BİR TATLI ANI

  • Konbuyu başlatan Admin
  • Başlangıç tarihi
A

Admin

Yönetici
Yönetici
Henüz on altı yaşımın başındaydım. Çok uzun bir tren yolculuğunun kendimce sonu yakındı, İstanbul’a varmak üzereydik ve ben hayatımda ilk kez deniz görecektim. Oysa trenin penceresinden heyecanla izlediğim deniz değil, Sapanca gölüymüş. Marmara denizine varmamız uzun sürmedi. Tren Haydarpaşa garında durduğunda kalbimde duracak gibiydi. Kendi elimle özenle yaptığım tahta bavulum çok büyük ve çok ağırdı. Gözüme kestirdiğim orta yaşlı bir beyefendiye utana sıkıla sordum. “Ben Edirne’ye gideceğim de…” “Trenle gidersin, daha rahat olur. Ben de Sirkeci’ye geçeceğim. Benimle gel bakalım” dedi. Birlikte bir tekneye bindik. Beyefendi benim paramı da ödedi. Tekneden inince de benimle tren garına kadar yürüdü. “Trene buradan bineceksin. Hadi bakalım yolun açık olsun” diyerek ayrıldı. Sabah saat sekiz dokuz civarıydı. Edirne treni akşama doğru saat on yedi otuzdaydı. Uzun süre oturup beklesem de vakit geçmiyor, öte yandan yakın çevreyi gezmek, balık ekmek kokusuna ulaşmak istiyordum. Gar görevlisi sandığım resmi giysili beye; “Burada bavulumu koyacağım bir yer var mı” diye sordum. Eliyle caddenin öbür tarafını işaret ederek: “Orada bir iki emanetçi dükkanı var, onlardan birine bırakır, sonra bir ücret ödeyip bavulunu geri alırsın.” Emanetçinin rafları bavul, torba, sepet gibi şeylerle doluydu. Bavulumu gösterip “iki üç saat kadar duracak, ücreti ne kadar olur” diye sormama gerek kalmadan; “saati otuz kuruş, günlük beş lira, valizini ben içeri alırım” deyip elime, üstünde rakam olan bir kağıt verdi. Koca İstanbul’da kaybolurum korkusuyla fazla uzaklaşamıyordum. Yine de Eminönü, Kapalıçarşı derken epece vakit geçirmiştim. Edirne treni çok dolu değildi, bir iki düdük çalıp yola koyuldu. Yolculukta tam ikinci günüm, hemen uyuya kalmışım. Tren sarsıntıyla durunca uyandım. Yunanistan Pityon tren istasyonuna girmişiz. Yunan demiryolu görevlileri kapıları, pencereleri sıkı sıkı kapattılar. Tren tekrar hareket etti. Sabaha karşı Edirne Karaağaç tren garına vardık. Gelen yolcuları Edirne’ye götürecek belediye otobüsü meydanda bekliyordu. Ikış tıkış otobüse doluştuk. Hava aydınlanmaya başlamıştı. Karşıda Selimiye Camii büyük ihtişamıyla duruyor ama, neden iki minareliydi… Dört minareden ikisi neredeydi? Otobüs Meriç köprüsüne kıvrılınca minareler dört oldu. Şehir merkezine vardığımızda Üç Şerefeli Cami civarında durdu. Üst tarafta adının Tugay Çay Bahçesi olduğunu sonradan öğrendiğim büyücek bahçenin alt karşısında Tarihi saat kulesi gözüküyordu. Benim bavul dediğime emanetçi valiz demişti, olsun ben yine bavul diyeyim ve elime alıp yoluma koyulayım… Sora sora Bağdat bulunurmuş misali ilk karşılaştığım gence Erkek Sanat Okuluna nasıl gidebileceğimi sordum. “Yakın, hemencecik şurada. Karşı yola geç, hafifcene saya kıvrılan Orozlu (Hotozlu) Bayırından aşşa doğru sarkınca sayında okulunu görürsün” dedi. Konuşmadaki aksana epeyce şaşırsam da hoşuma da gitmişti. Okul nizamiyesindeki bekçinin yanında birde yatılı öğrencilerden o gün nöbetçi olan Adıyamanlı Koçero Abdullah karşıladı. Bavulumu bodrum kattaki dolap haneye bırakıp, idare katına çıktık. Müdür Baş Yardımcısı Hakkı Özalp’ın odasına gittik. Hakkı Bey nüfus cüzdanımı aldı; “Biz senin kaydını yaparken, siz aşağıya inin sana kahvaltı versinler, sonra buraya gelirsin” Kahvaltı güzeldi. Hakkı bey beni Okul Müdürü Şükrü Yazıcıoğlu’nun odasına götürüp tanıştırdı. Müdürümüz ayağa kalkıp bana “hayırlı olsun, dosyanda iyi şeyler yazılı, başarılı olmanı bekliyorum. Bir sıkıntın veya ihtiyacın olduğunda hemen bana veya Hakkı beye ulaş. Sizler bu milletin bize emanet ettiği seçilmiş çalışkan öğrencilersiniz” dedi. Ben Müdürümüzün elini öperken o da beni alnımdan öptü. Yıl 1962, aylardan Ekim, Edirne Erkek Sanat Enstitüsü’ne parasız yatılı öğrenciliğim böyle başladı. Edirne asker ve öğrenci nüfusu yoğun bir serhat kenti durumundaydı. Tek ve önemli caddesi Saraçhaneydi. Cumartesi günleri bu günkü bibi tatil değildi. Pazar günleri cadde çok kalabalık olsa da insanlar birbirini tanır, selamlaşırdı. O yıllarda kentin merkez nüfusu otuz bin civarında; valimiz Sadri Sarptır’dı. Bir sabah okulun önünde sınıflar ayrı ayrı sıralanmış, müdürümüzün günlük kısa konuşmasını dinliyorduk. “Dün sayın valimiz ziyaretime geldi. Siz çocuklarımdan şikayetçi olduğunu söyledi, çok üzüldüm, çok mahcup oldum. Kaldırımda yürürken bazılarınızın başında okul şapkası yokmuş, bir kısım arkadaşlarınız sayın valimizi selamlamamışsınız. Bundan sora daha dikkatli olmanızı istiyorum” diye sözünü tamamladı. Yine o yıllarda vali halkın arasında yürür, gözlem yapardı. Lüks makam aracı olmazdı.
 
Geri
Üst