Devlet, Mafya ve Bakanlıklar Arasında Kaybolan Türkiye

  • Konbuyu başlatan Admin
  • Başlangıç tarihi
A

Admin

Yönetici
Yönetici
Eyyy Türkiye Cumhuriyeti… Sen ki savaşın küllerinden doğmuş, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” sözünü yalnızca kâğıda değil, kalplere kazımıştın. Atatürk’ün idealleriyle büyüyen, halkın alın terini bayraklaştıran, adaletin terazisini yoksulun kapısına kadar taşıyan bir umuttun. Öğretmenin kaleminde aydınlanan, köylünün toprağında yeşeren bir Cumhuriyet’tin. Ama şimdi? Artık Türkiye’de iktidar, suçla işbirliği yapan adamlarla yalnızca masaya oturmuyor — aynı sofrada yemek yiyor, aynı hedeflere yürüyüp aynı sırrı paylaşıyor. Bir zamanlar “kabadayı” denilince mahalle aralarında racon kesen adamlar gelirdi akla. Şimdi ise devlet protokolünde ağırlanan, emniyet şeridiyle korunan, “dava kardeşi” diye meşrulaştırılan suç örgütü liderleri... Ve üstelik resmî kayıtlarda bunlar açıkça görülüyor: Bir İçişleri Bakanı’nın, cezaevinden yeni çıkmış bir mafya babasıyla gece yaptığı telefon görüşmeleri… Bir başbakan danışmanının suç örgütleriyle iş takibi yapması… Mafya liderlerinin tehdit videoları yayınlaması, ama bir savcının bile ifadesini almaya cesaret edememesi… Ahhh Ülkem: Seni tanımlayan cümle şu hâle geldi: “Devletin gölgesinde mafya, bakanın gölgesinde çıkar, halkın yüreğinde korku, gazetecinin masasındaysa sansür var.” Bir zamanlar devlet, halkın güvenliğini sağlardı; şimdi ise güvenlik, belli suç örgütlerine ihale edilmiş bir sektöre döndü. Adalet, artık Anayasa Mahkemesi’nde değil; bir mafya liderinin YouTube kanalında aranıyor. Hukuk, suçluyu değil; tweet atanı, protesto yapanı, gazeteciyi izliyor. Soylu ve Peker: Sessizliğin Delindiği An Türkiye yakın tarihinin en çarpıcı kırılma noktalarından biri, mafya lideri Sedat Peker’in yayımladığı videolarla yaşandı. Peker, sadece mafya geçmişiyle değil, devleti ifşa eden bir "konuşan arşiv" olarak çıktı kamuoyunun karşısına. Sıradan iddialar değildi söyledikleri. Belli iş adamlarına yasa dışı koruma tahsisleri, Uyuşturucu trafiğinde adı geçen aktörlerle yapılan örtülü görüşmeler, Devletin istihbarat kaynaklarının mafyatik hesaplaşmalar için kullanılması, Organize suç liderleriyle bakan düzeyinde yürütülen "al gülüm ver gülüm" ilişkiler... Peker’in hedefinde özellikle eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu vardı. Belgelerle, tarihlerle, yer göstererek konuştu. Ve bütün bu ifşalara karşılık ne Soylu'dan ne de adı geçen diğer siyasilerden tek bir suç duyurusu gelmedi. Bu sessizlik, halkın gözünde bir itiraf gibi yankılandı. Muhammed Yakut: İkinci Perde Sedat Peker’in sesi kısılınca, Diyarbakırlı iş insanı Muhammed Yakut devreye girdi. O da konuşmakla kalmadı, isim verdi. Belgeler sundu. AKP milletvekillerinin belirli şirketlerden aldığı rüşvetler, Yargı mensuplarıyla kurulan "iş takibi" ağları, Belediyelerdeki rant zincirleri, İhale ve mafya ilişkileri… Ve sonuç? Yakut bir otel odasında ölü bulundu. Resmî açıklama: “Kalp krizi.” Otopsi sonuçları ise kamuoyuna açıklanmadı. Tıpkı Peker gibi onun da sesi sustu, dosyaları karanlığa gömüldü. Birde Alaattin Çakıcımız var: Bahçeli’nin Dostu mu, Devletin Başının Belası mı bilmiyoruz Bildiğimiz çürümüşlüğün bir başka siması olan Alaattin Çakıcı, MHP lideri Devlet Bahçeli tarafından açıkça desteklenen, cezaevinden çıkışı organize edilen Çakıcı; devletin himayesindeymiş gibi kameralara poz verdi. Ancak bir noktadan sonra tehdit dili yalnızca muhaliflere değil, Bahçeli’ye de yöneldi. Yine harekete geçen olmadı. Çakıcı artık bireysel bir suç figürü değil; devletin derin yapılarıyla iç içe geçmiş, sistemin çürümüş kabuğunun ete kemiğe bürünmüş hâliydi. Halk Ne Hissediyor? Bugün Türkiye’de halk adaleti mahkemelerde değil; mafya liderlerinin dudaklarında arıyor. Çünkü mahkemeler siyasî talimatla karar veriyor. Savcılar, dosya açmaktan korkuyor. Gazeteciler işsiz kalmamak için gerçekleri görmezden geliyor. Yani hukuk sistemi çökmüş; halk, karanlıkta bir ışık ararken yeraltına yönelmiş durumda. Peker’in videosu bir “itiraf” değil, bir “aydınlanma” gibi izlendi. Yakut’un açıklamaları bir mahkeme tutanağı gibi okundu. Ne yazık ki bu durum, halkın devlete olan güveninin değil, devletin halka olan borcunun göstergesi oldu. Kalemi Satanlar, Ekranı Susturanlar Sedat Peker susturuldu. Muhammed Yakut öldü. Peki medya ne yaptı? Hiçbir şey. Ana akım televizyonlar sessizdi. Gazeteciler köşelerinde tek kelime etmedi. Çünkü medya artık halkın değil; iktidarın sesi. Çünkü gazetecilik, iktidarı sorgulayan değil, onu pazarlayan bir vitrin işine dönüştürüldü. Şimdi, sormamız gereken sorular şunlar: Sedat Peker neden susturuldu? Muhammed Yakut neden öldü? Süleyman Soylu neden sorgulanmıyor? Bakanlar neden susuyor? Savcılar neden dosya açmıyor? Medya neden yazmıyor? Devlet neden korkuyor? Çünkü gerçek ortaya çıkarsa, sadece bir kişi değil; koca bir düzen çöker. Ama unutmamalıyız: Bu ülke, suçluların sırtını sıvazlayanların değil; alnı açık, eli temiz insanların ülkesidir. Bu bayrak, tehdit edenin değil; çocuğunu adalete emanet eden anne babaların bayrağıdır. Ve eğer bugün hâlâ susuyorsak, bilinsin ki: Susmak suçtur. Konuşmamak ihanettir. Göz yummak namussuzluktur. Sevgiyle Leyla Yıldız Atahan
 
Geri
Üst