AYARSIZLARA AYAR!

  • Konbuyu başlatan Admin
  • Başlangıç tarihi
A

Admin

Yönetici
Yönetici
Bugünün sarayları artık plazalara dönüştü; tahtlar toplantı masalarına, vezirler CEO’lara... Ama bir meczûbun suskunluğu, hâlâ hepsinden kıymetli olabiliyor. Çölde bir meczûb, dört direk diker, üzerine bir bez örter ve altında Allâh’a tefekkür eder. Günlerini yemeden içmeden, sâdece ibâdet ve tefekkürle geçirir. Bir gün hükümdâr, yardımcılarıyla birlikte çölde ilerlerken, meczûbun yaptığı tefekkür alanına yaklaşır ve yatan birini görür. Hükümdârı gören meczûb, hiç istifini bozmaz ve yerinden kıpırdamaz; âdeta görmezden gelir. Bu ilgisiz tavra sinirlenen hükümdâr... — Beni tanımadın mı be adam?” diye bağırır. Meczûb, Şemsi Tebrîzî’nin: — Tanımamın sana ne faydası olabilir? Tanımasam, ne değişir ki?” sözüyle cevap verir. Hükümdâr tekrar sorar: — Pekî, o zaman niye ayağa kalkıp, bana hürmet göstermiyorsun?” Meczûb, Hayâlî’nin şu sözlerini mırıldanarak: “Cihân-ârâ cihân içredür, ârâyı bilmezler! O mâhiler ki deryâ içredür, deryâyı bilmezler.” Yâni; “Yaratılanlar bu dünyanın içindedir, dünyayı bilmezler; balıklar koca denizin içindedir, denizi bilmezler.” şöyle cevap verir: — Efendi! Benim senden beklentim bir yok ki. Senden menfaat bekleyen ve umanlar sana ayağa kalksın, ben garip bir kulum!” der. Birçok düşünür, filozof ve ilim erbâbı ne kadar az beklenti, o kadar çok özgürlük ve mutluluk demektir görüşündedirler. Hükümdâr, şaşkınlık içinde: — Peki, benden bir şey istiyor musun?” diye sorar. Meczûb, Mevlânâ’nın şu sözüne sığınarak; “Neyi fedâ edersen, o sana ihsan edilir; neye kıyamazsan, onunla sınanırsın!” der ve ekler: — Beni rahatsız etme yeter, çek git.” Hükümdâr: — Sen meczûb bir adamsın, mâdem çıkar da gözetmiyorsun, o zaman bana bir nasihat eder misin?” der. Meczûb, derin bir nefes alarak: — Şunu aklından çıkarma, hükümdâr halkı için vardır, halk hükümdâr için değil! Çoban koyunlar içindir, koyun çoban için değildir. Senin vazîfen, tebânı korumak ve kollamaktır. Nitekim çobanın da vazîfesi odur. Yoksa koyun çoban için değildir, çoban koyun içindir. Eğer ben olmazsam, sen de olmazsın; ancak ben varsam, sen de varsın!” der. Hükümdâr: — Pekî, bana bir de nasîhat eder misin?” der. Dücâne Cündioğlu, “İnsan, beklentisi kadar mutludur. Formül: Sıfır beklenti, sonsuz mutluluk!” Ve devam eder: — Efendi, şu anda zirvedesin ama unutma, ecel de senin peşinde ve seni izliyor. Şimdiye kadar dünyayı âbâd ettin, biraz da âhiretin için çalış. Çünkü Azrâil senin ruhunu almak için vaktini bekliyor. Vakit var diye de kendini kandırma. Çünkü “küllü âtin garib” “her gelecek yakındır,” der bir Arap atasözü. Vaktin varken fırsatı değerlendir. Neyin varsa Allâh için ver, dağıt. Öldükten sonra zâten hepsi başkalarına kalacak. Fırsat bu fırsat!” der. Çölde başlayan bu hikâye, aslında hepimizin içindeki sessiz çölün hikâyesidir. Suskunluğun konuştuğu, beklentinin bittiği yerde başlar hakîkat. Unutamayacağı bir ders alan hükümdâr, hiç