimsenin kimseye üstünlüğünü asla kabul etmez. Dinimizin mutlak “adalet” ilkesi uygulanmadan ne fenalıkların önü alınabilir ne de toplumsal emniyet ve asayiş sağlanabilir. Dinimizin emrettiği ve herkesi kucaklayan mutlak “adalet” uygulaması, toplumsal “vahdet”e ve fertlerin birbirleriyle kaynaşmasına vesile olur. Haksızlık ve “adalet”sizlik ise; huzursuzluğa, tefrikaya ve içtimaî çözülmeye sebep olur. Çünkü hiçbir kimse, hakkının bir başkası tarafından çiğnenmesinden memnun olmaz. Kuran-ı kerimde, “adalet”ten yoksun olan kişi ile âdil olan kimse, bir misalle şöyle mukayese edilmektedir: “Allah bir de şu temsili getiriyor; iki kişi var. Birisi dilsiz, hiçbir şey becermez, efendisine sadece bir yüktür. Ne tarafa gönderirse hiçbir işe yaramaz! Şimdi hiç bu zavallı ile, hakkı hakikati bilen, adaleti dile getirip gerçekleştiren, dosdoğru yol üzere ilerleyen bir insanla eşit tutulabilir mi?” (Nahl 76) İslâm’ın öngördüğü mutlak “adalet”; arzu ve menfaatlere bağlı olmayan bir “adalet”tir. Öfke, kin ve nefret gibi duyguların burada yeri yoktur. Böyle bir “adalet” fikrine inanan Müslümanlar; bir fert veya bir topluluğa düşman olsalar, kin ve nefret duysalar dahi; bu duyguları onları “adalet”sizliğe sevk etmez. Allahü Teâlâ bu “adalet”in uygulanmasını bir sorumluluk olarak müminlere yüklemiştir. Âyet-i kerimede buyuruldu ki: “Ey iman edenler! Haktan yana olup var gücünüzle ve bütün işlerinizde adaleti gerçekleştirin ve adalet numunesi şâhitler olun! Bir topluluğa karşı içinizde beslediğiniz kin ve öfke, sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Âdil davranın, takvâya en uygun hareket budur. Allah’a karşı gelmekten sakının! Çünkü Allah, yaptığınız her şeyden haberdardır.” (Mâide 8) Yüce Dinimize göre; yaratılanların en üstünü olan insan, çok şerefli bir şahsiyete sâhiptir. Bu şeref, onun değiştirilemez ve devredilemez hakkıdır. Bu hak, onun insan olmasından kaynaklanır. Dolayısıyla Dinimiz, hiçbir kişi veya kesimin aşağılanmasını ve hakarate uğramasını hoş karşılamadığı gibi, hiçbir kimseye de kendisini başkalarından üstün görme ve ötekilerine hakaret etme hak ve salahiyetini vermemiştir. İslâm toplumunda, herkesin ve her kesimin temel ihtiyaçlarının karşılanması bir sosyal ahlâk ilkesi olarak belirlenmiştir. Dolayısıyla “adalet”sizliklere yol açacak şekilde gelişebilecek dengesizliklerin gerek ahlâkî tercihler, gerekse sosyal politikalarla ortadan kaldırılması hedeflenmiştir. İslam’ın mutlak “adalet” ilkesine inanan Müslümanlar; kardeşleriyle empati kurmak zorundadırlar. Empati, sosyal bir varlık olan insanın, çevresiyle kurduğu iletişim ve ilişkiyi kolaylaştırır ve güçlendirip geliştirir. Empati; kişilerin sadece davranışlarına değil, bu davranışların altında yatan sebeplere de dikkat etmeyi gerektirir. Empati yapabilen kişi, insafsız olamaz; başkasının hareketlerini değerlendirirken, onun bakış açısıyla bakar yani onun ihtiyaçlarını, içinde bulunduğu hâlet-i ruhiyeyi ve neler hissettiğini anlamaya çalışarak hareketlerini anlamlandırır ve netice olarak varsa bir hakkı hemen teslim eder. Dolayısıyla Müslüman asla bencil olamaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi, din kardeşi için de arzu edip istemedikçe, gerçek anlamda iman etmiş olmaz.” (Buhari) Bu hadis-i şerif; Müslümanlar arasındaki kardeşlik duygularının ne kadar ileri seviyede bulunması gerektiğini gösterir. Buna göre gerçek bir müslüman; kendisi için arzu ettiği iyilik ve hayrı, din kardeşi için de aynen arzu eder. Kendisi için istediği hak ve imkânları Müslüman kardeşi için de talep eder. Eshab-ı kiram aleyhimurrıdvan böyle idi, Ensar ve Muhacirin-i izam efendilerimiz böyle idiler… (Devamı haftaya…)
 
Geri
Üst