A
Admin
Yönetici
Yönetici
Bu bir abartı değildir; hepimiz biliyoruz. Hatırlayalım o eski günleri: sabah namazıyla kuyruğa girilen, ilaç bulmak için şehir şehir gezilen, hastanelerde saatlerce beklenen, bir yerden randevu almak için haftalar harcanan, hatta borcundan ötürü hastalar veya cenazeleri hastanede rehin kalan insanların olduğu bir Türkiye vardı. AK Parti iktidara gelince bu tablolar ortadan kaldırılmış. Sosyal Güvenlik Kurumları birleştirildi. Vatandaş istediği doktora, istediği hastaneye gider hâle geldi. Reçetesiyle, muayenesiyle, eczanesiyle insanca muamele görmeye başladı. Hasta hakları kurulları kuruldu. Sağlık sistemine erişim devrimsel bir dönüşüm geçirdi. Vatandaş kendini ilk kez “değerli” hissetti. Bunun karşılığı da sandıkta fazlasıyla verildi. AK Parti'ye her seçimde teveccüh gösterildi. Ancak bugün gelinen noktada, AK Parti’nin o köklü ve güçlü sağlık politikasının en önemli taşıyıcı kolonlarından biri olan ve sözleşme süreleri biten isimlerle birer birer yollar ayrılıyor, görevden alınıyor. Yani göreve devam etmek isteyen bu değerler, adeta bir vefasızlık örneğiyle, bir kabalıkla, bir siyasi kaprisle görev süreleri uzatılmıyor. Yani seninle buraya kadar der gibi. Bunun en çarpıcı örneği, Of Devlet Hastanesi Başhekimi Dr. Şaban Uysal’dır. Dr. Şaban Uysal sıradan bir doktor değildir. 11 yıldır Solaklı ve Hayrat vadisinin tüm sağlık yükünü omuzlamış bir isimdir. Eski, çürümüş binada bile yılmadan, yorulmadan hizmet etti. Yeni hastanenin yapım sürecinde gece gündüz koşuşturdu. Sadece Of değil; Çaykara, Dernekpazarı, Hayrat, Ataköy, Uzungöl ve daha niceleri onun yönetiminden, emeğinden ve vizyonundan istifade etti. Bu bölgenin sağlık haritasını çizen isimlerin başında geldi. O hastaneleri yalnızca yöneten değil; yeniden inşa eden bir mücadelenin lideri oldu. Bölgede yanıt ünitesini kuran isim oldu. Samsun’a giden yanık hastaları artık Of Devlet Hastanesi’nde tedavi oluyor. Hatta Rize, Artvin, Gümüşhane, Bayburt, Erzurum, Giresun, Ordu’dan bile hasta geliyor. Şimdi ne oluyor? Siyasilere “yağcılık yapmadı”, “önlerinde el pençe divan durmadı” gerekçesiyle hedef tahtasına konuluyor. Neredeyse “Başarılarından rahatsız olduk” diyecekler. “Bavulunu topla çek git” diyebilecek kadar seviyeyi düşüren bir tavırla bir başhekime, bir sağlık neferine, bir bürokrata hakaret ediliyor. Üstelik bu hakareti yapanlar da aynı partinin gölgesinde siyaset yapanlardır. Soruyorum size; Bu mudur adalet? Bu mudur vefa? Bu mudur AK Parti’nin kurumsal kültürü? Hayır, bu değildir. Bu olsa olsa partiyi içten içe çürüten bir anlayıştır. Bu olsa olsa Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bizzat inşa ettiği “hizmet odaklı siyaset” anlayışına ihanettir. Şaban Uysal’ın görev süresinin uzatılmak istenmemesi sadece bir bürokratın koltuğundan kaldırılması değildir. Bu aynı zamanda halkın güven duyduğu bir ismin cezalandırılmasıdır. Bu karar, Trabzon’un doğusundaki insanların sağlık sistemine olan güvenini sarsmak, AK Parti’ye duyulan teveccühü baltalamak demektir. Çünkü halk kimin ne yaptığını çok iyi görüyor. Siyasetçinin gelip geçici olduğunu, ama hizmetin kalıcı olduğunu biliyor. Ve kime, neden böyle davranıldığını da çok iyi anlıyor. Dr. Şaban Uysal AK Parti’ye bölgeden yüzde 10 oy kazandıran bir isimdir aynı zamanda. O yalnızca doktor değildir, o aynı zamanda bu partinin sahadaki sessiz ama güçlü temsilcisidir. Bugün ona yapılan veya yapılacak bu haksızlık, bu saygısızlık yalnızca Şaban Uysal’a değil, aynı zamanda bu partiye gönül vermiş milyonlarca insana, AK Parti’ye dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sağlık politikasına yapılmaktadır. Enerji ve tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar kapı komşusu olmasına rağmen, akrabası olmasına rağmen kendisini arayıp da uğradığı haksızlığı iletmeyecek kadar büyüklüğü gösterip, o nezaketsizliği de yapmadı Dr. Şaban Uysal. Bu vefasızlık, mutlaka Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önüne gidecek ve yapılan yanlışı kendisi düzeltecektir. Bugün Şaban Uysal’a sahip çıkmak sadece bir doktora değil, aynı zamanda AK Parti’nin 23 yıllık kazanımlarına, halkın duyduğu güvene ve en önemlisi adalete sahip çıkmaktır. Bu mesele bana göre sadece bir görev değişikliği değildir. Bu mesele, “Biz kimi ödüllendiriyoruz, kimi cezalandırıyoruz” sorusunun cevabıdır. Ve bu cevabın yanlış verilmesi, çok ama çok şey kaybettirir.