Biz Bu Günlere Üç Beş Yılda Gelmedik!

  • Konbuyu başlatan Admin
  • Başlangıç tarihi
A

Admin

Yönetici
Yönetici
“Ne yazık ki artık üniversite sınavı hayallere ulaşılacak bir yolculuğun ilk adımı olmaktan çıktı, pek çok genç için anlamını yitirdi. Meydan yine, ‘Okuyup da ne olacak, bak ben okumadım, şu işi yapıyorum; okuyandan on kat fazla kazanıyorum.’ diyen görgüsüzlere kaldı.” Sene 1993… Üniversite sınavına girdiğim yıl. Şimdiki gibi önce puan alıp sonra tercih yapmak söz konusu değildi. Tercihimizi yapıp aldığımız puan hangi tercihimiz için yeterliyse o bölüme yerleşiyorduk. Tercih konusunda kişiliğimize uygun, severek yapacağımız bir işi seçmek bugüne göre çok daha kolaydı ancak okulda bu konuda yetkin ve ilgili psikolojik danışmanlarımız yoktu. Aydın’da topu topu üç dershane vardı. Bu kurumlarda şimdiki gibi öğrencinin peşinden koşan hocaların varlığından söz edilemezdi. Siz ne kadar talepkârsanız karşı taraf da o kadar yol gösteriyordu. Bu şartlarda üçü hariç tüm tercihlerimi edebiyat ve Türkçe öğretmenliği üzerine yaptım. Sebep ortadaydı; babam öğretmendi, öğretmenliğin kadınlar için uygun bir meslek olduğunu düşünüyordu. Sonuçta 08.00 – 17.00 arası mesaisi olan, izin günleri sayılı olan bir meslek değildi. 16 yaşımda bunlar pek de umurumda değildi doğrusu. Nitekim öğretmenlik mesleğinin hakkını verdiğinizde mesai saatlerinin olmadığını, sanılandan çok daha yoğun mesai harcandığını yaşayarak öğrendim. Babamın söylediği bir nokta edebiyat öğretmenliğini tercih etmemde oldukça etkili olmuştu: Atanma garantisinin oluşu. Çünkü 1993’te Türkiye’de yalnızca yirmi dokuz üniversite ve bu üniversitelerden yalnızca sekizinde Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği bölümü vardı. Açık çoktu, KPSS vb. sınavlar yoktu. Haziranda diplomayı alıp eylülde atanıyordunuz. Üstelik lise öğretmeni olduğunuz için en kötü ihtimalle bir ilçeye atanıyordunuz. Öyle de oldu. Bir yaz tatilinin ardından ilk tercihim olan il merkezine atandım. Tanıdığım pek çok kimse benim gibi ilk tercihine atandı. Hâl böyle olunca ne tercih yaparken ne üniversite öğrenimi sırasında iş bulur muyuz, bulamazsak ne yaparız, üç beş yan dal yapalım, üç beş eğitim alalım da benzerlerimizin önüne geçelim gibi bir derdimiz olmamıştı. Kendi adıma mesleğime dair ne öğrensem kârdır zihniyetinde, iyi bir öğrenciydim. Araştırmacıydım, Ankara’daki Millî Kütüphane en uğrak mekânlarımdan biriydi. İş bulma kaygısından azade, öğrenciliğin tadını çıkarıyordum. Gelelim bugüne. Sene 2025… 21-22 Haziran Cumartesi ve Pazar günleri yani önümüzdeki hafta sonu üniversite sınavı gerçekleştirilecek. Tercihler, puanlar açıklandıktan sonra yapılacak. 1993’te 29 olan üniversite sayısı bugün itibarıyla 208… Bu üniversiteler sanki bölge esnafı kalkınsın ve gençler üç beş yıllığına oyalansın, iş yok diye veryansın etmesin diye açılmış. Mesleki yönden ihtiyaç duyulmayan hiçbir bölüm için planlama yapılmamış. Bu bölümler belirli bir süreliğine -mesela 10 yıl- kapatılmamış. Söz gelimi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliğine ihtiyaç zamanla azalmış ama bununla ilgili bölümler öğrenci alımına devam etmiş. Bunun gibi yüzlerce bölüm var. Psikolojik danışmanlık gibi bir dönem çok ihtiyaç duyulan bir bölümde tercih patlaması yaşanmış, şimdi ise bu bölüm mezunları ihtiyaç fazlası olmuş. Kendi mesleğine atanmaktan umudu kesen pek çok arkadaşımız polislik mesleğine yönelmiş. Sınava hazırlanma sürecinde kendilerini büyük baskı altında hisseden, “Aman gideyim de neresi olursa olsun.” diye düşünen hedefsiz pek çok genç var ancak onlar da aile baskısından, konu komşunun sormasından, başarısız görülmekten, birileriyle kıyaslanmaktan bezmiş. Tüm bu şartlarda milyonlarca genç geleceğine dair oldukça endişeli. Ne yazık ki gelinen noktada, “Okusam ne olacak, işsiz kalma ihtimalim çok yüksek…” algısı yüksek. Bu algı bırakın çalışma motivasyonunu, insanın yaşama motivasyonunu dahi düşürüyor. Hem milyonlarca genç nüfusa sahip olacaksınız, elinizde böyle zengin bir kaynak olacak hem de hayallerini ellerinden almak için elinizden geleni ardınıza koymayacaksınız. Gençlere iş imkânı oluşturacak iş yerleri açmak yerine neredeyse her ilçeye bir üniversite açacaksınız. Sonra da “Devletin üniversite mezununa iş bulmak gibi bir görevi yok!” diye iş isteyenlere çıkışacaksınız. Bu genç potansiyelinizin istikbalini sokaktaki “Telefonunu göster.” diyen, belediye tesisinde bir bardak çay içip üç saat oturan, oraya buraya sarı otobüslerle bedava gezen vizyonsuz amcaların ellerine teslim edeceksiniz. Böyle böyle gençlerin enerjisini sömürüp posasını çıkarıp kenara atacaksınız. Bu yüzden “ihtiyar gençlerin ülkesi” sözüne ben de katılıyorum. Umudu elinden alınmış, adam kayırmacılığın zirve yaptığı, ne kadar çabalarsa çabalasın iş sahibi olamayacağını düşünen gençler geleceğe dair nasıl umutlansın? Çoğu yurt dışına kapağı atmanın derdinde. Ağzımı açıp “Gitme, size ihtiyacımız var.” bile diyemiyorum çünkü çalışarak, kimselerin kayırılmadan bir yerlere gelindiğine dair onlara ümit veremiyorum. Ne yazık ki artık üniversite sınavı hayallere ulaşılacak bir yolculuğun ilk adımı olmaktan çıktı, pek çok genç için anlamını yitirdi. Meydan yine, “Okuyup da ne olacak, bak ben okumadım, şu işi yapıyorum; okuyandan on kat fazla kazanıyorum.” diyen görgüsüzlere kaldı. Tüm bunlara rağmen sınavınızda başarılar diliyorum sevgili gençler. Umuyorum ki Atatürk’ün “Gençliğe Hitabe”si umudunuzu diri tutacak, geleceğin sizin olduğunu size hatırlatacaktır. Sık sık okumanız temennisiyle…
 
Geri
Üst