A
Admin
Yönetici
Yönetici
Washington ile Tel Aviv arasında İran’ın nükleer faaliyetlerine ilişkin istihbarat analizleri uzun süredir örtüşmüyor. CNN’in haberine göre, ABD Ulusal İstihbarat Direktörü Tulsi Gabbard, Kongre’de yaptığı açıklamada, “İran’ın 2003’te durdurduğu nükleer silah programını yeniden başlattığına dair bir kanıt bulunmadığını” belirtti. Bu çıkış, İsrail’in iddialarının ABD istihbarat raporlarında yeterince karşılık bulmadığını ortaya koydu. Uzmanlar ise İran’ın nükleer silah üretiminin teorik olarak mümkün olduğunu ancak bu silahı hedefe ulaştıracak sistemleri geliştirmenin yıllar alabileceğini ifade ediyor. ABD istihbaratına göre Tahran’ın bu kapasiteye ulaşması "en az üç yıl" sürecek. Tüm bu veriler, İran’ın nükleer tehdit olarak gösterilmesinin jeopolitik müdahalelere zemin hazırlamaktan öteye geçmediğine işaret ediyor. Saldırıların etkisi sınırlı kaldı CNN’in dört ABD’li yetkiliye dayandırdığı habere göre, İsrail’in Natanz uranyum zenginleştirme tesisine verdiği zarar, İran’ın nükleer programını yalnızca birkaç ay geciktirdi. Buna karşın, yerin altında ve zırhlı inşa edilen Fordow nükleer tesisi saldırılardan etkilenmedi. Uzmanlara göre, Fordow tesisine ciddi bir zarar verilmesi için İsrail’in ABD’ye ait özel mühimmat ve hava desteğine ihtiyacı var. Bu durum, İsrail’in yalnız başına İran’ın nükleer altyapısını ortadan kaldırma kapasitesinin sınırlı olduğunu gösteriyor. Tek taraflı güç politikası eleştirisi Eski ABD Ortadoğu Temsilcisi Brett McGurk, CNN’e yaptığı değerlendirmede, “İsrail bu tesislerin üstünde dolaşabilir, onları geçici olarak işlevsiz hale getirebilir, ancak tamamen ortadan kaldırmak için ya bir ABD askeri müdahalesi ya da bir diplomatik anlaşma gerekir” dedi. Bu açıklama, bölgede sürdürülen askeri müdahalelerin kalıcı bir çözüm yaratmadığını ve diyalog zeminine dönülmeden güvenliğin sağlanamayacağını vurguluyor. Donald Trump, saldırılara doğrudan destek vermekten kaçınmak istediğini belirtse de, birçok uzman İsrail’in hedeflerine ulaşmasının yalnızca Amerikan askeri katkısıyla mümkün olabileceğini ifade ediyor. Bu tablo, bölgesel meselelerde diplomatik mekanizmaların dışlanarak güç politikalarının ön plana çıkarıldığını gösteriyor. İsrail’in saldırıları, İran’ın nükleer kapasitesini değil, kendi bölgesel hegemonyasını tahkim etme niyetini yansıtırken, Batı’nın bu müdahalelere verdiği örtük destek ise uluslararası hukukun ve egemenlik ilkelerinin göz ardı edildiği yeni bir dönemin habercisi olarak değerlendiriliyor.