arkasına bakmadan doğru saraya, imkanlar ölçüsünde mal mülk paylaşımı yapmaya gider. Yüce Mevlâ; “Doğrusu arınan ve rabbinin adını anıp namaz kılan kurtuluşa ermiştir. Fakat siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Oysa âhiret daha hayırlı ve süreklidir.” buyurmaktadır. (A’lâ, 87/14-17) Dünya, âhireti kazanmak için bir imtihan alanıdır. Müslüman, kalbini şirkten, günahtan ve kötülükten temizlemeli, Allâh’ın birliğine îman edip dinin emir ve yasaklarını yerine getirmelidir. Aynı zamanda dünyada kazandığı malı haramlardan ve kul haklarından arındırmalı, âhireti de dünyaya tercih etmelidir. Çünkü hakîkî hayat, âhiret hayatıdır. Bernard Shaw: “Yaşam, yaşadıklarımızla değil; beklentilerimizle şekillenir.” Dücâne Cündioğlu: “Beklenti, derttir.” Stefan Zweig: “Beklenti, iç dünyamda felç gibiydi...” der. Kavram olarak umut olumlu, beklenti ise olumsuzdur. Ancak bu ikisini karıştırırız. Beklentiyi umut zannedip durmadan beklentimizi yükseltiriz. Necip Fâzıl bu hissiyatla: “Şu geçeni durdursam, çekip de eteğinden; Soruversem: «Haberin var mı öleceğinden?» Hepimiz haberdârız. Lâkin hazırlık ne âlemde? Ömür, bu hazırlık için verilmiş bir sermâyedir.” der. Çünkü her doğan, hayata değil ölüme yaklaşır. Her an, amel defterine düşen bir satırdır. Nice saraylar yapılır, ama bir kefenlik yer için hazırlık yapılmaz. Unutma, vakit dardır; ecelin takvimi yoktur. Neye kıyamazsan onunla imtihan edilirsin, neyi Allah için verirsen onunla yüceltilirsin. Bâzı dersler kitaplarda değil, çölde alınır. Bâzı öğretmenler kürsüde değil, kumda oturur. Gerçek mutluluk beklentisiz olmaktan gelir; gerçek yatırım ise sonsuz olana yapılır. Ve bâzen bir deli zannedilen, en akıllı nasîhatleri fısıldar dünyaya. Herkes hükümdârın sözünü dinler ama asıl ders çölde yaşayan bir meczûbun suskunluğundan gelir… Âsâr-ı Gönül de der ki: “Her sarayın gölgesinde bir meczûptan mahrûm kalmış bir hakîkat yatar. Ve her meczûpta, tahtı olanlara gizlenmiş bir âhiret hatırlatması... Çünkü bâzı sözler yazıyla değil yaşantıyla söylenir. Bâzı dersler kitaptan değil, toz toprak içindeki bir garibin suskunluğundan alınır. Unutma: Bugün gölge olan meczûplar, yarın hayatına güneş gibi doğabilir. Yeter ki sen, çölün ortasında bir söz duyduğunda onu “deli safsatası” sanma. Bugün hâlâ fırsatın var. Ya dünyaya yatırım yaparsın... Ya da ebediyete. Tercih senin. Çünkü meczûplar unutulsa da, söyledikleri unutulmaz. Sarayların hükmü geçer, ama çölün hikmeti hep bâkî kalır… Söz bitti, ama ders kaldı. Şimdi, bu dersi almak ve ebediyete bir adım daha yaklaşmak sana kaldı. Unutma, gerçek mutluluk beklentisiz olmaktan gelir; gerçek yatırım ise sonsuz olana yapılır.” Elbette anlayana, anlamak isteyene… Hâsıl-ı Kelâm! “Ölenler Ölümü Bilmez, Ölüm Kalanların Hikâyesidir. Yol Elif İse, Yön Bellidir... Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar... Söz Meclise, Kıssa Herkese… Söz Uzar, Kesmek Gerektir Vesselâm!” Âsâr-ı Gönül’den selâm ve duâ ile...
 
Geri
Üst