A
Admin
Yönetici
Yönetici
Batı Doğu'dan kaçacaktır. Batı'nın yaramaz çocukları, nesebi belli olmayan çocukları coğrafyamızdan elini çekecektir. Bugün İran, bir haftayı aşkın İsrail, ABD, Almanya ve İngilizlere karşı amansız bir mücadele veriyor. Bu mücadele artık bir savunma değil, doğrudan bir karşı atağa dönüşmüş durumda. İran, “şeytan cephesi”nin ortak adı olan İsrail’e esaslı bir tokat atmıştır. Bu tokat; bir heyecanın, öfkenin veya ani bir refleksin değil, bir cesaretin, birikimin ve arkasında taşıdığı medeniyetin tezahürüdür. Bu, sıradan bir karşılık değil, tarihî bir iradenin yeniden sahne almasıdır. İran’a bu süreçte en güçlü desteği, hiç kuşkusuz, İslam dünyasında nükleer kapasiteye sahip ilk ülke olan Pakistan vermektedir. Pakistan’ı bu düzeyde güçlü kılan unsurların başında ise Türkiye gelmektedir. Türkiye, Pakistan-Hindistan savaşında, Koral elektronik harp sistemleriyle Pakistan hava sahasını korumuş, Hindistan’ın Rafael tipi savaş uçaklarını birer birer etkisiz hâle getirmiştir. Eğer Türkiye bu sistemi devreye sokmasaydı, Pakistan’ın altyapısı ve askeri gücü ağır bir darbe alacak, insan kayıpları çok daha yüksek olacaktı. Savaş da uzayıp halkı tüketen bir hâl alacaktı. Ancak bu noktada hatırlanması gereken acı bir gerçek de var: O günleri anarken şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Pakistan Hindistan’la savaşırken, İran Hindistan’la iş birliği yapmıştı. Şapkamızı önümüze koyalım biraz Bugün gelinen noktada ise Türkiye’nin, başta Tebriz olmak üzere İran’ın sınır şehirlerini yine Koral savunma sistemiyle koruduğuna inanıyorum. Aynı zamanda Pakistan, İsrail’in hamisi olan ABD’ye gönderdiği resmî notada, “İran’a yapılacak nükleer bir saldırıya karşı, biz de İsrail’e aynı şekilde karşılık vereceğiz” diyerek net bir tavır sergilemiştir. Bu çıkıştan sonra Çin’le birlikte geliştirdiği savaş uçaklarıyla İran hava sahasına girerek İsrail, İngiliz ve Amerikan uçaklarını geri püskürttüğü kamuoyuna yansımıştır. Son zamanlarda F-35’lerin İran semalarında patır patır düşmesi, bize bu şarkının nakaratlarının başka yerde de mırıldandığını hatırlatıyor. İran, yanı başında Filistin'in tek bağımsız toprak parçası Gazze'de yapılan zulme sessiz kalmamalıydı. Kalmadı da. İran aynı coğrafyada yaşadığı diğer çadır kralları gibi Amerika'ya boyun eğip haraç ödeyebilirdi. İran, bunu yapmadı. Tarih, medeniyet, zaman, mekân İran’ı sorumluluğa çağırdı. Şimdi ben dâhil bütün dünya Müslümanlarının sözü ve yönü İran’a doğrudur. İran, seksenli yıllarda ilk defa adı İslam’la anılan ve bizim hayallerimizi süsleyen bir kavramı egemenliğine ortak etti. “Cumhur-i İslami” adıyla Müslümanlara ve insanlığa bir mesaj vermesini beklediğimiz bu hareketin ilk defa doğrudan İsrail’e meydan okuması bütün dünyada bir kırılma noktası oluşturdu. Aslında İsrail, daha seksenli yıllarda bertaraf edilebilirdi. Ama İran İslam Cumhuriyeti kurulur kurulmaz başı Saddam’la belaya girdi. Amerika, bu topraklara ayak basmayacaktı, basamayacaktı. Ama o dönem İran’daki Amerika ve İsrail ajanları, Irak’taki Baas rejiminin ırkçı tutumları ve yine oradaki İsrail ajanlarının oyunuyla Irak -İran savaşı sekiz yıl sürdü. Daha sonraki senaryo çok basit… Amerika ötelerden gelip Irak’ın üzerine çöktü. Milyonlarca insanı öldürdü. Daha sonra gidip Afganistan’ın üzerine çöktü. Orada da milyonlarca insanı katletti. Amerika gittiği coğrafyalarda milyonlarca insanı da devşirdi. Kendine kul köle etti. Dün Bosna’da yaşanan katliamları Batı dünyası görmezden geldi, hatta zamanla içselleştirdi. Bugün Gazze’de süregelen insanlık dramı karşısında da aynı kayıtsızlık hâkim. Ne Batı’dan ne de Doğu’dan vicdana seslenen anlamlı bir tepki yükseliyor. Ancak İran, İsrail’in "yenilmezlik" efsanesine darbe vurarak bu sessizliği kırdı. Bu kırılma, yalnızca askeri değil; tarihsel ve psikolojik bir üstünlüğün de sorgulanmasına yol açtı. Diliyle, kalemiyle ve irfanıyla direnen; bilginin, ahlakın ve adaletin gücüne inanan topluluklardan olmayı bizlere nasip etsin.